Titriyordum. Bedenimin üzerinde bir ağırlık vardı. Ya da sadece kalbimin üzerine üç yıl oturmuştu. "Benim mekanıma gelecek kadar canına mı susadın lan?" Araf locasından yavaş fakat büyük adımlarla inerken gözlerimle olanları takip ediyor ve Poyrazın burada ne yaptığını çözmeye çalışıyordum. "Bir hoş geldin der insan. Ayıp ediyorsun."
"Ne zamandan beri it sürülerine ayıp edilir oldu." Araf sakin fakat delici bir sesle konuşuyordu. Poyraz ise onun hiç görmediğim bir yüzünü gösteriyordu bana. "Hala nasıl konuşman gerektiğini öğrenememişsin."
"Lan puşt! Sen kendini insan yerine mi koyuyorsunda konuşmaktan bahsediyorsun?" Araf'ın yavaş yavaş sinirlendiğini hissediyordum. Fakat Poyraz sanki üç yılımı geçirdiğim adam değildi. Çünkü onun ifadelerini anlayamıyordum. İnsan bu kadar kısa sürede değişebilir mi? Ya da poyraz hep böyle birini mi içinde saklıyordu? "Neyse. Zaten bundan sonra daha çok görüşeceğiz. Hadi siz burada oynamaya devam edin" Poyraz cümlesini bitirip yanındaki bir kaç kişiyle kapıya döndü. "Lan şerefsiz seninle bir oynarım ki feleğin şaşar. " Poyraz Araf'ın sesindeki tınıları işitmişti. Fakat Araf'a yüzünü dönmeden sözünü söyledi ve saniyesinde ortadan kayboldu. "Artık burdayım. Elinden geleni ardına koyma. "
Ben arkasından baka kaldım. Ben altında kaldığım enkazı bir kez daha hatırladım. Gözlerim takılı kaldı gittiği yolda. Peşinden gitmek istedi sanki gözyaşlarım. Sonra icraate geçti gözlerim. Yavaşça yaşardılar. Yavaşça yanan kalbimi ortaya çıkardılar.
Neden gittin? Ah doğru ya kalbin bana yanmıyor artık. Git. Git Poyraz zaten gidilmeyecek bir kadın olamadım hiç. Ben babamı bile yanımda tutamadım seni mi yanımda tutabilecektim?
Kulübün içinden birkaç homurdanma yükseldiğinde kendime gelip silkelendim. Gözlerimi kapıdan çektim ve Araf'a yönelttim. Fakat Araf'ın siyahlara yenik düşmüş gözlerinin beni karşıladığını düşünmezdim. Simşekler çakan gözlerinin buğulu gözlerimle bulaşacağından habersizdim. Hızlı bir hareketle gözlerimi kaçırdım ve yanımdaki Alp'e yaklaştım.
"Ben biraz hava alacağım. Bir iki dakikaya gelirim. "
"Tamam da iyi misin sen?" Değilim.
"İyiyim."
Daha bir şey demesine izin vermeden tezgahın arkasından çıktım ve kapının önüne hızlı adımlarla varıp kendimi dışarıya attım. Büyük bir nefes içime çektim. Sanki boğazıma bir şey takılmış ve kalkıştı orda. 'Eski hayallerindir onlar' diye fısıldadı iç sesim bana.
Hayallerimdir onlar...
Ya da üç yıldır tanıdığımı düşündüğüm adamın gerçek yüzünü görmemin verdiği acı ve kandırılmışlık hissi de olabilir. Omzuma dokunan elle yerimden sıçradım. Kafamı hemen yanıma çevirdim ve izbandut abimle karşılaştım. Tuhaf bir korkunun filizleri yavaş yavaş soldu içimde.
"İyi misin?" Değilim! Değilim!
"Hıhı" kaşları cevabımdan sonra hafifçe çatıldı ve elini omzumdan çekti. "Zombiye benziyorsun." Bu sefer benim kaşlarım şaşkınlıkla havalandı. "Zombi mi?" Önüne döndü, gözlerini gözlerimden çekti. "Evet"
"Niye zombiye benziyormuşum ki?" Kısa bir süre sustu karşıya bakıp sonra büyük cüssesiyle yerinde kıpırdanıp bana cevap verdi. "Yüzün solmuş, gözlerin kızarmış ve dolmuş, mimiksiz ve nefes almak seni temizleyebilecekmiş gibisin."
Sustum. Öyle miydim? Öyleydim. Sanki derin bir nefes çekersem içime boğazımdaki yumru gider diye düşünmüştüm. Gitmedi.
Gitmedi anne. Yanımda olsaydın belki tutardın elimden, okşardın saçımın her bir telini, öperdin yanaklarımdan, kalbimi ısıtırdın, bana nasihatler verirdin... Ama olmadı böyle be annem. Olamadı. Şimdi tek başıma savaşıyordum kendimle...
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Çıkmaz Sokak (TAMAMLANDI)
Tiểu Thuyết ChungMutlu sonlar her zaman mutlu başlangıçların getirisi değildi. Ya da mutsuzluklar mutlulukla bitmez diye bir kural yoktu. Ağlarken gülünmez, gülerken ağlanmaz diye bir yargıda kalmamıştı. Herkes her an her şeyi yaşayabilirdi. Anlar farklı gereksiniml...