Derin o kadar ahmaktı ki, saat beş olmasına rağmen gece karanlığı çökmüş Antalya'nın yağmuruna balıklama atlamıştı o gün. Onun arkasından evin içinde tekme atmadığım tek bir kapı kalmamıştı. Otursa kıçının üstüne, sussa ne olurdu sanki? Ne diye dram yaratıyordu yaşadığı her halttan? Ben ona yanlış bir şey söylememiştim. Gidecek yeri mi vardı da valizi alıyordu eline? Bunlar hep okuduğu saçma, romantik romanların etkisiydi. Bir de izlediği aptal bir dizi vardı. Bir insan sadece ağladığı bir şeyi neden izler ya da neden okur anlamıyorum. Gerçekten anlamıyorum. "Bak benimkinden daha rezil hayatlar da var, ben ara sıra ağlıyorum ama bu kitaptaki karakter hep ağlıyor." demek için mi?
İşte oradan buradan gördüğü güçlü duruşların taklidiydi o valizi almak istemesi. Oysa insanda biraz mantık olmalıydı önce. Bir bak havaya, bu havada nereye gideceksin? Sahilde iki saat oturup dönmek istesen karnındakini hastalıktan düşürürsün zaten, bu kadar tantanaya gerek var mı?
Bir de çok şaşkındım. Hamile kalmasına değildi şaşkınlığım. Olabilirdi, kazaydı. Ben kontrolsüz bir adam değildim, ama bazı geceler oluyordu ki; biraz alkol biraz da Derin kokusu çıldırtıyordu beni. Kazaydı, o kadar. Beni bu kadar sarsan Derin'in çözümü basit bir hadiseyi kıyamete çevirmesiydi. Bir kadın, yirmi yaşında, üniversitede okuyan bir kadın... Çocuk doğurmak ister miydi hiç? Aksini düşünmek bile mide bulandırıcıydı. Şu dünyada baba olacak son insandım ben. Yine de Derin evden çıktıktan sonra, içimde aptal bir ses "git peşinden" dedi. Eline bir şemsiye tutuştur, rüzgâr şemsiyeyle beraber uçursun onu, sonra sike sike dönsün eve... Hayır, bir de zaten hastalıktan yeni kalkmıştı kafası. Bir yandan onu hasta eden içindeki miydi yoksa gerçekten mi hastaydı onu düşünmeye başladım. Daha çok hasta olacaktı. Öte yandan hasta olup düşük yapsa çok mutlu olacak bir yanım vardı, tertemiz bir kurtuluş olurdu bu.
Bunları düşünürken beni evden dışarı iten şey neydi bilmiyorum ama ben de dışarı atmıştım kendimi. Önce otoparka inmiş ve arabayı almış; sonra da cadde üzerinde yürüyen bir Derin aramaya başlamıştım. Yağmurdan sırılsıklam olmuş, aptal bir kız...
Ama düşündüğümü bulamamıştım. Aradığımdan daha acınası bir halde görmüştüm onu evin yüz metre ilerisindeki otobüs durağında. Yağmurdan durağa kaçmış birkaç insanla beraber, başına geçirdiği kapüşonu ve ceplerine soktuğu elleriyle, durağın cam duvarına yaslanmış öylece bakıyordu boşluğa. Dörtlüleri yakıp beklemeye başladığım o köşe başında içimden bir şey geçer gibi oldu. Nasıl anlatayım bu sızıyı. Kocaman, incecik bir iğne deldi geçti içimi. Bu havada, sıcacık yatağımızda keyif yapabilirdik. Mısır patlatmayı öğrenmişti Derin ve hava o kadar bok gibiydi ki, açar bir film izlerdik. Kolay ısınmıyordu Derin. Daha doğrusu, son birkaç haftadır hep üşüyordu; doldururduk küveti bakardık keyfimize. Yapabileceğimiz çok şey vardı. PlayStation oynardık. Ben her zamanki gibi Fenerbahçe olurdum, onu da tokatlaması kolay olsun diye Beşiktaş yapardım. O daha ne olduğunu bile anlamadan ilk golünü yerdi, hırs yaptığı zaman gol atmasına izin verirdim ki, sıkılıp kalkmasın oyundan. Ben gol attıkça "Üç yüz kişi geldik. Ananızı siktik..." diye slogan atmaya başlardım, sonra o duyduğu küfürlerle kızardı bana, çok kızardı; ardından oyunu siktir eder, onun gönlünü almaya çalışırdım ve sonunda bir şekilde sevişerek ya da sevişmek için kalkardık oradan. Ama şimdi...
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Boya
Fiksi UmumParmaklarımın doğuştan yetenekli olduğunu çok duydum. Yeter ki bir kalem ya da bir boya verin bana. Başka bir şeye ihtiyacım yok. Ama kalbim sevmeye yetecek mi bilmiyorum. Onun müziğini işiten parmaklarım titremeye başlıyor. Korkuyorum.