Imagine Dragons- Thunder
*
Romantizm zırvalıkları bana göre değildi.
Bence ona göre de değildi.
Peki o zaman...neden?
O küçük, aptal, sevimsiz tavşan şansı varken kaçsa iyi ederdi.
Çünkü ben kafa üstü çakılmıştım.
Hem de çok fena.
*
"Neden hala uyanıksın, beni mi bekledin?"
"Yaa evet, sen olmadan gözüme uyku girmiyor!" Alay ettim. Kabul, gerçelikten uzak değildi ama mantıklı nedenler sunabilirdim bununla ilgili.
Jungkook o rahatsız edici kıkırtılarını duymamı sağladıktan sonra sırt çantasını ve anahtarlarını (normalde asla kapıyı anahtarla açmaz, amacı beni delirtmek ama şimdi suçlu olduğunun farkında) ana kapının önüne, yere, bıraktı ve daha sonra yanımdan geçip gitti. Söylediğim son şeyle ilgili aptalca konuşması ve benim de ona gözlerimi devirdikten hemen sonra laf sokmam gerekiyordu fakat o beklenmedik bir şekilde sessiz kalarak beni şaşırtmıştı, çünkü yağ gibi üste çıkmak konusunda umutsuz takıntıları vardı onun kesinlikle, eh, benim karşımda da hiç şansı yoktu ama en azından denemesi gerekirdi ki uykumdan birkaç saati feda ettiğim için onun canına okuyabileyim. Ama hayır, Jeon Jungkook her zaman yeni şeylerle gelerek beni sinir hastalığına birkaç adım daha yaklaştırıyordu.
"Onları orada bırakmamanı sana söyledim."
Eh, kesinlikle ona sataşıp sinirimi çıkarmam gerekiyordu. Eve geç gelmişti, üstelik bugün onun bulaşık yıkama günüydü ama o yine sorumluluklarından kaçmıştı. Daha kötüsü de onun için endişelenmeme neden oluşuydu. Hayır, kafasına bina yıkılsa umurumda olmazdı normal şartlarda ancak en yakın arkadaşıma bir söz vermiştim küçük kardeşini koruyacağıma dair -ki aslında korunması gereken tek şey benim akıl sağlığımdı- ve bu, benim hayatımda yaptığım en büyük salaklık falandı.
"Sabah alacağım nasıl olsa, birkaç saat orada dursa kimse ölmez."
Gözlerimi devirdim. Koridor karanlıktı, uykusuzdum ve fazlasıyla gergindim. Elimdeki telefonun ekranını açıp peşinden ilerlerken kaşlarımı çattım, gerçekten sinirlenmiştim çünkü. "Aramalarımı açmıyorsun ve neredeyse sabah olmak üzere. En azından mesaj atsaydın aptal. Neredeydin sen?" Eğer zaman makinesi icat edilmiş olsaydı ve hangi zamana gitmek istersin diye soracak olsalar kesinlikle Namjoon'a o lanet kelimeyi söylediğim anı seçerdim. Ona "evet" demeden önce sorsalardı muhtelemen doksanlar falan derdim, Jungkook yüzünden hayata dair sevdiğim her şey lekelenmişti.
"Yugyeom'un yanındaydım hyung." Jungkook söylediğinde odaya girmiştik çoktan. Arkası dönüktü. Önce kapüşonlusunu ardından da tişörtünü çıkarıp kendini yatağa yüz üstü atana kadar onu izledim. Eve girdiği ilk andan itibaren başı eğikti, yine kızmama neden olacak bir şeyler yapmıştı. Benden bir şeyler saklıyordu. Onu tanıyordum.
Ne yazık ki.
"Siz ikiniz ne haltlar karıştırıyorsunuz, bilmiyorum ama buna bir son versen iyi olur. Yoksa ağabeyini--" Onun olduğu taraftaki komodinin üzerinde duran abajuru da yakmak için hareketlendiğim sırada yüzünü çevirdi ve bu gözlerimin kocaman açılmasına neden oldu. "Suratının bu hali ne lanet olası?" Bağırıp çenesinden tuttum, yüzünü buruşturarak kendini geri çekmeye çalıştı ama ona izin vermedim. Bu bardağı taşıran son damlaydı ve artık kesinlikle tahammül sınırım falan kalmamıştı ortada.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Worse Than Nicotine ✓
Fanfiction"Dudaklarının kenarları, hyung... Ben düşmekte olan yıldızı yakalayamadım. O beni tuttu.'"