pek de iyi bir ruh haliyle yazmadım bu yüzden hatalarım olabilir boş yapmış da olabilirim her şey mümkün
spoiler: jungkook ya benimsin ya kara toprağın diyerek yoongiyi öldürüyor
Panic! At The Disco- Nicotine
O gündeydim işte.
Tamam.
Belki hayat zannettiğimden daha fazlasıydı.
Öğrenmeye ihtiyaç duyacağımı, "öğrenmek" olayını düşünmedim ben hiç ama belli ki müzik dinlemekten, kitap okumaktan, dizi izlemekten daha ötesi vardı. Çalışmaktan, başarmaktan... Eh, yemek yapmaktan... Arkadaş çevrem benim için ideal olan sınırlara kadar uzanıyordu ama benim için ideal olan belirli bir sınır gerçekten var mıydı, varsa da kalıcı mıydı, bilmiyordum. Düz bir insandım ben, hayal kurmazdım; sadece planlardım. Hayat nasıl öğrenilebilirdi, neden öğrenilsindi ki? Yasalar vardı. Uymak zorundaydın. Bir düzen vardı işte; insanlar doğuyorlar, çalışıyorlar, ölüyorlar. Benim için ekstra olan şeyler hobilerimdi, hayır, daha neye ihtiyaç duyabilirdim ki? Öğrenmen gereken şeyler nefes aldığın bu düzenin ta kendisi değil de barındırdığı alt başlıklardı, neden bir bütün olarak anlamaya çalışmam gerekecekti? Çok basitti; önünde bir hayat var ve sen de yaşarsın. Bu kadar.
Sonra işte, arkadaşlığın benim hayatımın neresinde olduğunu düşündüm. Duygusal açıdan beni doyuran bütün bu şeylerin arasında neredeydi, ki çalışma kısmını kapsayan aşçı olduğum gerçeğinin de beni mutlu ettiği düşünüldüğünde aslında kafamda süregelen Min Yoongi karakterinin zannettiğim gibi bir Min Yoongi olmadığını anlamıştım. Pekala. Eğer Min Yoongi'de bir değişiklik oluyorduysa bütün bu düzen bir çöpten ibaret demekti.
Çünkü hadi ama; hayat, senin gördüğün kadardır.
Ve ben şimdi, göremediğim tarafın varlığıyla ilgilenmeye başlamıştım.
Tamam. Sakinleş ve derin bir nefes al.
Bir robot olduğumu kastetmedim.
Tabii ki de hiçbir zaman bir ot gibi yaşamak istemedim, tek başıma acınası bir halde ölmeyi yeğlemedim ama ben zaten bu ihtimalleri gözlerimin önüne sermemiştim ki. Farkında bile değildim, hayır, cidden, bence bana yetiyordu da. Yani sahip olduklarımdan fazlasına ihtiyacım yoktu, kendi penceremin manzarası benim için güzeldi. Hatta Jeon çocuğu yanıma sıvışmaya çalıştığı için rahatsız hissediyordum kendimi. Paylaşmayı istemiyordum ya da değiştirmesini.
Ama-
"Sana minnettar falan değilim."
"Efendim?"
"Diyorum ki..." Derin bir nefes daha aldım. "Bu değişiklik yüzünden sana minnettar falan değilim. Jungkook... Kendimi, gözümde normalleştirdiğim her şeyin dışına itmeme neden oluyorsun. Bu yüzden çok kızgınım sana."
"Haklısın." Yatağın üzerindeki battaniyeyi kaldırmadan önce bana dik dik baktı. "Palyaço kostümüyle benim için taaa Busan'a kadar gelmiş olman seni cidden anormalleştiriyor--Hey, bekle, eğer Taehyung'un söylediği gibi yanında gerçekten bıçak falan taşıyorsan her şey normal demektir."
"Jungkook..."
"Sakin ol, hyung. Sen sadece..." Durdu. Yüzünde kısa bir anlığına parlayıp sönen gülümseme o kadar belirsizdi ki, bunun bir yanılgı olup olmadığını anlayamadım.
"Ben sadece... ne?" Kaşlarımı kaldırdım, yatağın iki yanında karşılıklı olarak ayakta dikiliyorduk ve birbirimizi izliyorduk. Öylesine gibi duruyordu belki ama onun gözleri, omuzlarımda bir ağırlık taşıyormuşum gibi hissetmeme neden oldu. Belki de her zamankinden daha bir farklı izlediğimdendi, bilmiyordum--işte! İşte tam olarak bundan bahsediyordum! Neden onu daha farklı izlediğimi düşünmüştüm?
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Worse Than Nicotine ✓
Fanfiction"Dudaklarının kenarları, hyung... Ben düşmekte olan yıldızı yakalayamadım. O beni tuttu.'"