Boran kovaya döktüğü alçı tozunu sulandırıp içine kattığı yeni bir kimyasalın alçının dayanıklılığını artırıp artırmayacağını test etmeye çalışırken duvardaki saate baktı. Bir saatten önce sonuç alamayacağını biliyor buna rağmen o bir saati nasıl etrafına ve kendine zarar vermeden geçireceğini hesap edemiyordu. Elleri ve ayakları istemi dışında bir hareketlilik yaşıyordu. İşine odaklanmak çareydi elbette ama alçı henüz hazır değildi, hiç içinden gelmese de zamanı akıtmak için bir şeyler çizeyim diyerek yağladığı tuval henüz yağı çekmemişti. Yarım bıraktığı tabloya bir fırça dahi atmak istemiyordu zira tabloda kullandığı renkler şu an canını sıkacak kadar aydınlık geliyordu ona. Daha karanlık daha keskin renklere ihtiyacı vardı. Hiçbir şey yapmadığı için çıldırmak üzereyken paletine koştu bu kez. Birikerek donmuş boyaları temizlemek için tiner kutusunun kapağını açmıştı ki teneke kutu ellerinin arasından kayıp yarısı yere boca olunca, daha fazla dayanamayan Boran yerde duran kutuya sağlam bir tekme geçirdi. Kutu duvarda sekerken Boran küfrederek odadan çıktı.
Küçük salonunda çöktüğü koltukta dizini şiddetle sallıyor, masanın üstünde duran sigara paketine bakıyor ve bir sigara yakmamak için kendisiyle inatlaşıyordu. Sigarayla göz göze gelmemek için başını eğdi. Elleri başına gidip, sırf alışkanlığından ötürü saçlarının arasına karışmak istese de toplamış olduğu saçlarını çekiştirmekten başka bir şey yapamadı. Sonra Gülseren Hoca'nın akşamüzeri kurduğu cümleler bir bir yankılandı aklının duvarlarında.
"Sana o çocuktan uzak dur dedim beni dinlemedin. Onu buraya getirme dedim yine dinlemedin. Ben seni oğlumdan ayrı tuttum mu Boran?"
İlk cümleleri, Gülseren Hoca'nın siniri geçsin diye hiç ses etmeden dinlemişti Boran, başını önüne eğerek. Biliyordu ki "Hocam ben bir şey yapmadım" dese daha çok öfkelenecekti kadın. Öte yandan bir şey yapmadım diyebilir miydi? Tekin'i daha baştan konuşturmamalıydı. Yok, bu çözüm değildi. İçeride çalışan bir öğrencinin eşyalarını göre göre o odaya girip sigara içmemeliydik doğru cevaptı. Ama işte...
"Kanın deli akıyor, anne babanla türlü anlaşmazlıklar içindesin ve tek başına hayatını kazanıyorsun. Okulla bağın zayıf burayı yuvan gibi görüyorsun. Hepsiyle beraber bastım seni bağrıma. Yıllar oldu hiçbir öğrencimle ilgilenmediğim gibi ilgilendim seninle. Ama buraya kadarmış oğlum. Bundan sonra sana, o insan müsveddesinden uzak dur demeyeceğim. Ama bu atölyenin kapıları sana kapalı bilmiş ol."
Başından aşağı dökülen kaynar sularla, eğdiği başını kaldırıp Gülseren Hoca'ya o zaman bakabilmişti. Hayret, üzüntü ve hatta acı ile "Ben bir şey yapmadım Hocam" diyebilmişti. Derken de suçluluk duyuyordu. Tıpkı şimdi duyduğu gibi...
Gülseren Hoca'nın o zaman sesi yükselmişti. Sesi yükselmekle kalmayıp gözleri de dolmuştu.
"Çok yazık. Bir kadına el kaldıracak kadar ne zaman alçaldınız siz. Yazıklar olsun sana."
Kadının öfkelenen sesi titrer gibi çıkıyordu dudaklarından. Boran, utancından ve öfkesinden yerin dibine girmek isteyerek hızla boş atölyeden dışarı çıkmaya yeltendi. Sonra içinde tuttuğu o ısrarcı yanı ağır bastı. Arkasına dönerek yalvarırcasına bağırmaya başladı.
"Ne yapayım Hocam? Özür dilerim. Elim, bir kadına bugüne kadar kalkmadı asla da kalkmayacak. Engel olamadığım için özür dilerim. Daha ne yapayım?"
Gülseren Hoca'nın önüne dönüp gözlüğünü çıkardığını ve hızla yaşaran gözlerini sildiğini görünce, arkasına dönüp bahçeye doğru öfkeyle yürüdü Boran. Binadan çıkıp sağına soluna bakındı. Tekin ilerideki bankta oturup bacak bacak üstüne atmış telefonuyla ilgileniyordu. Koşar adımlarla Tekin'in yanına vardığında genç adam kalkmaya yeltenmişti ki, Boran iki eliyle yapıştı Tekin'in yakasına.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Boya
General FictionParmaklarımın doğuştan yetenekli olduğunu çok duydum. Yeter ki bir kalem ya da bir boya verin bana. Başka bir şeye ihtiyacım yok. Ama kalbim sevmeye yetecek mi bilmiyorum. Onun müziğini işiten parmaklarım titremeye başlıyor. Korkuyorum.