Three Days Grace-BreakJungkook'un akşam yemeğini yediğinden emin ol.
Yugyeom'a bu mesajı gönderip göndermemek arasında kaldım. Yine de içim rahat etmeyecekti, direkt kendisini arayıp sorarsam da başımın etini yerdi. Gönder tuşuna bastıktan sonra derin bir nefes aldım.
Phoenix'ten ayrılması konusunda ciddiydim, bu defa işimin kalıcı olabileceğini düşünüyordum ve aldığım ücret de buna oranla yükselecekti. Eskiden kazandığım gibi kazanırsam ikimize bakabilirdim, tabii Taehyung da vardı ama artık o da kendi başının çaresine baksa iyi olurdu.
Yugyeom'dan öğrendim, Jungkook fazladan mesailere kalıyormuş ve ek işler arıyormuş, bir yandan da okulunu kaçırmamaya çalıştığı için böyle boktan bir bünyeyle daha fazla dayanamamış işte. Onu nasıl durduracağımı bilmiyordum, bana emanetti ve ailesi bana hesap sorduğunda bunu nasıl açıklardım? Üstelik Namjoon'un gönderdiği parayı da reddetmiştim kendime çok güveniyor gibi, sonucunda yine suçlu olacaktım.
"Taehyung, baksana."
Koltuğa yayılmış bir şekilde oyun oynayan çocuğun omzunu dürttüm, evde yalnızca ikimiz vardık. Jungkook Phoenix'teydi ve ben de birazdan oraya gidecektim, Yuna konuşmamız gerek demişti. Ne hakkında konuşacağını az çok tahmin etsem de bunu inkar edip durdum kendi içimde, belki sevgilisiyle alakalı bir şeylerdi? Kimse bilemezdi.
"Hyung şu an oyunun tam--"
"Bak dedim." Elindeki konsola uzandığımda bıkkınlıkla oyunu durdurdu. "Şunları Jungkook'a ver, kullandığından da emin ol." Elimdeki poşeti ona uzattığımda dünya dışı bir varlıkmış gibi bakı. Gözlerimi devirdim. Birkaç takviye almıştım, vitamin ve benzeri şeyler, kan değerlerinde düşük çıkanları doktor önermişti. Bunu ben veremezdim, eğer bunu ona verirsem onu sevdiğimle alakalı bir sürü şey söyler ve başımı ağrıtırdı. Tabii ki onu sevdiğimden değildi, insanlık görevimdi bu benim. Sadece sağlıklı olmasına yardım ediyordum, hem de ailesine hesap vermek zorunda kalmazdım böylece.
"Neden sen yapmıyorsun?" Kaşlarını kaldırdı, hala burnunun üzerinde bir bandaj vardı ve böyle çok geri zekalı görünüyordu.
"Yap dediysem yap işte."
Elimdeki poşeti sonunda aldı.
"Ben Phoenix'e gideceğim, geliyor musun?" dedim sonra, burada pek arkadaşı yoktu ve yalnız kalmasına gönlüm el vermemişti-- tanrım... Yanlışlıkla iyilik meleğine dönüşmüştüm, biri bana büyü yapmış olmalıydı! Ben böyle biri değildim, Taehyung'dan nefret ediyordum ve onun yalnız kalması umurumda olmamalıydı!
"Canlı müzik var mı bugün?" dedi korkuyla. "Burnumun kırılmasını istemiyorum, o çocuk tam bir barbar."
"Yaptıkları işin berbat olduğunu söyledin." Omuz silktim, biri bana yaptığım yemeğin berbat olduğunu söyleseydi muhtemelen ona o yemeğin berbat olmadığını ikna edene kadar işkence ederdim. Çünkü ben berbat yemek yapmazdım.
"Hak etmişti ama!" Taehyung öfkeyle ayağa kalkıp askılığa ilerledi. Sorusuna cevap vermememe rağmen gelecek gibi görünüyordu.
"Ne yaptı ki sana?" Ben de ceketimi aldım ve salonun ışığını söndürdüm, bunu gerçekten merak ediyordum.
"Gururumu kırdı hyung," dedi ağlamaklı bir ifadeyle. "Burnumu da kırdı, kalbimi de. Çok-"
"Tamam, sus artık." Kendini acındırmaya başlayacağını anladığımda elimi kaldırarak onu durdurdum. Bu geveleyen Taehyung'du. Aptal falan olabilirdi ama çoğu zaman aptal ayağına yatarak kimsenin onu sorgulamamasını sağlardı. Aramızdaki en sinsi insan oydu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Worse Than Nicotine ✓
Fanfiction"Dudaklarının kenarları, hyung... Ben düşmekte olan yıldızı yakalayamadım. O beni tuttu.'"