Bölüm I

926 28 2
                                    

Küçüklüğüme ve gerçek aileme dair hatırladığım tek bir anım var. Komşularımızla eski evimizin bahçesinde oturuyorlardı ve ben de onların oğlu olan Jaebum'la oynamak istiyordum. Benim gibi bir sürü güzel oyuncağı olduğuna emindim ve o sadece etrafta akülü arabasını sürmekle meşguldü. Babalarımız barbekünün başında etleri pişirmekle uğraşıyor, annelerimiz ise masayı hazırladıktan sonra oturup gülerek sohbet ediyorlardı. Jaebum'u artık o arabadan indirip ben binmek istiyordum. Onunla da oynamak istiyordum ama tabii o da arabasından vazgeçmiyordu. Bense bahçede bulduğum oyuncaklarla oynuyordum işte. Yine arabalar, bu sefer binilemeyen tarzda, elimle sürüyordum. Bu çocuk araba manyağı, diye düşündüğümü hatırlıyorum.

Babam pişen etleri tabağa koyup, maşayı yerine bıraktığında hemen o tarafa koşturdum. Babam gibi büyük bir adam olduğumu göstermek, ilgi görmek istiyordum belli ki. Ben de o kısa boyumla, parmak ucunda anca yetişebildiğim barbekünün üstünden maşaya uzanmaya çalıştım.

Uzanmaz olsaydım, şimdi o anının kalıntısına bakıyorum. Sıcacık maşa koluma düşüp derimi kaldırmıştı. İşte böyle şekilsiz bir pembe-kahve arası bir leke var kolumun iç kısmında.

Tam da tatil için kamp yapmaya geldiğimiz bir zamanda hatırlanabilecek şeyler düşünüyorum. Huzur bulmaya çalışırken, aksine kendimi daha da rahatsız hissediyorum ve önce yan tarafımda yatan Alice'e dönüp bakıyorum. Uyuyor. Doğal olarak. Çünkü gecenin kim bilir kaçı. Buraya gelirken elektronik ne varsa yanımıza bile almadığımız için hangi gündeyiz onu bile bilmiyorum. Kolumdaki saate bakayım desem, ışık yok. Her neyse, sessizce çadırın fermuarını açıp dışarı çıkıyorum. Tek uyanık benim anlaşılan, diğer arkadaşların hepsi uyuyor. Yorulduk bugün aslında; sahilde voleybol oynadık, yüzdük, gece ateş yakmak için odunlar topladık, yemekleri hazırladık. Gerçi bunu dörde üç ayrılarak yaptık. Erkekler ve kızlar. Ama ben yorgunluğumu çoğu zaman hissedemiyorum galiba, hatta hiperaktiviteden dolayı tedavi görmüşlüğüm bile var. Bu kolumdaki iz de anlarsınız ki, biraz da o yüzden... Hala ara sıra ilaçlarımı almam gerekiyor yoksa derslerde dikkat dağınıklığına yol açıyor. Bu da tabii istemediğim bir durum.

Kumsalda kumlara havluyu serip üstüne uzanıp biraz da burada huzurumu kaçırmaya devam ediyorum. Aslında buraya gelmenin beni iyileştirmesini, yani düşüncelerimden uzaklaştırmasını umut ediyordum ama... Bir insan böylesine farklı ve aykırı bir hayat yaşayınca çok da mümkün olmuyor galiba.

Bu kamp işinden de sıkıldığımı söyleyebilirim. Aktiflik sınırlarımı zorluyor. Şimdi gidip motorumu sürmek varken ben boş boş burada yatmış, eski ailemi düşünüyorum.

Sonra da bir bakıyorum, sabah olmuş. E tabii güneşe tam taslak açık bir yerde uyursan böyle olur. Doğan güneş ilk ışıklarını sana vurur. Izgaraya dönüşmeden uyanıyorum iyi ki. Tabii güneş daha yeni doğduğu için de saat erken. Hiç acımam yok, gidip herkesi uyandıracağım.

Elime geçen ilk tavayla kaşığı alıp birbirlerine vuruyorum. Keşke bir kulaklık takıp yapsaydım şunu, kulaklarım patladı.

"Haydi millet, uyanma vakti!"

Çadırını ilk açan grup Hangmin ve Baekjun oluyor.

Sonra da diğer çadırdan kafasını uzatan Jooheon'u görüyorum. "Bizi bu saatte uyandırdığın için hemen şimdi denize koşmanı öneririm, orada kendi kendine boğul. Yoksa birazdan ben seni boğacağım!"

Neden ilk uyanan erkekler oldu? Bunu düşünürken Jooheon'a omuz silkiyorum. "Yüzmede ikincilik madalyonum var ve kickboks özel ilgi alanım. Zor seçenekler sundun, şimdi başka şeyler düşün."

"Siktir git!"

Kahkaha atıyorum. "Bak bunu yapabilirim işte."

Neden mi bunu dedim? Çünkü eşcinselim. Evet, doğru okudunuz, eşcinsel! Buradaki herkes de bunu biliyor. Özellikle Alice. Alice demişken... Neden uyanmadı bu kız? Normalde uykusu çok hafiftir. İlk onun uyanıp yanıma gelmesini beklerdim. Gerçi uyananlar da yanıma gelmedi, kapaklarını kapatıp bilmem kaçıncı uykularına devam ediyorlar şu anda. Ama kızlar?

Bizim çadırın fermuarını açıp bakıyorum ve Alice'i orada göremiyorum. Erkenden uyanıp denize mi gitti acaba? Diğer kızların çadırını da kontrol ediyorum, evet, yoklar. Sonra sahile iniyorum ve bir bakıyorum ki iskelenin orda kahkahalı koyu bir sohbet var. Çoktan yüzüp çıkmışlar da dönüyorlar bile. Uyandığımda onları görmemem normal, iskele baya bir ileride kalıyor.

"Hey, Jackson! Uyandığımda seni göremedim, nerelerdeydin?" Alice kolunu koluma geçiriyor.

"Kumsalda uyuyakalmışım."

"Yine olanları düşünmekten uyuyamadın mı?"

"Olanlar geçmişte kaldı artık. İsteyen istediğini düşünebilir, ailem bile bunu benden daha hoş karşıladı. O serserinin ne düşündüğü umurumda değil."

"Tamam da, her ne kadar ondan haz etmesen de bir şekilde senin hayatında. Kardeş gibi bir şeysiniz yani..."

"Sadece kağıt üzerinde. Kardeşin k'sini bile hissetmiyorum onda. Her neyse, bunları sürekli sürekli konuşmak çok sıkıcı, buraya o gereksiz şeyleri unutmaya geldik. Sen de ben de..."

"Doğru, haydi kahvaltıyı hazırlayalım."

Kızlar arkada farklı bir muhabbette, biz kendi muhabbetimizdeyiz derken çoktan alanımıza varmıştık. Üstlerini değiştirdikten sonra hep beraber kahvaltıyı hazırladık. Sonra da beyleri uyandırdılar. Jooheon'ın suratı yine asıktı, bu çocuk uykuya aşık. Alice gibi o da çok yakın arkadaşım. Zaten diyaloglarımızdan da anlamışsınızdır. Mükemmel anlaşırız.

"Ben gerçekten telefon istiyorum ya, neredeyse bir hafta oldu. Hiç mi biriniz getirmediniz? Arabalara baksam hiçbirinizden çıkmaz mı yani?" Yoona, sosyal medya manyağımız. Gerçekten onun eline yapışıktır telefon, arkadaş ortamlarındayken de sohbete o elindeki telefonu bırakmadan öyle güzel dahil oluyor ki hayret ediyorum.

"Benim var, ama şarja takmam gerekebilir." Hangmin şaşırttı. Gerçekten telefon mu getirmişti? Biz niye salak gibi evde bırakıp da geliyoruz?

"Bu zamana kadar neden söylemedin?" Yoona da ona çıkışıyor.

Hangmin omuz silkiyor. "Sormadın."

Bence de, çok mantıklı.

"Tamam, kahvaltıdan sonra kullanabilir miyim?"

"Sormana gerek yok, tabii."

"Ne zaman dönüyoruz peki?" Rina cevabını öğrenmek istediğim soruyu dillendiriyor.

"Bence artık yeter, isteyen kalsın ama ben yarın dönüyorum." Jooheon oradan atlıyor.

"Pardon da kimin arabasıyla?" diye soruyor Baekjun da.

"Sen dönmek istemiyor musun?"

"Dönmezsem ne yapacağını merak ediyorum." Baya sinsi bir gülümseme var şu an suratında.

"Otostop çekerim. Çok da şehirden uzak değiliz, ilerdeki yollardan sürüyle araba geçiyor."

"Tamam, birkaç kişi daha gitmek istiyorsa yarın gideriz, yoksa sen otostopla devam edersin. Kimler gitmek istiyor başka?"

Yoona, Rina ve Hangmin de "Ben!" diye atlıyorlar.

Tüm gözler Alice ve benim üzerimde.

"Tamam gidelim. Ben zaten sürü kafasındayım biliyorsunuz."

Alice cevap veriyor ama ben sadece omuz silkiyorum. Gitmek istemekle istememek arasında kararsızım. Çünkü şu aşırı sevimsiz, kardeş diyemediğim kardeşim, şehre geri döndü. Yani istediği üniversiteye geçiş yapabildi ve şu an bizimle kalıyor. Ayrı eve çıkana kadar tabii... O zamana kadar kamp yapabilirim aslında...

"Tamam, dönelim."

ANALOG - JackbumHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin