Birkaç gündür yaşadığı, hissettiği şeylerin ne kadar anlamsız olduğunu düşünerek, farkında olmaksızın boyunu aşan sularda yüzmeye çalıştığının ayrımına vararak gözlerini açtı Boran. Saate bakıp "İkide yatıp yedide kalkmak ne kadar şahane" dedi. Bir müddet hiçbir şey düşünmeden uyumaya devam etmek isterken, sanki gözkapaklarının içine iki iğne konulmuş gibi gözlerini kapattıkça canının yandığını anladığında uyumaktan vazgeçti.
Kalkıp bir kahve yaptı kendisine. Yüzünü yıkayıp küçük atölye odasına geçti. Hazır olan alçıları kalıplarından çıkarıp özenle bir kenara koydu. Yeni alçıları kalıplara döktükten sonra, alçılara işleyeceği desenleri çizmek üzere yağlı kâğıtlarını hazırladı. Aslında bu desenleri çizmek için güzel programlar vardı var olmasına ama Boran bu programlara hâkim değildi. Alçı işine başladığı zaman, bu işten bu kadar beslenebileceğini düşünmemişti. Zamanla bir, iki, üç mekânla sınırlı kalmayıp pek çok işletmeciyle beraber çalışınca işi biraz daha profesyonelliğe dökmekte fayda görmüş, bir iki tasarım kursuna gitmişti. Ama henüz gereken programları kullanmayı bilmiyordu ve yaza yapacaklarının arasında böyle bir program kullanabilmek için kursa gitmek de vardı. O zamana kadar böyle el emeği ile çıkaracaktı alçıya işleyeceği motifleri.
Kendini çizmeye kaptırdığında çalan telefonla yerinden sıçrayıp telefonu bıraktığı yatağa döndü. Gülseren Hoca'nın ismini görünce, gözlerini ovuşturarak açtı telefonu.
-Günaydın Boran.
-Günaydın hocam, buyurun.
-Oğlum iyi misin? Bir şey mi oldu?
-Hayır, bir şey olmadı; hayırdır hocam?
-Sesin mi aymadı hala? Hastasın sandım, kötü bir şey oldu sandım oğlum. Neyse hadi ayıl biraz da atölyeye geç. Heykel bölümünden bir öğrenci yönlendirdim atölyeye şu asistanlık işi için. Ben de tanımıyorum kızı da Sami Bey methetti, bir görüşüver.
Adam önce kadının neyden bahsettiğini anlayamamış sonra kafasını toplamıştı. Doğru ya, karmakarışık arkadaşlık ve kadın erkek meseleleriyle şımararak ihmal edemeyeceği bir iş almıştı. Tek başına yetişmesi de hayli zordu. Kadına teşekkür edip duşa girdi. Dün gece eve döndüğünde öylesine kolu kanadı kırılmıştı ki, yalnızca kazağını ve pantolonunu çıkarıp girmişti yatağa. Yatağa yattığında alkollü olduğunu hatırlıyordu. Sarhoş değildi ama eve gelmeden önce beş altı kadar bira içmişti şeyde... Şu an ismini hatırlayamadığı bir barda. Bir de uyumadan bazı kararlar almıştı. İşte bu kararları hatırlamıyordu şu an. Saçı kurumadığından bir bere geçirdi başına. Evden çıktığında saat henüz dokuz olmuştu. Hava pusluydu, İstanbul mutsuz görünüyordu. Ya da Boran'ın gözlerine bir mutsuzluk perdesi inmişti ve her şeyi olduğundan daha çirkin görüyordu. Kampüse yaklaştığında her şey yerli yerindeydi. Güvercinler her zamanki yerlerindeydi, yem satan çingeneler, onların çocukları, köşedeki simitçi, simitçinin az ötesinde duran çiçekçi... Her şey, her sabah olduğu gibiydi ama Boran'ın aklı yerinde değildi bu gün. Dalgınlığını dağıtan, yanından geçen bir adamın yere tükürmesi olmuştu. Genizden gelen sesle irkilmiş, adamın yere fırlattığı küçük birikintiye bir süre bakmıştı. Sonra çenesini sıkıp öyle girmişti kampüse.
Atölyeye yaklaştığında kapının yanında vitraylı cama bakarak bekleyen kızı görüp çok bekletmediğini umarak yaklaştı yanına.
-Merhaba.
Kız sıçrayarak arkasına döndü. Boran'ı görünce kısacık bir an adamı süzdü ve elindeki telefonu cebine attı.
-Merhaba. Ben geldim ama kapıyı kilitli görünce nereye gideceğimi bilemedim.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Boya
General FictionParmaklarımın doğuştan yetenekli olduğunu çok duydum. Yeter ki bir kalem ya da bir boya verin bana. Başka bir şeye ihtiyacım yok. Ama kalbim sevmeye yetecek mi bilmiyorum. Onun müziğini işiten parmaklarım titremeye başlıyor. Korkuyorum.