Poison- Every Rose Has Its Thorn
Daima kendimden emin olduğumu söyleyip durdum, kendimi tanırdım, değil mi? Haksız çıkacağım tartışmalara girmezdim, mantıklı kararlar verebilirdim, kendim için en iyi olanı seçerdim, savunduğum her şeyin arkasında dimdik durabilirdim. Bütün istisnaları görmezden gelerek ben dış dünyaya kafa tutabilirdim, her şeyin bir yolu bulunurdu, değil mi? Hayır. Zannettiğim kadar basit değildi, kendine güvenmekle üstesinden gelemiyordun, kaç yaşına gelmiş olursan ol sen bile yabancı biri olabilirdin yine senin için. Bu kadar katı kurallarım olmamalıydı, bir çıkış kapısı her zaman vardı ve bu sorun değildi, varlığını kabul edebilirdin belki ama onun nerede olduğunu da bulabilmen gerekiyordu. Ah, ne aptalım... Ben bilmiyor muydum içimdeki yağmurların beni çok ıslattığını, ben bilmiyor muydum sel de çıksa yangınları söndürmeye yetmediğini, ben bilmiyor muydum yıkılan binaların sağlam taşlarını alsam bile çıplak ellerimle onları yeniden dikemeyeceğimi? Ben biliyordum, ben bilmiyordum. Ben bir şeyleri biliyordum ama çoğu zaman neyi bildiğimi bilmiyordum ve ben öğrenmem gereken çok fazla şey olduğunu biliyordum. Basite almamalıydım, hiçbir şeyi basite almamalıydım, fedakarlık yapabilmeliydim, itiraf edebilmeliydim, neden sürekli kaçıp duruyordum? Neden bu kadar zorlaştırıyordum? Ben kendimi hiç tanımamışım. Ya hep çok yabancıydım kendime ya da çok yabancı gelebilecek kadar değişmiştim ama neyse neydi işte, her halükarda ben hiçbir zaman tam olarak tanıyamamıştım kendimi.
Peki ya ben nasıl anlayabilecektim Jungkook'u?
Sabah gözlerimi ondan önce açmıştım.
Bir kolu belimde duruyordu ve başı diğer yöne dönüktü. İç çekerek açıkta kalan çıplak sırtını battaniyeyle örttüm. Hastalanmasını istemiyordum, özellikle de sırf onunla ilgileneyim diye kendisine iyi bakmadığını söyledikten sonra daha dikkatli davranacağımdan emindim.
Bu konuda ona kızgındım, küçük bir çocuk annesine böyle yapardı belki ama yine de o küçük çocuk bile bunun sonunda annesinin ona kızacağını bilirdi, bu taktiği uygulayabilecek düzeyde olan o çocuğun bunun yanlış olduğunu anlayabilecek akla sahip olduğundan da emindim ama Jungkook... Sanki bu, büyük bir marifetti onun için! İnatla devam ediyordu ve bahse girerdim ki biraz zorlasam bundan gurur duyduğunu da itiraf edebilirdi. Her neyse. Bazı şeyleri ertelemem gerekiyordu, şu an yanımdaydı ve nasıl yapılacağını henüz bilemesem de bir şekilde işleri ikimiz için de daha kolay olacak bir şekle sokabileceğimizi umuyordum.
Saat uyanmam gerekenden erkendi. Bu yüzden kahvaltı hazırlamayı planlıyordum ama bir hareketlilik oldu.
"Uykunu iyi aldın mı?" Başını başa çevirdiğinde gözlerinden birini kıstı, diğeri de yarı aralık duruyordu zaten.
"Öncelikle," dedim ve belimde yavaşça hareket etmeye başlayan elini ittim. Sesim beklediğimden daha sakin çıkmıştı. Gerçi oldukça sakindim, o berbat geçen günlerin ardından iyi uyuyabilmiştim nihayet ve Jungkook'un keyfimi bozmaması için elimden geleni yapmaya karar vermiştim. Bugün kimseyi öldürmekle ilgili hayal kurmayı düşünmüyordum. "Uslu dur, çocuk."
"Tamam, ellerimi kendime saklamam gerekiyor." Güldü. Boğuk bir sesle. "Peki diğeri?"
Derin bir nefes aldım. "Şu okul işini hallet. Buraya evde pineklemek için geri dönmedin, değil mi?"
"Aslında..." Doğruldu. "Senin için dönmüştüm."
Kaşlarımdan yalnızca birini kaldırarak ona ters bir bakış attım. Jungkook'un sinirlerimi bozamayacağını söylemiştim, değil mi? "Bu kadar vizyonsuz olamazsın. Lütfen dalga geçtiğini söyle." Eğer dalga geçmiyorsa küfür etmeye başlayacaktım, daima ergen olduğunu söylediğim çocuğun aslında içinde bir yerlerde-çok çok derinlerde- olgun düşünebilme kabiliyetine sahip biri olabileceğine dair filizlenen umutlarım vardı benim ve şimdi hepsi tamamen yok olmak üzereydi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Worse Than Nicotine ✓
Fanfiction"Dudaklarının kenarları, hyung... Ben düşmekte olan yıldızı yakalayamadım. O beni tuttu.'"