-Oğlum tamam, daha saat erken, korkma içkiye doyuracağım ben bu gece seni. Ama önce bir yemek ye.
-...
-Konuşuyorum dinliyor musun lan sen beni?
Boran kafasını kaldırıp yalnız bira isterken, Tekin garsona döndü; ikisi için de sadece yiyecek bir şeyler istedi. Sonra Boran'la göz göze gelip geri çekti lafını. Karşısında baruttan farksız bir adam vardı. Bir yerde Boran'ın patlayacağını biliyordu Tekin. Sadece hangi laf, hangi cümle, hangi kelimeyle alev alacağını kestiremiyordu adamın. Ama hazırlıklıydı. Nerede, ne şekilde olursa olsun artık patlasın da kurtulsun istiyordu bu tehlikeden. Sonra tahribat ne ise, bir şekilde yeniden dikeceklerdi yıkılanları.
Dün öğleden sonra aramıştı Boran kendisini. Karaköy'de dar bir sokakta konuşlanan mahalle muhtarının küçük prefabrik kulübesinin köşe başına oturmuş sigara içiyordu Boran, Tekin yanına vardığında. Elinde haftalar öncesinden kalma bir celp vardı. Konuşmadan uzatmıştı Boran kâğıdı. Tekin eline alıp bir şey demeden bakmıştı kâğıda. Kendisine de yabancı değildi bu kâğıt.
"Okuldan kaydım silinmiş... Ayşe Teyze'nin cenaze haftasında eve kâğıt da gelmiş, ama benim daha şimdi haberim oluyor. Muhtarda kalmış evrak... Ağustos'ta gidiyorum." Sonra bir şeyler konuşmuşlardı. Ama anımsanmaya değecek şeyler değildi konuştukları. Fatih Askerlik Şube'ye gitmişlerdi beraber. Tekin eve dönerken Boran'la konuşmaya, onu konuşturmaya çabalamıştı ama öyle nafileydi ki bu çaba. Boran, oturduğu koltukta, sonuna kadar açtığı camdan dışarı bakmış ve gözlerini kapamıştı sadece. Sonra anlamsız bir çabaya girmişlerdi, askerliğin tecili konusunda. "Eylülde sınava gireceğim. Yani öğrenci olacağım tekrar, tecil ettirmemin bir yolu yok mu?" Aldıkları cevaplar olumsuzdu. Muhatap oldukları babacan adam kayıt ve yasa dışı bir şey söylemişti Boran'a. "Şayet gitmez ve okula kayıt yaptırabilirsen, o zaman tecil edebiliriz. Ama arada bir polis kontrolüne denk gelmemen lazım. Notere falan gidersen de haber veriyorlar ilgili mercilere. Yani kaçak oluyorsun, anla işte."
Tekin çok sevinmişti bu duyduklarına. Ona kalsa yol basitti. Yetenek sınavından geçen Boran'ın kayıt yaptırması dert değildi, ne olacaktı bir buçuk iki ay kaçak yaşasa? Ama Boran yanaşmamıştı bu fikre.
Garip bir teslimiyet içindeydi. Pek konuşmamış, bolca içmiş; Tekin'in Antalya'ya gitme fikrine karşı çıkmamış, ayakları biraz palazlanarak yürürken, iki kedi yavrusunu da kucağına alıp yatak odasına gitmiş ve öylece de sızmıştı.
Ertesi gün öğlen olmadan evden çıkmışlar ve ortalama iki yüz kilometre hızla giderek beş saatte Antalya'nın denizini selamlamışlardı. Tekin'in kullandığı arabada, Tekin iki kez radara yakalanmışsa da her zamankinin aksine Boran gıkını bile çıkarmamıştı. Otele vardıklarında, Tekin'in babası, ikisini de asla yaşlanmayan ruhuyla karşılamıştı. Bembeyaz saçları, Tekin'in vücudundaki dövmelerle yarışacak büyüklükte dövmeleri ve son sevgilisiyle lobide ikisiyle ayaküstü sohbet etmişti. Sonra Boran ayrı, Tekin ayrı bir odaya yerleşmiş; bir şeyler atıştırmadan, Lara Plajı'nın incecik kumlarında ayakları yanarak denize koşmuşlardı. İki gündür ilk kez gerçek bir canlılık belirtisi görmüştü Tekin, Boran'da.
Bütün hıncını denizle dövüşerek alan Boran, akşam güneşinin kızıllığında durmadan kulaç atarken, Tekin'in uzaklardan gelen sesiyle kollarını hareket ettirmekten vazgeçmişti. "Kıbrıs'a selam söyle olur mu? Kuzeyde dur, Güney'e yaklaşırsan vurur seni asker abiler."
Boran sahilden bakıldığında, küçücük siyah bir nokta halini alana kadar yüzmüştü. Kollarında ince bir sızı ve ağzına dolmuş tuz tadıyla durduğunda, ağlamak isteyip ağlayamamış, yalnızca güneşe döndüğü yüzünü buruşturmuştu. Suyun üstünde hareketsiz kalkmak, salıncakta sallanmak gibiydi. Bir yandan minik dalgaların onu savurduğunu biliyor ve öylece teslim oluyordu onlara. Asker olamayacağı bir yere kadar savursun istiyordu dalgalar onu. Hiç istemediği bir yere -neresi olduğu bile belli değildi oysa- gitmek mecburiyetinde olmak o kadar acımasızdı ki... Kim bilir kaç adamla paylaşacağı bir koğuşta, kendisi dışında belirlenmiş kurallar bütünüyle, hiçbir sevdiğini görmeden, duymadan geçireceği bir yıl... Ömründen bir yılı çalacaklardı öylece. Bunlara da katlanılırdı. Herkes nasıl katlanıyor ve katlanmak için hangi ruh haline bürünüp hangi maneviyata sığınıyorsa, o da yapardı bunu. Ama ya Miray? Ona ne diyecekti? "Bekle beni..." Bekleyeceğini biliyordu ama beklemezse diye çok korkan, her şeyden çok korkan bir yanı da vardı. Dün gece telefonda bile konuşamamış, uykulu olduğunu sanan kız da diretmemişti. Oysa yolda Antalya'ya gittiğini söylediği kız, bu ani tatille biraz şaşırmış araba kullandığını söyleyen Boran ise konuşmayı uzatmamıştı. Ama şimdi, sudan çıktığında yüzleşeceği bazı gerçekler vardı. Miray dönene kadar söylemeyecekti ona bu durumu. O zamana kadar da normal davranmaya gayret edecekti.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Boya
General FictionParmaklarımın doğuştan yetenekli olduğunu çok duydum. Yeter ki bir kalem ya da bir boya verin bana. Başka bir şeye ihtiyacım yok. Ama kalbim sevmeye yetecek mi bilmiyorum. Onun müziğini işiten parmaklarım titremeye başlıyor. Korkuyorum.