Avenged Sevenfold- Dear God
O gün, hava o kadar da soğuk değildi ama tir tir titriyordu ve buna anlam verebildiği söylenilemezdi. Böyle hissetmekten nefret ediyordu, üşümekten nefret ediyordu. "Üşüyorum" diye mırıldanıyordu kendi kendine, kimsenin onu duymayacağını bilerek. Tıpkı o geceki gibi. Gerçi o gece büyük umutlar barındıran küçük bir çocuktu ama şimdi aklı daha iyi eriyordu bir şeylere. Eğer bilseydi, eğer artık hayatının sonuna kadar bununla yaşayacağını bilseydi, umut etmezdi, dua edip yalvarmazdı, hayal kırıklığı tıpkı o olayın kendisi gibi yakmıştı canını. Yine de gidenlerin yerini hiçbir şey dolduramaz, hiçbir acı öylesine işleyemezdi benliğine. Hayatının sonuna kadar taşıyacağı büyük kaybedişlerin barındığı çok acı bir yaşanmışlıktı ne yazık ki.
Ve şimdi, bir kez daha birinin gidişini izliyordu.
Uzaktan, tek başına.
Kalanlar için daima daha zordur, derler. Jungkook, Yoongi'nin gittiği yerde mutlu olmasını diliyordu. Bunu öğrendiğinden beri kalma ihtimalini hiç umut etmemişti zaten. Yine zorlu bir kabullenişin içinde çırpınıyordu genç kalbi. En azından, diye düşünüyordu. En azından mutlu olabilme şansı var.
Yoongi'nin Namjoon'a sarıldığını gördü.
Gerçekten de sevdiği bütün insanlar gidiyordu. Yoongi'ye o kadar kızgındı ki... Eğer bir gün gidecekse neden ona öyle sözler vermişti ki? Neden Jungkook'un o güzel cümlelere inanmasını sağlamış, hayaller kurmasına neden olmuş ve sonrasında onu yine hayal kırıklıkları ile baş başa bırakmıştı?
Kalbini büyük bir korku kapladı.
Annesi, babası, Yoongi... Peki Namjoon, Taehyung, Bay ve Bayan Kim de giderse?
Bu, karanlıktan bile daha fazla korkutucuydu. Her şeye katlanabilirdi ama tek başına kalmaya dayanamazdı. Gözyaşları yüzünü ıslattı, daha fazla üşümeye başladı. Yoongi'nin etrafına bakındığını fark ettiğinde bulunduğu dala biraz daha sıkı tutundu ve kafasını yaprakların arasına daldırdı. Sadece gözleri açıktı. Kimsenin onu fark etmesini istemiyordu, kimsenin onu ağlarken görmesini istemiyordu, kimsenin onun korktuğunu bilmesini istemiyordu.
Yoongi'nin bindiği araç gözden kaybolduğunda ve dışarıdaki herkes içeri girdiğinde Jungkook hıçkırığın özgür kalmasına izin verdi ama bundan nefret etmişti. Başına gelen her şeyden nefret etmişti, hayatından nefret etmişti ama en çok da Jeon Jungkook olmaktan nefret etmişti.
Hıçkırıklarını engellemek adına elini dudaklarına götürdü, bu nedenle dengesi bozulmuş ve ağaçtan yere düşmüştü. Bir hıçkırık daha koptu, gözlerindeki bütün gözyaşlarını tüketebilecekmiş gibi ağlıyordu.
"Acımıyor ki."
Kanayan elleriyle bacağını tutarak dizini karnına çekti ve düştüğü yerde kıvranmaya başladı.
Annesiyle babası gibi... Tıpkı onlar gibi bir daha asla Yoongi'nin geri dönmeyeceğini hissediyordu.
"Minik tavşanım! Tam da yan evin bahçesinin ucundaki salıncağın üzerine işemek üzereyken bir ses duydum! Sanki biri ağaçtan düşmüş gibi bir ses, güüüüm! --Hey, sen neden yerdesin ve neden ağlıyorsun--aman tanrım! Ağaçtan düşmüşsün!"
Taehyung başında dikilmeye başladığında Jungkook ona bu halde yakalandığı için daha da kuvvetli ağlamaya başladı. Neden onu bulmak zorundaydı ki? Ama sonra böyle düşündüğü için kendini pişman hissetti. Yalnız kalmak istemiyordu.
"Ay! Nasıl da kanıyor her yerin! Yardım çağırayım mı, kanka? Ya da dur, ben yardım edeyim." Eğilip onu dikkatli bir şekilde kaldırdı. "Kırılmış mıdır? Dur, bir yoklayayım-" Elini indirip Jungkook'un dizine götürdüğünde Jungkook onu durdurmuştu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Worse Than Nicotine ✓
Fanfiction"Dudaklarının kenarları, hyung... Ben düşmekte olan yıldızı yakalayamadım. O beni tuttu.'"