30: Kıyamet

44.3K 1.9K 2.6K
                                    



25 HAZİRAN SALI



Pazar günü, akşamüzeri Avukat Hakan Bey'in ofisinden çıkan kız kendini attığı bir sahil kenarında, banka oturup sessiz sessiz ağlamıştı bir saat boyunca. Gelen geçenin kendisine baktığını fark edince, bile isteye birbirinden alakasız vasıtalara binmiş ve hava kararınca girmişti eve. Çello çalmak istemiş ama yayı tutun eli anlamsızca gezmişti tellerin üzerinde. Farkında olmadan sekiz notalık bir beste bile çıkarmıştı ortaya. Ama şu an en son düşüneceği şeydi bu. Sıcak gökyüzüyle, esmeyen rüzgarla terasta bunalınca içeri atmıştı kendisini. Ayağının dibinde gezen Clara'ya bile aldırmadan yatağa uzanmış ama içinde katranlı acılar varmış gibi acıyan gözlerini yumamamıştı bir türlü. Sonra Boran'a bir mesaj atıp uzun yolculuklarda kullandığı uyku ilaçlarından iki tane alarak uyumayı başarabilmişti. Pazartesi günü başarabildiği kadar geç kalkıp öğlen saatlerinde bakımevine gitmiş, akşama doğru oradan çıkıp eve gelmiş, üstünü değiştirip onca zaman sonra dans etmek üzere Bayoğlu'na gitmişti. Çünkü akşamları herkes ve her şey susunca kendi sesi çığlıklar halinde dönüyordu kulaklarına. O sesleri susturmak mümkün olmuyordu. Bir avuç uyku ilacını alıp perşembe gününe ulaşmayı öyle çok istiyordu ki... Konuşmamak ve düşünmemek çok zordu. Susmak kolaydı. Ama dilinin sustuğuna içindeki ses kayıtsız kalamıyordu. Sırf bu sebeple birkaç kez daha aramıştı Tekin'i. Dönmüyordu adam, açmıyordu telefonu da... Oysa Tekin doğru insan mıydı bunu konuşmak için onu bile bilmiyordu ama çaresizlik denilen şey hiç istemediği şeyler yaptırıyordu insana. Belgin Hanım'ın kendisine ulaşması gibi.

İşte bütün düşüncelerin sonu yine aynı yerde düğüm oluyor ve kilitleniyordu kızın aklı.

Uyandığı salı sabahı tek başına kahvaltı yapmamak için doğrudan bakımevine gitmişti. Havalar ziyadesiyle sıcak olduğundan yemekhanede kahvaltı ederdi Miray'ın delikanlılar ve hanım kızlar diye sevdiği ihtiyarlar. Akşamüzeri güneş, bakımevinin genişçe bahçesinden elini eteğini çeker, çay saatindeki atıştırmalıklarını ve akşam yemeğini kamelyalarda ya da küçük süs havuzunun yanına taşınmış masalarda yerlerdi. Miray, burada çalışan bir hasta bakıcı ya da mesaili çalışan bir yardımcı kadar aşinaydı artık kurallara. O yüzden kahvaltı saati onu yemekhanede gören hiç kimse şaşırmıyor ama sanki dış dünyadan biri aralarına gelmiş gibi mutlu oluyor, gece olan biteni anlatmaya çalışıyor ve dışarıya dair sorular soruyorlardı.

-Aaa Miray gelmiş. Yavrum gelsene buraya. Taze limondan limonata yapmış Cezmi Usta nasıl güzel olmuş nasıl bir bardak alıver kendine.

Kız ona bakan Perihan Teyze'nin pamuk yanağına bir öpücük bıraktı.

-Tansiyonun düzeldi mi senin? Düşürmesin daha da tansiyonunu limonata?

-Bir bardak içebilirsin dedi Tuğba Hanım. Fazlası olmazmış. Sen de maşallah yönetimin eli gibi gezer oldun içimizde.

Kadın sanki ikinci bardağı da içmek isteyip kızda yüz bulamazmış gibi afacan bir halde kaçırdı gözlerini.

-Kusura bakma ama Silifke'nin limonu varken başka limondan yapılan limonataya bakmam ben.

Bir göz kırptı kadına Miray ve çellosunu boş bir sandalyeye bırakırken, arka masadan başka bir kadın seslendi kıza.

-Kızım benim dediğim dergiyi bulabildin mi sen?

Reklamlarda gördüğü örgü modeli için bir dergi rica etmişti Safiye Teyze kızdan ama Miray'ın aklından çıkmıştı tamamen. Bir anda hatırlar gibi eli ağzına gitti.

BoyaHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin