3: Adımlar

40.8K 2.5K 1.1K
                                    







"Aman da aman benim ders kaçağı çocuklarım haftaya atölyede mi başlamış?"

Hemen hepsi başka başka bölümlerden olan sekiz genç aynı anda kıpırdanıp kahvaltı ettikleri masada Gülseren Hoca'ya da yer açmaya gayret etti.

Sibel "Hocam buyurun kahvaltı edelim. Hava böyle olunca sığınak gibi oldu atölye." İstanbul'un fırtınaya dönmüş havası iç kapatan türdendi. Saat onu geçmiş olsa da hava aydınlıktan çok uzaktı. Gürültülü bir şekilde günaydınlaşarak çay doldurdular plastik bir bardağa. "Yer açmayın bana çocuklar. Ben kahvaltı ettim. Bilsem böyle kalabalık olduğunuzu etmezdim. Çay yeter bana." Gençlerin arasında bir tabureye yerleşen kadın, havadan sudan ilerleyen bir sohbetin ardından gençlerin uğraştıkları tablolarla ilgili birkaç küçük talimat verip bir iki düzeltmeyle alakadar oldu. İki aydan geri saymaya başlamışlardı bu yılki sergi için. Her sene mart ayında rektörlük binasının zemininde kokteyl ile açılışı yapılan sergi, bir hafta sürer; bu süreçte satılan tablolar öğrencilere gelir olur, sonra toplanan gelirden ayrılan küçük bağışlar ve sergi süresince öğrencilerin el izlerini bastıkları bir bağış kutusunda toplanan küçük paralarla atölyenin yıllık ihtiyaçları karşılanırdı. Yetmeyen kısmı Gülseren Hanım cebinden karşılar ya da sözü geçecek büyüklere uzanarak eksikleri temin ederdi.

Şiddetli bir yağmur bastırınca, masaya serdikleri gazeteleri toplayıp kahvaltıya son veren gençler, tablolarının başına geçti. Mecnun eski radyoyu çalıştırdı. Gülseren Hoca, atölyedeki masasına geçip solmaya yüz tutan nergisleri kokladı. "Siz artık beni nergislerle mi karşılıyorsunuz? Sabah sabah nasıl da güzel geldi kokusu..." Kadının yüzündeki muazzam mutlulukla dalga geçti gençler. "Sizin kadar güzel değiller, sizden güzel çiçek olur mu, siz isteyin her gün çiçek alalım" cümleleri havada uçuştu. Neyden sonra Orhan "Hocam hayal kırıklığı yaşatmak istemezdik de galiba onları şu çello çalan kız bırakmış." Gülseren Hoca'nın yüzü ciddileşince Mecnun girdi araya. "Yani biz de görmedik de, işte o gün de çiçekle gelmişti; hafta sonu geldiyse stüdyoya uğrayan yok diye buraya bırakmıştır diye düşündük." Gülseren Hoca biraz düşünceli bir halde çiçeklerin suyunu değiştirirken "Boran'ı gören oldu mu?" diye sordu. Merve "Hafta sonu basketbol oynuyorlardı ama atölyede görmedik" dedi.

Gülseren Hanım masasına oturup nergislere baktı üzgün bir ifadeyle. "Şu kızı tanıyan yok mu aranızda? Konuşmam lazım benim onunla. Ne ayıp oldu kıza öyle. Ah eşşek herifler ah." Gençler birbirine bakıp susuverdi. Mecnun "Adının Miray olduğun söyledi, bir de işte konservatuarda okuduğunu biliyoruz. Daha fazla sohbet edecek vaktimiz olmadı Hocam" dedi.

"Kulağınız stüdyoda olsun o halde. Geldiğini duyarsanız muhakkak arayın beni. Bana ulaşamazsanız da kızın telefonunu alın mutlaka."

***

Dersten çıkan Miray, üflemeli çalgılar stüdyosundaki dersin bitimini bekliyordu sindiği cam kenarında. Haydarpaşa Garı'na bakan cama başını yasladığında sanki cama vuran her damla yüzüne vuruyormuş gibi irkiliyordu. Rüzgâr gece o kadar kuvvetli esmişti ki sık sık uyanmış ve derin bir uykuya dalamamıştı. Haliyle haftaya yorgun başlamış ve havadan ötürü de var ola uykusunu dağıtamamıştı.  Neredeyse gözleri kapanmak üzereyken çıkmıştı Tuğçe dersten. "Tatlım bu kadar uykun varsa beklemeseydin sen beni." Miray bir kahve içip ayılmanın hayalini kurarken yağmaya ara veren yağmura yakalanmadan Moda'ya doğru yürümeye başlamışlardı. "Nasıl geçti hafta sonun da hala uyukluyorsun sen böyle? En son Can'la çıkmıştınız Joungle'dan." Tuğçe'nin imalı sözlerinin ve bakışlarının farkındaydı Miray. Ama pek ima yapmayı sevmezdi. "Hayır, açık açık sorsan anlatacağım zaten neden böyle dolandırıyorsun ki sen lafları?" Miray'ın gülerek konuşmasından aldığı cesaretle yürüdü Tuğçe. "E siz hayırdır? Bir daha olmaz diyordun sanki." Miray derin bir ah çeker gibi "Bir daha sevgili olmayız diyordum. Hala da diyorum." Tuğçe gayet ciddi devam etti sözlerine. "Can biliyor mu artık sevgili olmayacağınızı?"

BoyaHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin