Her gün farklı bir gün müdür yoksa bir kaç değişiklikle önümüze serilen aslında aynı anılara gebe olan zamanlar mıdır?
Her düşünce farklı düşünceler mi doğurur yoksa aslında her düşünce paradoks gibi kendisine mi çıkar?
Her hayat ölümü tadarken mutsuz mudur yoksa bazı hayatlar ölüme giderken gülerek mi gider?
Peki ya biz? Hayatı yaşıyor muyuz? Yoksa yaşadığımızı mı sanıyoruz...Kulaklarım zihnimdeki sorularla uğuldarken kirpiklerimi ağır haraketlerle açmaya başladım.
İstemsizce zihnimin içinde bir sürü soru kendisine cevap arıyordu fakat benim hiç bir şeye verebilecek cevabım yoktu.Benim kendime bile gösterebileceğim bir yol yok ki sorularıma cevap bulabileyim.
Gözlerimi tamamen açtığımda pencereden vuran ışık gözlerimi hedef alırken yatakta doğruldum ve
hafiften gerindim. Her sabah uyandığımda boynuma giren ağrıdan nefret ediyordum.Yatakta bağdaş kurup kafamı cama doğru çevirdim ve bu güzelliğin tadını çıkartmaya başladım.
Güneş tepedeydi lakin yağmur camlara vuruyordu. Kuşların cıvıltıları bana kadar ulaşırken ilkbahar gelmeye başladığının haberini verme konusunda gecikmemişti.Bu kış hiç kar yağmamıştı ama çıkmamış candan ümit kesilmez belki kışın son günlerinde kar bütün beyazlığıyla şehire gelinlik giydirir,kim bilebilir ki?
Yataktan bacaklarımı sarkıttım. Bir kez daha ikinci kez girdiğim bu odaya göz attım. Her şey o kadar normal ve yerli yerindeydi ki kimse bu odada kendi canına kıyan bir kadının yaşadığını söyleyemezdi.
Ne kadar tuhaf. Bir gün var diğer bir gün bir ihtimal...
Ayaklarımı zemine basıp ayağa kalktım. Ayağa kalkmamla başım hafiften dönerken elimi komodine koydum ve gözlerimin önünü kapatan karıncalanmanın geçmesini bekledim. Yavaş yavaş kendime gelirken yukarıya çıkan pantolonumun parçalarını düzeltmek için yere doğru eğildim. Normalde kıyafetler ile uyumak beni çok rahatsız ederdi ama dün gece bunu pek sorun etmeyip kendimi uykunun kollarına hızlı bir şekilde bırakmıştım.
Sanırım değişiyordum. Zaten istediğim bu degil miydi ki? Değişmek...
Yazarın ağzından:
Dün gece herkes evde bir yerlerde uyurken Araf en son Sahrayla konuşmuş ve odasına çekilmişti.
Bu ev ablasından sonra ıssızken şimdi evin içinde üç nefes daha vardı. Tamam mirzanın evine çöreklenmesine alışıktı Araf lakin bir kadının evine girmesine hiç alışık değildi. Özellikle de ablasından sonra.
Sahi Araf ne çok değişmişti. Sürekli gülen ve ablasına abi gibi sahip çıkan araf, ablasını korunaklı kollarının altında saklayan araf, arkadaş ortamlarında ortamın mezesi olan Araf'a ne olmuştu.
Cevabı açıktı aslında... Ablasının ölen bedeni Araf'ın yaşayan ruhunu yanında alıp götürmüştü.
Çok yanmıştı Araf ve sonra soyadı gibi ateş olup ablasına bunu yapanları yakmak için ant içmişti. Ama daha andını yerine getirememişti.
Kardeşim dediği adam öz ablasının ölümüne sebep olmuştu. Sadece bu düşünce bile onun yanıp yanıp küllerinden doğmasına yetiyordu. Ama tuhaf bir his vardı içinde. Boğazını sıkan,kalbini yakan,kollarını bağlayan...
Hala inanamıyordu bir yanı Çınar'ın ablasına böyle iğrenç bir şeyi yaptığına...
Araf düşüncelerden çıkamayacak bir hale girdiğinde komodinin üzerindeki sigarasına uzandı ve bir dal çekip çakmağını yakıp sigarasını aleve verdi. Çok nadir sigara içerdi fakat içtiğinde her şeye içerdi. Az fakat öz...
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Çıkmaz Sokak (TAMAMLANDI)
General FictionMutlu sonlar her zaman mutlu başlangıçların getirisi değildi. Ya da mutsuzluklar mutlulukla bitmez diye bir kural yoktu. Ağlarken gülünmez, gülerken ağlanmaz diye bir yargıda kalmamıştı. Herkes her an her şeyi yaşayabilirdi. Anlar farklı gereksiniml...