*
Saatin gece yarısını ne zaman geçtiğini anlamamışım. Bizim ev öyle büyük gürültülere şahit olmaz. Nasıl olsun ki. Su'yun sesi annesinin sesinden akan damlacıklar gibi. Küçük, narin. Ben onu gıdıklayarak yatağa ya da koltuğa gömmezsem, alıştığım sesin bir tık yükseğini bile duyamam. Ateş ağladığı zaman pis olur. Eşek sıpası da sık sık ağlar ama ben onu avutmanın yollarını da bilirim. Sikile sikile öğreniyorum desem daha doğru olur. Aslında Ateş başlı başına deneysel bir velet. Bilim adamlarına versek üzerinde manyak çalışmalar yapabilirler ama ikinci güne bize geri postalamaları da mümkün. Misal Su üşüdüğü zaman ağlardı bebekken. Bütün bebekler böyleymiş daha doğrusu. Ulan zaten normali de bu ama Ateş'i sıfır derecede balkona bırakınca ağlıyorsa bile susuyor eşek sıpası. Kendi çapında bir jargonu var, henüz çözemedik, yavaş yavaş alışıyoruz onunla yaşamaya. İki yaşını doldurmasına az kaldı, zaten ikide de bu iş olmuyorsa... Bir fıçıya koyup Kıbrıs'a doğru tekmeleyeceğim onu Lara'dan. Ha böyle konuşunca evde Ateş'in borusu ötüyor sanmayın. Şayet benim beynim sikilmişse ilahi bir güç Ateş'i susturur. Genelde bu ilahi güç Derin oluyor. Çocuğu hakikaten balkondan atmamdan korkuyor Derin. Ben o kadar manyak mıyım... Ha bir de evin en huzurlu parçası var ki, işte o Derin... Derin'in dinginliğinin sözle izahı olmaz.
Yine de bir deli anımda Ateş'in ipini çekebilirim. Ne de olsa artık Arda var. "Oğlum." Aslında oğlum kelimesine Ateş'le ısındım ama Ateş'ten başkasına oğlum diyebilmek beni şaşırtıyor. Arda bana bugün ilk kez "baba" dedi. "Ba-ba!" Kızgın bir demir gibiyim Arda'nın karşısında, tavında dövülüyor, Arda'ya göre şekil alıyorum. İşte beni asıl şaşırtan da bu. Ateş ve Su için istedikleri, arzu ettikleri her şey olabilirim, bu su götürmez bir gerçek ama Arda için... Arda bu eve adım atana kadar bu sorunun cevabı bir vida gibi beynimi delip durdu. Orospu çocuğunun teki yıldızlı tornavidayla beynime ağır ağır sokup durdu vidayı, başıma ağrılar gire çıka hoşafa döndü kafam. Yalnız Derin istiyor diye Arda'yı bu eve getirmedik. Öyle olsa tamam demezdim Derin'e. Evet, Arda ile Derin istiyor diye tanıştım, o istiyor diye ilgilendim, ona hediye götürdüm, onunla oynadım... Bunları belirli aralıklarla Derin istiyor diye yine yapardım. Yaptım da. Arda benim oynadığım, oyuncak verdiğim, sohbet ettiğim tek çocuk değil ki. Derin'in sınırsız bir iyilikle el uzattığı her yerde, onun diğer elini de ben tutuyordum zaten.
Oynadığım onca çocuk içinde, yanından ayrılırken ağlayan zırlayan çok oldu. Olur elbette. Çocuklar oyun arkadaşlarını sever, bırakmak istemez. Esirgeme kurumu gibi bir yere gitmenin en boktan tarafı da o ayrılık saatidir zaten. Sevilmek için kıçını yırtan, zaten bunu hak eden ve yerde sevgi var deseniz eğilip yalamaya hazır olan bir sürü çocuk... Hayatları boyunca da bir tarafları hep eksik ve yarım kalacak olan o talihsiz çocuklar... Birçoğu it kopuk olacak. Suçlu olacaklar. On sekizini dolduran cezaevine yatay geçiş bile yapabilir. Kendini satacak olanlar da çıkacak aralarından. Alkol, kumar ve çeşitli bağımlılıklara sürüklenenler, potansiyel suç makinaları... O zaman çıkıp arkalarından beddualar üfleyecek insanlar. Küfür, hakaret gırla! Hak edecek de şerefsizler buna eminim. Şimdi çipil çipil bakan gözleri yarın bir adamı deştikten sonra da aynı parıltıları taşıyacak, buna hiç şüphem yok.
Allah kitap demeyeceğim, şans falan filan da. Hayatın kendisi bu. Hayat onlara bunu vermiş, onlar da hayata aynını iade edecekler. Diyeceksiniz ki "neden böyle konuşuyorsun, Bak işte Derin..." Derin bambaşka ama bir o kadar da onlar gibi. Kalbinde bir toz zerresi kadar kötülük olmadığına kalıbımı basarım. Mükemmelliğinin boyutlarını anlatmaya kalksam, bir yerden sonra sıkıntıdan patlarsınız, sabredemezsiniz. Ama bir de açık yaraları var ki, ne olursa olsun ben onları kapatamıyorum. Ne derseniz... Asla iyi bir anne olduğuna inanmıyor. Böyle deyince komik geliyor kulağa biliyorum. Allah başka dert vermesin kardeş deyip geçebilirsiniz. Ama Su hasta olduğu zaman "Benim yüzümden oldu," diye kahroluşları var ki, işte o zamanlarda ben Derin için çok üzülüyorum. "Amına koyayım ne alakası var?" demek istiyorum ama o öyle sikik sebeplerle kendini suçluyor ki! Mayısta kreşe tişörtle giden Su üşütünce, Derin benim yüzümden oldu diye ağlıyordu. Kasımda yeleğiyle terleyen Su öksürünce Derin yine benim yüzümden oldu diye ağlıyordu. Su'nun sırt çantası diğer veletlerinkinden her zaman daha ağırdır. Derin onun çantasına neyi koyacağını bilemeyince, her şeyi koyardı. Bir gün öğretmeni "Artık yelek koymayın çantasına," dedi diye Derin öyle çok utanmış ki! Lan bunda utanacak ne var dedim içten içe ama Derin yine ağlıyordu. Yani mesele benim bakınca gördüğüm düzlük kadar basit değil, bunu kabullendim. Derin benim dümdüz gördüğüm vadiyi, kendi penceresinden bakınca bir sürü çukur ve tümsekle beraber görüyor. Neden mi? Çünkü o da o kurumda yetişen bir çocuk. Gücüne hayran kaldığım anları da var, güçsüzlüğüne hayretle baktığım anları da... Miray'ı gizli saklı aradığı zamanlar oluyor, bana bile göstermek istemiyor zayıf hissettiği yerleri, anlıyorum. Her insan ne kadar basit ve aynı anda karmakarışık.

ŞİMDİ OKUDUĞUN
Boya
Ficción GeneralParmaklarımın doğuştan yetenekli olduğunu çok duydum. Yeter ki bir kalem ya da bir boya verin bana. Başka bir şeye ihtiyacım yok. Ama kalbim sevmeye yetecek mi bilmiyorum. Onun müziğini işiten parmaklarım titremeye başlıyor. Korkuyorum.