"Çoğu anlarda yeni ve eski, acı ve zevk, korku ve neşe garip bir şekilde birbirlerine karışıyorlardı.
Bazen cennette, bazen cehennemde yaşıyordum.
Çoğu kez her ikisinde de aynı anda."
-Bozkırkurdu/Hermann Hesse
Radiohead- Black Star, 3 Doors Down- When I'm Gone
Anı yaşamaya karar vermiştim.
Gelecek hakkında kaygılanmakla birlikte geçmişin de günümüzü mahvetmesine izin vermek yoktu. Anı yaşayıp beni hayatımda belli noktalara getiren, beni kasıp kavuran, beni deli gibi mutlu eden, beni yakan, beni evirip çeviren ve üzerimde daha türlü türlü etkisi olan her şeyi belleğime kaydedecektim elbette ama içinde bulunduğum durum hakkında düşünecektim. Tabii ki de insanlar geçmişlerini yok edemezdi, gelecek ile ilgili belirli planlarının olmaması da garip olurdu fakat bu olayı farklı bir boyuta taşımış, tıpkı bir monomani haline biçimlendirmiş olan ben için oldukça mantıklı bir karar verdiğimi düşünüyordum.
Sonsuza dek onun geçmişi hakkında hiçbir şey bilmediğim için acıyla kıvranacak değildim elbette, bu eksikliğin beni yıpratmasına izin vermeyecektim. Her şeyin yeri ve zamanı vardı sonuçta. Benim iyi niyetle yaptığım zamansız şeyler çoğunlukla yanlış görünüyordu. Oluyordu da.
Olduğun yerde durmak bazı durumlarda sürekli geriye adım atmaktan bile daha acı oluyordu, asla kat edilemeyen yolun sonuna ilerlediğini zannetmekten bahsetmeye gerek bile yoktu böyle düşünüldüğünde. İşte bu yüzden hasta bir adam gibi belli noktalara takılı kalmamam, bunları kritikleştirmemem gerekiyordu. Böyle söyleyince aklıma en yakın arkadaşlarımdan biri geldi. Yuna. Evrenle alakalı bir şey söylemişti daha önce. Her ne kadar kurulan cümle olumlu anlamlar ifade ediyor da olsa, içinde dümdüz olumsuzluk kelimeleri barındığı zaman evren altında yatan asıl iyi anlamı görmezden gelip olumsuz şeylerin varlığının oluşmasına neden oluyormuş. Kötü karma? İşte bu beni telaşlandırdı. Neden çok ciddi kararlar vermekle meşgulken bunu hatırlamıştım ki ben? Ne zaman bahsettiğini, bunu neden aklımda tuttuğumu bilmiyordum bile. Kim bilir daha neler neler çıkacaktı...
Pekala, o zaman tam olarak şu şekilde konuşmam gerekiyordu:
"Aşacağım."
Gariptir ki o sabah güzel uyandım. Üstelik her zamanki saatimden geçti, Jungkook evden çıkmıştı. Onu görememiştim. Taehyung ise mutfakta Japon punk müzik gruplarından birini dinliyordu ve işin daha katlanılmaz yanı ise Kunpimook'la birlikte yüksek sesle söylüyor olmalarıydı ama ben buna rağmen iyi hissediyordum (muhtemelen bu da kötü hissetmem gereken bir durumdu ama...) ve günümün de iyi geçmesini sağlamalıydım.
"Gi, sence Taylor Swift mi yoksa Katy Perry mi?
"Sana da günaydın, Kim Taehyung." Buzdolabını açıp kendime soğuk su çıkardım Jungkook'un yokluğunda. Jeon çocuğu içtiğim suyun ısısına dahi müdahale edebilecek kadar girmişti hayatıma.
Aptal.
"Ayrıca ben pop dinlemiyorum ve şu lanet zımbırtının sesini kıs."
Kunpimook koşturarak müziğin sesini kısmaya gittiğinde Taehyung da masanın üzerine oturup elindeki elmayı ısırmıştı. Sanırım ona derhal kıçını masamdan çekmesi gerektiğini aksi takdirde o elmayı nefes borusuna tıkmaktan çekinmeyeceğimi kibar bir şekilde söylememin yolu yoktu, bu yüzden susmayı tercih ettim. Maalesef. Çünkü öfkeli düşüncelerimin aksine oldukça sakin hissediyordum. Garip. Beni sinirlendirdiğini biliyordum ama sinirli davranamıyordum. Olamıyordum.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Worse Than Nicotine ✓
Fanfiction"Dudaklarının kenarları, hyung... Ben düşmekte olan yıldızı yakalayamadım. O beni tuttu.'"