-Önce karnımı doyur benim, sonra eve gidelim.
-Hay hay... Ne yemek istiyor canın?
Miray kemerini bağlamadan önce biraz daha sokuldu adama. Haylaz gözleri Boran'ı tepeden tırnağa defalarca süzdü. Karşısında mıydı sahiden adam? Bitmişti yani ayrılık, henüz hasreti dinmemişti ama sabaha bir yudum özlem bile kalmayacaktı içinde, öyle miydi? Kızın ışıldayan gözleri hala kıpır kıpır bir heyecanla kendisine bakarken konuştu Boran.
-Tamam, beni yemek istiyorsun. Duygularımız çok karşılıklı ama önce müsaade et karnı doysun küçük hanımın.
-O zaman en yakındaki kebapçıya götür beni, sonra doğrudan Karaköy'e.
Beşiktaş bir seçenek bile değildi. En yakında buldukları ve daha evvel hiç gitmedikleri bir kebap salonuna vardıklarında, Miray öyle hızlı ve öyle çok yemek yemişti ki, bir yerden sonra Boran yemek yemeyi bırakıp kızı izler olmuştu.
-Caroline merak ettiği için orda bir kebapçıya da gittik. Ayran da buldum ama tadı hiç buradakiler gibi değil.
Pipetine asılıp ayran kutusunun tabanını sömürürken konuşuyordu Miray.
-O şnitzelli, Sachertorteli fotoğraflar hep düzmece miydi? Ben de diyorum sevgilim oralarda bilmem ne otellerinden, restoranlarından nasıl kalkıp gelecek buraya?
Biraz mahcup olarak ve dilini çıkararak güldü kız.
-E işte onlar işin sosyal medya yüzü. Gece olunca ne yiyeceğimizi şaşırıyorduk. Hiçbir şeyleri doyurucu gelmiyor bana. Caroline, Odessa doğumlu ama Kopenhag'da okuyor. Orada da dönerci falan çokmuş. Eh bayağı gece yemeklerine düştüm. Dans da edemeyince küçük bir göbeğim bile oldu.
Miray tişörtünün üzerinden göbeğini tutmaya çalışırken Boran onu nasıl da hayranlıkla izliyordu oysa.
-Tabii ben orada yirmi dereceye dua ettiğim için senin gibi ten de tutamadım. Eve bir gidelim bakalım nerelerin yanmış. Yanmayan yerlerini de ben yakacağım.
-Çok yanmadım ki. İşte sabahlara kadar dışarıda olunca ancak akşamüstü denize girebildik.
Miray'ı kıskandırmak öyle kolaydı ki... Boran ve Tekin Antalya'dayken, gece gezmelerine ayrı deli olmuştu, deniz ya da havuzdan gelen görüntüleri ayrı kıskanmıştı. Şimdi sırf kızı kızdırmak için ona takılan Boran'a, aynı deniz mavisi gözleriyle cevap veriyordu kız.
-Evet, evet anlatacaksın o sabaha kadarları.
-Anlatırım, bir gidelim evimize.
Burada yapabildiği tek şey olarak kızın eline uzanıp avucunu öptü Boran.
-Çenem de düştü hadi kalk gidelim.
Öyle neşeliydi ki Miray. Arabaya binince koltukta yan dönüp dizlerini karnına çekti. Yolculuk yaparken şişen ayakları sandaletinin deri kayışlarını zorluyordu. Hiçbir şey yapmamış da olsa yorgun hissediyordu. O yüzden, İstanbul'un trafiği yerine Boran'ı seyretmeyi tercih etti. Yol boyunca gözünü adamdan hiç ayırmadı. Karaköy'e vardıklarında Boran kızı ve eşyalarını kapının önünde indirdi. Miray adamın arabayı park etmesini beklerken su yeşili apartmana baktı uzun uzun. Buraya ilk geldiği günden beri değişmeyen tek şey bu eve bakarken hissettikleriydi. "Evim hissi" derken Boran geldi yanına. Boran'la beraber gürültüyle taşıdıkları eşyaların ardından eve adımını atar atmaz, ilk işi derin bir nefes almak olmuştu. "Şu vernik kokusunu nasıl özledim bir bilsen orda." Boran kapıyı ardından örterken, önünde duran kızın arkasından doladı kollarını. Sonra kızın saçlarından başladı koklamaya. Aynı anda elleri, ayırt etmeksizin kızın her yerini okşamaya çabalıyordu. "Özlemek nedir, nasıl olur, kaç çeşidi vardır; hepsini bana sor."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Boya
Ficción GeneralParmaklarımın doğuştan yetenekli olduğunu çok duydum. Yeter ki bir kalem ya da bir boya verin bana. Başka bir şeye ihtiyacım yok. Ama kalbim sevmeye yetecek mi bilmiyorum. Onun müziğini işiten parmaklarım titremeye başlıyor. Korkuyorum.