justeunjour unutmadım.
İnsan aşılması gereken bir şeydir.
Böyle yazmıştı Nietzsche. Üstinsan olmak adına birçok yol çizmişti yazdıklarında, Tanrı'yı dahi öldürdü. Her şey hakkında konuştu, herkes ve hiç kimse için. Ben de onu okurken düşündüm. Kendi yollarımı, kendi seçtiklerimi. Zerdüşt'ün batışları gibi. Doğuşumu ve batışımı düşündüm. Kendi yöntemlerimle nasıl kendimi aştığımı düşündüm ve sonra, o çocuğun gözleri belirdi. Gökyüzünü barındıran gözleri, bütün yıldızların asılı olduğu gözleri. Sonra dedim ki; güneş tam olarak burada doğuyor ve burada batıyor. Yağmurlar burada yağıyor ve diniyor, gökkuşağı burada açıyor ve ben tam olarak onun bakışlarında aşıyorum kendimi. Bütün sınırları yok ediyorum ve tamamen özgür oluyorum. Seçimlerimin sonuçlarıydı bunlar, en doğru seçimi yaptığımı görebiliyordum.
Ben, Min Yoongi.
O mutsuz, huysuz, sevdiğim bir serserisinin tabiriyle bir göt deliği olan adam. Ne diyebilirdim ki, karmaya çok küfretmiştik ama önünde sonunda bana doğru olanı vermişti. Hayatımda Jeon Jungkook vardı ve biz, hayatın bağımızı sıkıca birbirine bağladığı bir noktadaydık. Çevremizde üç beş kişi vardı ve birlikte bir aileydik. Ama tabii en çok da ikimizken daha derin bir aileydik. Aptal Jeon çocuğu gecem, gündüzüm, yağmurum, güneşli günüm, her şeyim ama her şeyim olmuştu. Bir kere zaten benim için plaklarımdan daha değerliydi, bunu bu şekilde açıklamak kulağa saçma geliyordu ancak beni tanıyan bilirdi, hem benim sevgi sözcükleriyle aram çok iyi değildi. Farklı şekillerde ifade ediyordum çoğu zaman.
Her neyse, insan her koşulda kendini aşmak zorundaydı. Bir düzenin içinde hayatının sonuna kadar seyrinde ilerleyemezdi zira hayat tamamen aynı kalmazdı, bir şeyler her zaman değişirdi, farklı seçimler yapmak zorunda kalırdık. Mesela, ondan nefret ettiğimi düşünüyordum ve sonra sancılı dönemlerden geçerek onu sevdiğimi anlamıştım. Ardından ise hiç sancılı dönemler geçirmemiş değildik, değişim hala bizimleydi ve size değişen şeyin ne olduğunu söylemek istersem eğer... ona olan sevgimin hiçbir zaman seyrinde ilerlemediğini söyleyebilirdim, grafikte artış oluyordu elbette, kastım buydu. Üstinsan olmakla ilgili bir amacım yoktu, sadece bazen bu şekilde açıklamalar yapmak daha kolay oluyordu ancak dediğim gibi, bulunduğumuz noktalar daima yer değiştiriyordu. Eskisinden daha az kavga ediyor değildik fakat buna paralel olarak eskisinden daha çok sevdiğimizi söyleyebilirdim. Bir de daha az düşünmeyi öğrenmiştim, akışına bırakıyordum artık. Jungkook'la birlikte güzel de akmıyor değildik hani.
Bir de taşınmıştık.
Eski evimizden ayrılmak pek de kolay olmamıştı ama taşınmak zorunda kalmıştık ve tabii ki de onunla olduğum sürece nerede olduğumuzun bir önemi yoktu, yine de anılar bizimle birlikte geliyor olsa dahi orada mutlaka bıraktığımız parçalar vardı ve onların orada sessizce ömrümüzün sonuna dek kalacak olması bir miktar canımı sıkmıştı. Çünkü bilirsiniz, kalan parçalar ilklerdi. İlk kez kavga ettiğimiz, ilk kez yan yana uyuduğumuz, ilk kez öpüştüğümüz anlar orada gerçekleşmişti. Birbirimizi en çok o evde kırmış, ilk kez orada canımız yana yana sevmiştik.
Yine de çok büyük bir sorun değildi tabii. Jungkook'u orada bırakmamıştım sonuçta.
Gerçi, bazı anlarda bırakmış olmayı dilememi sağlıyordu ama neyse.
Kivili pasta olayından vazgeçmişti ama en son doğum günümde saçma bir şey yapmıştı. Küvetin içini doldurup üzerine güller serpiştirmiş olması gerçekten insanın ya midesini bulandırırdı ya da çok hoşuna giderdi, o çocuktan bu beklendiği için çok da şaşırmamıştım, bir de güzel bir müzik açıp kadehlerimizi şarapla doldurduğunda duruma tamamdım ama sonra bana kostüm giydirmeye çalışmıştı, yani başımın etini yemişti, işte o sırada tepem atmıştı çünkü aptal sevgilim benim, doğum günümde benim günün adamı olduğumu unutmuş ve kendi keyfini çıkarmaya çalışmıştı. Oysa dediğim gibi, o benim günümdü ve kostüm giymesini istersem giymek zorundaydı, ben hiçbir şey için zorunlu değildim. İşte bu yüzden bunu açıklamaya çalıştım ve yaklaşık bir on dakika kadar her yerimiz köpüklüyken ve onun saçlarının arasında gül varken küvetin içinde tartışmıştık, sonra ise elimdeki şarabı üzerime dökmeme neden olmuştu. Tabii günün sonunu öpüşerek, hatta sevişerek getirmiştik- bu arada gerçekten o gün benim günümdü ve yatakta ben ne dersem oydu, bu yüzden gönlümü bir şekilde almış bulunmuştu. Her neyse, edepsiz konuşmalardan hala pek hoşlanmıyorum.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Worse Than Nicotine ✓
Fanfiction"Dudaklarının kenarları, hyung... Ben düşmekte olan yıldızı yakalayamadım. O beni tuttu.'"