5| pembe fiyonklu yara bandı

9.6K 1K 528
                                    

U2- With or Without You

"Dikkat et." Kendi ayağına dolanan bir ahmaktım, neredeyse düşmek üzereyken beni yakaladı, kolu belimi sararken titrek bir nefes aldım, bedenim de titremişti. Soğuk esen rüzgar iğne misali yüzüme batıyordu. Saçlarımı dağıtıyor, gömleğimden içeriye süzülüyordu ve kesinlikle midem bulanıyordu. "Neden o kadar içmek zorundaydın ki?" Söylenmeye devam etti, ona küfür etmek istedim ancak konuşmayı unutmuş gibi bir halim vardı, dudaklarımı araladığımda anlamsız homurtular bırakmaktan öteye gidemedim.

"Bir dakika," diyebildim sonunda, yediğim kurabiyeler midemden yukarıya doğru yol alıyordu sanırım. Benimle birlikte durdu ve bana bakmaya başladığında başımı iki yanıma salladım. "Tamam, yanlış alarmmış." Yeniden yürümeye başladığımızda tutuşunu gevşetti, sinirlendim ve ona biraz daha sokuldum. "Beni bırakma salak," diye homurdandım sinirle. "Düşeceğim." Başım dönüyordu ve önümü göremiyordum, bir arabamız olmalıydı.

"Seni bırakmam."

Araba almak güzel bir fikirdi ama beş parasızdım.

"Sigaran var mı?" diye sordum, cadde boştu, sessizdi ancak kafamın içindeki gürültüler beni rahatsız ediyordu, üstelik duyamıyordum bile, sadece var olduğunu biliyordum. "Vardır," dedim hemen sonra. "Yugyeom ile kaçamaklar yaptığınızı biliyorum, bana sigara ver."

"Ben sigara içmiyorum," diye mırıldandıktan sonra köşeden dönmemizi sağladı. Ah, evet, eve buradan gidiliyordu. "Ayrıca olsa da vermem." Sinirle soluduğunu hissettiğimde kaşlarımı çattım. Yalan söylüyordu işte, içtiğini biliyordum, bazı zamanlar uyumadan önce özellikle birkaç kez fırçalıyordu dişlerini, vücut spreyini sıkıyordu, sanki anlamazmışım gibi...

"Küçük bir çocuk gibi davranıyorsun. Bütün bu şeyleri zorlaştıran sensin." Söylenmeye devam etti, onu kesmedim. Zaten tam olarak anlayamıyordum da nelerden bahsettiğini. İşlek bölgeye geçtiğimizde hala canlı olan şehrin ışıkları beni rahatsız etti, gözlerimi kıstım. O sırada önümüzden geçen arabalardan ötürü durmak zorunda kaldık. Jungkook beni kendine bastırdı, çok sıkı tutuyordu. Gerçekten de bırakmayacakmış gibi. Ondan kurtulmam neden bu kadar imkansızdı?

"Sana yardım edebilirdim," dedi, karşı yola geçmek üzereydik. Onu izlemeye çalıştım ama yola bakıyordu. Kısık olan gözlerim gevşedi ve elimi kaldırıp ensesindeki saçlara dokundum. "Saçların uzamış," diye mırıldandım, ellerim yumuşak tutamların arasından kayıp onun ensesine düştü, teni sıcacıktı. "Yalancı," diye söylendim. "Benimle ısınmaya ihtiyacın yok. Sen hep böyle sıcacıksın." Derin bir nefes aldım, kokusu burnumu doldurdu. Benim parfümlerimi kullandığını biliyordum ama ben gibi kokmuyordu.

Bir şey söylemedi. Fark etmezdi de gerçi. Onu dinlemek istemiyordum, sesini duymak istemiyordum, onunla alakalı her şeyden nefret ediyordum ve midem bulanıyordu!

Bir süre boyunca öylece yürüdük, önünden geçtiğimiz bazı dükkanlar kapanmak üzereydi, gördüğüm insanlara gülümseyerek selam verdim, onları tanımıyordum ama susmak da istememiştim, biraz fazla kaçırmış olabilirdim ama sarhoş da değildim. Neden böyle olmuştu?

Aniden durduğumda başını bana çevirdi. Phoenix ile ev arasında fazla mesafe olmadığını biliyordum ancak yarım asırdır yürüyormuşum gibi hissetmiştim, vücudum bütün direncini kaybetmişti. Gözlerimi zorlukla açabiliyordum, nefes alabilmek çok zordu ve midem yanıyordu.

"Beni sırtına alsana, yoruldum."

"Benden yardım mı istiyorsun?"

"Bilmem, beni sırtına al."

Gözlerimin içine baktı önce uzunca, dikkatim dağıldığından kaşlarımı çattım ve muhtemelen çenem büzülmüştü. Birkaç dakika sonra başını geriye atıp aşırı bir sesle soludu.

Worse Than Nicotine ✓Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin