Gözlerinin içine baktığım zaman,
Bütün üzüntü ve acılarım yok olacak.
Ah, ama ağzını öptüğümde,
O zaman tamamen ve bütünüyle iyileşmiş olacağım.
Robert Schumann / Heinrich Heine
Dichterliebe, Op. 48, No:4
Boran, hızla üzerini değiştirirken içinden bir ses, oraya gitmesinin ne kadar saçma olduğunu söylüyordu kendisine. Deri ceketini giyecekken, tüm gün terasta olmanın etkisiyle biraz üşüdüğünü anlayıp kalın montunu aldı salondan. Saçları, hatta üstü başı tamamen mangal kokuyor olmalıydı çünkü daha arkadaşları gideli pek az olmuştu ve duşa girecek vakit bulamamıştı. Tek gayesi yıkanıp yarın, müzik eşliğinde çizmek istediği tuvali hazırlamak iken, tanımadığı bir numaradan gelen telefon ile geceye kalmıştı bu hayali.
Telefonun öte yanından gelen gürültü önce şaşırtmış ardından gürültüyü aşıp kendisine ulaşan o bilindik ama her zamankinden daha sakin ses ile yattığı yerden doğrulmuş ve öyle konuşabilmişti.
-Boran, biliyorum son zamanlarda çok hoş şeyler olmadı. Ama beni bir kez dinlersen sevinirim.
-Tuğçe?
-Benim... Gürültü için kusura bakma sahnemiz var bu akşam.
-Niye beni arıyorsun, hangi yüzle arıyorsun daha doğrusu?
-Haklısın tepkinde. Sadece on beş dakikanı rica ediyorum. Jungle'dayım. Saat dokuzda ara vereceğiz. Çok zamanım yok zaten. Atölyeye ya da stüdyoya tekrar gelmem mümkün değil ama hoş olmayan şeyleri bir kez izah edip özür dileyeyim en azından. Yakın oturuyorum demiştin, uğraman mümkün mü acaba? Diğerlerine de iletirsin söylediklerimi.
Adam hem şaşkınlıkla hem de en az bir o kadar öfkeyle dinliyordu kızı.
-Neyi izah edeceksin Allah aşkına, neyi konuşacağız? İzah edebileceğin bir durum mu var senin?
-Boran haklısın. Bir kere konuşalım. On beş dakika... Miray çok ağladı benim yüzümden. Ona da söz verdim özür dileyeceğim diye. İçim rahat etsin, sözümü tutayım en azından. Sadece on beş dakika yeterli.
Miray'ın beresini başına geçirip yola çıktığında hala doğru karar verip vermediğini sorguluyordu. Ne söyleyebilirdi ki Tuğçe? Yetişkin bir insanın, birine sinirlenip pembe dizi kıvamında bir intikam oyunu oynaması da, hırsını insanlardan alamayıp o insanların tablolarına saldırması da açıklanabilecek şeyler değildi. Ama işte Miray'ın o gün nasıl üzüldüğünü hatırlayınca, onun hatırına saat dokuza yaklaşırken düştü yola.
Cuma kalabalığının içinde, daha mekânın olduğu sokağa yaklaşırken boğulan adam, kapıya geldiğinde tek başına olduğundan içeri alınmadı. Eli mahkûm kıza mesaj atıp bekledi kapıda. Az sonra her zamanki coşkulu hareketlerinden arınmış bir Tuğçe geldi dışarıya. Kızın yanında, ilk kez Jungle'a geldikleri akşamdan hatırladığı bir yüz de vardı.
-Siz tanışmadınız değil mi? Boran, bu bateristimiz Can. Can, Boran.
-Bu ara baterist adını pek duymak istemiyorlardır senin yüzünden. O yüzden beni karıştırmasaydın iyiydi Tuğçe. Kusura bakma kardeşim.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Boya
General FictionParmaklarımın doğuştan yetenekli olduğunu çok duydum. Yeter ki bir kalem ya da bir boya verin bana. Başka bir şeye ihtiyacım yok. Ama kalbim sevmeye yetecek mi bilmiyorum. Onun müziğini işiten parmaklarım titremeye başlıyor. Korkuyorum.