10: Mandalina

47.1K 2.3K 952
                                    










Yanağını yanağıma yasla,

O zaman gözyaşlarımız beaber akacak;

Ve kalbime karşı sıkıca bastır kalbini

Sonra nabızlarımız birlikte alevlenecek.

Robert Schumann / Heinrich Heine - Dichterliebe (Op.142, No:2)





***





-Bırak bana onları.

-Çelloyu alırım ben.

-Bana bırak dedim.

Taksiden inip kızın yüklerini sırtlayan adam, Miray'ın topuklu ayakkabılarının, Karaköy'ün Arnavut taşlarıyla bezeli, yokuşlu sokaklarıyla ne kadar uyumsuz olduğunu görüp kızın elini tutmak yerine omzuna sarılarak yürümesine yardım etmişti eve kadar. Boran, anahtarını çıkarıp kapıyı açarken, Miray başını kaldırıp bakmıştı eve. Yine o "evimmiş" hissi doluyordu içine. Kapıyı açıp kızın girmesini bekleyen adam da gözlerini Miray'ın mavi gözlerine sabitlemişti. Kendisine bakıldığını anlayan Miray, nihayet Boran'a döndüğünde "Seviyorum bu evi" diyerek girdi içeri.

Miray ilk merdivene adımını atarken sağındaki tırabzanı tutunca, Boran'ın eli yetişti hemen kızın sol eline. Havadan mıydı ellerinin soğukluğu yoksa başka bir nedeni mi vardı? Oysa ikisinin de içinde, her dakika daha fazla büyüyen bir yangın vardı. Ayşe Teyze ile Hüseyin Amca'nın kapısının önünden geçerken "Kömür?" dedi Miray. Çok mu yanlış bir andı onu sevmek için? Boran önce önünde durdukları kapıya baktı, sonra kıza dönüp yaklaştı. Hala elleri kenetlenmiş haldeydi. "Bu saatte uyur onlar. Sabah alırım erkenden olmaz mı?" Miray, sanki elini tutan elin daha da sıkı kavrandığını hissetti o an. Sahi, sabaha kadar kalacaktı bu evde... Başını sallayıp yukarı çıkmak üzere ilk basamağa adımını attığında içinde esen rüzgâr şiddetini arttırdı. Rüzgâr şiddetlenince, içindeki yangın da büyüdü. Karşılıksız bıraktığı öpücüğü misliyle iade edecekti Boran'a. Arka arkaya çıktığı dört basamakta ayaklarının hızlanmasının sebebi buydu belki de. "Yavaş ol, düşeceksin o ayakkabılarla." Adamı da çekiştiren Miray "Düşersem tutarsın nasıl olsa." dedi. Sabırsızlandığını çok mu belli ediyordu kız? Boran'ın anahtarı tutan eli titrer gibi olup, metal çubuk bir türlü deliğine girmeyince, Miray biraz daha sokuldu adama. Bu sabırsızlık kapının açılmasını daha da güçleştirdi.

Nihayet kapı açıldığında, karanlık koridora ilk adımını atan Miray'dı. Ahşapla karışmış vernik kokusu içine dolarken, Boran'ın da içeri girip kapıyı örttüğünü duyuran o sesle arkasına döndü kız. Boran'ın sağ eli duvarda gezinip ışığı açacak düğmeyi ararken karanlığa alışmaya çalışan gözleri birbirini seçmeyi başarmıştı.

Miray adamdan kendisine gelecek bir adımı beklerken, ayakkabılarını çıkardı. Ama gözlerini Boran'ın üstünden de ayırmıyordu. Kendisi gibi ayakkabılarını çıkarıp salona geçen Boran önce üzerindeki ceketten kurtuldu, zira bu akşam öyle çok terliyordu ki... Bir yerden başlaması gerekiyordu saatlerdir aklında döndürdüğü konuşmaya. Bu odayı sevmişti Miray. Duvardaki resimleri gördüğünde ellerini tutmuştu. "Senin güzel bir ruhun var." demişti. O halde burada konuşmak hoşuna giderdi kızın. Ceketini koltuğa bırakıp kapıya döndüğünde, az evvelkinin aksine kısacık boyuyla kendisine bakan kız o kadar küçük görünmüştü ki gözüne... Önce ona sımsıkı sarılmak istedi. Tıpkı o koridorda olduğu gibi sımsıkı sarılmak ama sarılırken daha çok koklamak. Saçlarını, boynunu koklamak... İki adımla kızın yanına yaklaşırken, Miray "o anın" geldiğini düşündü. Kalbi deli gibi atıyordu sıkıştığı yerde. Çok istese de bir türlü hatırlayamıyordu adamın kendisini öptüğü anı. Kısa bir öpücük değildi ama tek bir saniyesi bile canlanmıyordu gözünde. Oysa hatırlamak istiyordu, nasıl dokunmuştu Boran kendisine? Nasıl içine çekmişti dudaklarını? Tekrar yaşamak istediği bu anı, Boran kendisine yaklaşırken bu kez kendi cesaretiyle başlatabilir miydi? Boran dibine kadar sokulmuş ona eğilirken, parmak uçlarına yükseldi Miray. Öyle yakıcı bir birleşmeydi ki... Aynı Boran'ın yaptığı gibi adamın üst dudağını dudaklarının arasına alıp bırakmazken, Boran da kendisine karşılık verdi. Elleri hemen adamın tıraşlı yüzüne uzandı. Daha çok görmek, daha çok duymak, daha çok koklamak; kısaca daha çok hissetmek istiyordu. Bir saat sonra da, günler sonra da her şeyi, her detayıyla hatırlamak istiyordu. Bu yüzden mi nefes almayı unutur gibi öpüyordu adamı? Bu yüzden mi soluksuz kalıp böyle boğuluyormuş gibi sesler çıkıyordu ağzından? Sonra bir de adamın baştan çıkaran kokusu vardı. Hep böyle mi kokuyordu adam? Ah bir de ellerini beline dolamıştı Boran... Arzulamak ve sevmek birleşince mi böyle bir hale geliyordu adam?

BoyaHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin