Hem yaşamı verdi biz insanlara, hem de ölümü.
Ama ölümün zamanını vermedi.Gılgamış Destanı
"Bu gece yukarda yatabilir miyiz?" dedi genç kız. Boran uyukladığı koltuktan başını kaldırıp baktı kıza. Sonra telefonuna uzanıp saate baktı. Hüseyin Amca'yı yatıralı sadece bir saat olmuştu. Oysa sanki saatler geçmiş ve az sonra sabah olacakmış gibi gelmişti kendisine. Günlerdir az uyuduğundan olsa gerek, erkenden uykusu geliyordu. Ya da belki gittikçe Hüseyin Amca'ya benziyordu.
Henüz uyum sağlayamadığı bu yeni hayatına saat yedide Hüseyin Amca'yla başlıyordu. Onların güne erken başladığını bildiğinden, Boran, kendince Ayşe Teyze'nin bıraktığı bir alışkanlığı sürdürdüğünü zannediyordu. Oysa yaşlı adam sabah ezanıyla uyanıp tekrar uykuya dalmazdı. Kahvaltı öncesi, sıcak süte karıştırılmış pek az bir Türk kahvesiyle başlarlardı güne. Gün ışımadan kahvaltı etmezlerdi ama yatakta da durmazlardı. İşte bu da eskimesi gerekecek bir alışkanlıktı şimdi yaşlı adam için. Yine de daha erken kaldırılmayı talep edebilecek durumu olmadığının farkındaydı yaşlı adam. Boran zaten elinden gelenin fazlasını yapıyordu, bunun da ayrımındaydı.
"Sen çık hadi. Ben zaten uyuklamaya başladım burada. Yukarı çıksam da bir şey değişmeyecek." Miray ses etmeyip başını salladı sadece. Tam odadan çıkacakken bir kez daha denedi şansını. "Yukarıda uyusan, uyusak. Bir duş alırsın belki. Biraz konuşuruz, iyi gelmez mi?"
On ikinci günü bitirmişlerdi. On iki gündür ruhu bedeninden çekilmiş iki erkekle beraber yaşıyordu kız. İkisinin de acısına ayrı ayrı üzülüp hiçbir şeye duymadığı kadar çok saygı duyuyordu. Anlıyor sayılmazdı belki ama anlayamadığını bildiğinden asla olumsuz bir tepki vermiyor; herkesin dediği şeyi yaparak zamana bırakıyordu. Son günlerde en çok duyduğu şeydi çünkü "zaman." Zamanla acılarının azalmasını, zamanla alışmalarını, zamanla daha normale dönmeyi bekliyordu. Gülseren Hoca öyle demişti.
"Alışacaklar. Biraz zaman geçsin ikisi de alışacak. Hep böyle olur ölümler. Yıpratabildiği kadar yıpratır, sonra kaldığı yerden yürütür insanı."
Hala yıpranma sürecindeydiler. Öyle kabul etmişti Miray. Yine de bir şey vardı gördüğü. Hüseyin Amca, Boran'dan çok daha metanetliydi. Daha çok konuşuyordu. Ağlayacaksa, ağlayası varsa kendini tutmuyor ve ağlıyordu. Hatta güldüğü anlar bile oluyordu. Ama Boran öyle değildi. Kocaman duvarlar örmüştü etrafına. Bir tek Hüseyin Amca'yı almıştı o duvarlardan içeri. Bir de hiçbir şeye ses çıkarmadığı için Miray duruyordu o duvarların iç yanında.
Tekin, öyle değildi mesela. O sabah, ilk yanlarına gelendi Tekin. Bir telefonla, ehliyetini hala geri almamış olsa da arabaya atlayıp gelmişti. Boran'ı bir tek ona sarılınca ayakta durmakta zorlanırken görmüştü kız. Bir tek o zaman dizlerinin üzerine çökecek gibi olmuştu adam. Sonra Hüseyin Amca'nın çöküşü, ayakta tutmuştu onu. Tekin'den başka kimsenin yanında da eğmemişti boynunu.
Çok zaman geçmemişti ama sanki seneler öncesini anımsar gibi anımsıyordu kız o günü. Boran Hüseyin Amca'yı kucaklayıp yataktan çekerken, nafile bir çabayla kadının boynuna götürmüştü Miray iki parmağını. Kadının soğuk teniyle irkilmiş ve koşar adımla çıkmıştı odadan. Koridorda bedeni kasılmaya başlarken Hüseyin Amca'yı salona götüren Boran ile yaşlı adamın sesini işitmiş; bir örümcek gibi duvara sinmişti. Sonra Boran'ın kendisini sarsmasıyla, adamın soğukkanlı gibi görünen talimatıyla Tekin'i ve Gülseren Hoca'yı aramıştı. Sonrası öyle bir kargaşaydı ki... Bir sürü insan gelmişti eve, bir sürü...

ŞİMDİ OKUDUĞUN
Boya
General FictionParmaklarımın doğuştan yetenekli olduğunu çok duydum. Yeter ki bir kalem ya da bir boya verin bana. Başka bir şeye ihtiyacım yok. Ama kalbim sevmeye yetecek mi bilmiyorum. Onun müziğini işiten parmaklarım titremeye başlıyor. Korkuyorum.