Sonbaharın yazı kıskandıracak sıcaklıktaki günlerinden birini yaşıyordu İstanbul. Miray oturduğu çardakta, önündeki ahşap masanın oyuntuluklarıyla oynuyor, sırtından aşağıya bir ter damlasının süzüldüğünü hissediyordu. Bunaltan havanın tesiriyle oflayarak saçını toplarken sola döndürdü başını. Hüseyin Amca'yı, kucağındaki Kömür'ü ve Hüseyin Amca'nın sandalyesini iten Orhan Amca'yı görünce ayaklandı.
-Bu sıcaklarda gelmeyeydin bari kızım.
Alnındaki terden mi belli oluyordu kızın nasıl bunaldığı. Yine de gülerek konuştu Miray. Elleri hiç düşünmeden Kömür'e uzandı.
-Yok Hüseyin Amca, çok sıcak değil bugün. Dün çok kötüydü hava. Nasılsın, iyi misin? Sen iyi misin Orhan Amca?
-İyiyiz yavrum biz. Güneş varken içeride, güneş yokken dışarıda tavla oynaya oynaya geçiriyoruz günleri.
-Valla ben Hüseyin Abi kadar şanslısını görmedim burada. Hep böyle genç, güzel kızlar, yakışıklı oğlanlar geliyor ziyaretine.
-Kıskanma Orhan, nazar edeceksin bir gün ayakları kesilecek diye korkuyorum ben.
-Aşk olsun, neden kesilsin ayağımız. Hem biliyorsun Bor...
-Boran'ın ayağı kesilmez. Evladım gitmeden bir seni, bir beni bırakacak diye dert oluyordu içine.
Hem Miray'ın hem Hüseyin Amca'nın gözleri dolarken araya girdi Orhan Amca.
-Durun yahu hemen açıyorsunuz muslukları. Kızım sen mukayyet ol bari kendine, biz ihtiyarız bir yıl sonrası toprak mı dünya mı bilinmez. Siz daha yolun başındasınız nedir ki oncacık zaman. Limonata alıp geliyorum, sakın ağlamayın ben gelene kadar.
Miray da Hüseyin Amca da gözlerini elleriyle silerek baktı birbirine. Sonra gülmeye başladılar. Miray Kömür'ün kendisini yere atmak için çırpınan haline aldırmadan hayli büyümüş kedinin boynuna götürdü dudaklarını. Şimdi Kömür'ü öperken, onu buldukları güne gitti aklı. Beşiktaş'taki evde yere kıvrılıp yatan Boran'ı düşündü. Öptü kediyi. İnler gibi ince bir ses döküldü dudaklarından. Boran'ı öper gibi sokuldu Kömür'ün burnuna. Sonra yere bıraktı kediyi ve Hüseyin Amca'ya döndü yüzünü.
-Yakışmış gömleğin.
Hüseyin Amca şöyle bir gövdesine bakındı.
-Allah razı olsun da alıp durmayın bana bir şeyler. Ben var olanları eskitemem, yenisine ne lüzum var.
-Olsun, havalar sıcak, terledikçe değiştir sen.
-Arıyor mu bizim oğlan?
-Arıyor, akşamdan akşama fırsat buldukça.
Arıyordu. Boran'ı Safranbolu'ya Tekin ile beraber götürmüşler; öğlen vardıkları ilçede akşama kadar vakit geçirip sekizde askeriyenin kapısında bırakmışlardı Boran'ı. Söylenecek çok bir şey yoktu. Tekin'in bile gözlerinin dolduğunu görmüştü kız. Başka da bir şey hatırlamıyordu. O andan beri sanki burnunun ucunda hep adamın dudaklarının izi var gibi geliyordu ona. Eve döndükleri yol boyu pek konuşmamışlar; Miray ise nefesi kesilene kadar ağlamıştı. İstanbul'a vardıklarında saat gece yarısını bulmuş, Karaköy sokaklarına girdiklerinde Tekin de isyan etmişti Miray'a.
"Allah aşkına artık ağlama, sigara içsen bu kadar solmazdı ciğerin."
Sonra kız daha yüzünü silip adama cevap veremeden acı bir fren sesiyle irkilmişti Miray yerinde. Gayri ihtiyarı sırtı geriye yapışmış, eli arabanın camından destek alırken sesi birden yükselmişti.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Boya
General FictionParmaklarımın doğuştan yetenekli olduğunu çok duydum. Yeter ki bir kalem ya da bir boya verin bana. Başka bir şeye ihtiyacım yok. Ama kalbim sevmeye yetecek mi bilmiyorum. Onun müziğini işiten parmaklarım titremeye başlıyor. Korkuyorum.