Sevgilim,
Sesini duymayalı bir gün bile olmadığını fark ettim şu an ve her hücrem yoğun bir mutsuzlukla çalkalanıyor. Dün gece eve dönmeni beklerken uyuyakaldığım için, sabah nasıl kötü bir hisle uyandığımı sana anlatamam. Yedide alarmım çaldığında, Türkiye'de saat sekiz olmasına rağmen nasıl bir uyku içindeysen defalarca aramama rağmen uyandıramadım seni. Umarım cevapsız aramalar seni rahatsız etmemiştir. Çünkü Clara'nın ben yokken mutsuz olduğunu gösteren fotoğrafınla içim bin parçaya bölündü.
İlk ders günümde, ağır bir bocalama yaşadım. Sert bir duvara çarptığımı itiraf ediyorum ama ders bitimi telefonumda senden gelen mesajları görünce öyle çok sevindim ki; senin, benim kaybettiğim güç, aradığım ışık olduğunu bir kez daha hatırladım.
Bugün Viyana'daki birinci haftamı bitirmiş oldum. Sana dün telefonda söylediğim gibi, ilk dersim dün olacaktı. Akademi'nin "Mavi Salonuna" girdiğimde, magister denilen henüz bizde hangi akademik dereceye denk düştüğünü bilmediğim öğretmenin salona gelmemesi bir kısım öğrencilerin homurdanmasına yol açmıştı. Caroline ile beraber girdik salona. Az sonra Stefan Kropfitsch'in -ünlü bir çellisttir aynı zamanda- asistanı olduğunu öğrendiğimiz Donald gelerek herkese birer bildiri dağıttı. Kağıtta Viyana'daki on tane kafe ve restoranın adı yazılıydı.
"Adı geçen yerlerden birine gitmeden dersime girmenizi istemiyorum. Bugünkü dersiniz yarın sabah dokuzda yapılacaktır. Yazılı kafe ve restoranlardan birine gitmediyseniz derse gelmenize gerek yoktur."
Diye de not düşülmüştü kâğıtlara.
Sanki bir haftadır Caroline ile sabahtan akşama kadar gezmiyormuşuz gibi gün doğdu bize de. Hemen telefona sarılmıştım restoranlara nasıl gidebileceğimizi bulmak için. İşte o an kulağıma doldu sesin. Öyle güzel fısıldadın ki adımı... "Böyle mi konuşmuştuk biz seninle?" dedin ve kendimi Akademi'nin önündeki merdivenlere oturmak zorunda hissettim. Çünkü dizlerim zangır zangır titremeye başladı senin sesinle. Özledim, tahmin ettiğimden de öte özledim seni.
Oysa gerçekten havaalanına beni bıraktığın zaman bile "gitme" demeni çok istemiştim. "Gitme" deseydin, asla gelemezdim buraya.
*
-Önce ayağını frenden mi çektin yoksa el frenini mi kaldırdın?
-Anlamadım hayatım.
-Yani önce fren mi yapmak gerekiyor, yani araba tamamen durmadan kaldırmıyorsun değil mi el frenini?
-Ck. Önce dursun araba sonra kaldırırsın el frenini. İstersen gitme altı haftada seni İstanbul'un en iyi sürücüsü yaparım. Ücret de talep etmiyorum, yanımda konaklaman kafi.
Miray oturduğu koltukta, yapabildiği kadar sola yanaşıp henüz emniyet kemerini bile çözmemiş olan Boran'a sardı kollarını. İçi, alışılmış küçük arabaların aksine oldukça geniş olan turuncu pikap normal koşullar altında hayli konforlu da olsa, az sonra birbirinden ayrılacak iki sevgilinin birbirine yaklaşmasını güçleştiriyordu. Boran'ın dudaklarını saçlarında hissedip adam da kendisine sarılınca bütün gücüyle kendine çekmeye başladı Boran'ı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Boya
General FictionParmaklarımın doğuştan yetenekli olduğunu çok duydum. Yeter ki bir kalem ya da bir boya verin bana. Başka bir şeye ihtiyacım yok. Ama kalbim sevmeye yetecek mi bilmiyorum. Onun müziğini işiten parmaklarım titremeye başlıyor. Korkuyorum.