Hoseok iki gündür işe gelmiyor. İlk gün gelmediğinde akşamdan kalmışlığına vermiştim ama dün ve bugün de gelmeyince benimle alakalı olup olmayacağını düşünmeye başladım. Açıkçası benim yüzümdense işinden olmasını istemem. Kime gidip soracağımı da bilmiyorum, zaten bildiklerini de sanmıyorum. Çünkü burada kimseyle yakın olmadığını fark etmiştim. Bunları düşünürken mimarlardan birisi gelip beni çağırıyor. Çizimde yardım için onunla gidiyorum ve bugünü de öyle geçiriyorum.
Haftanın son günü, benim de stajımın son günü oluyor. Sonunda şu sıkıcı işten kurtuluyorum. Akşam iş bitip çıktığımızda Junmyeon ve Jenny'yle sarılarak vedalaşıyorum. Bundan sonra kim bilir ne zaman görüşürüm onlarla...
Ama çıkışta beni başka bir sürpriz bekliyor. Motorumun yanında park etmiş olan Hoseok'un arabasını görüyorum. Yanına gidip içine bakıyorum. Hoseok yok. Demek ki işyerine gelmiş, sonunda.
"Bin arabaya."
Arkama dönüp bakıyorum, hayır ofise gitmemiş. Gayet de beni bekliyor burada ve görür görmez ilk yaptığı şey emir vermek.
"Efendim?"
"Arabaya biner misin?" Diyor yanıma yaklaşırken. Rica gibi gözüken bir emir gibi geliyor kulağa hala.
Dalgacı bir tavırla gülümsüyorum ama onun çok da şakası yok gibi. "Her neyse, tamam, biniyorum."
Benden sonra o da sürücü koltuğuna geçiyor.
"Nereye gidiyoruz?"
"Seni uzaklara götürmek ve kötü emellerime alet etmek isterdim, ama bil ki, bundan sonra hayatında olmayacağım. Yani için rahat olabilir. O gün sarhoş olsam bile yaşananları hatırlıyorum ve yaptıklarımdan pişman da değilim ama madem sen beni istemiyorsun, öyle olsun. Ben yine de şansımı denemek istemiştim."
"Peki..." Şaşkınım açıkçası, sarhoşken neler olduğunu nasıl hatırlıyor? "Neden bir haftadır işe gelmiyorsun?"
"Çünkü izin aldım, seni görmemek ve unutabilmek için. Bu hafta stajının bittiğini biliyordum ve sen gidene kadar... Merak etme, benden kurtuldun."
Sanki birisi almış bu adamı karşısına ve benim yerime o konuşmuş. Neleri istediğimi ve istemediğimi ona anlatmış, şimdi de gayet iyi şekilde ayrılıyoruz. "Yine de seninle tanıştığıma memnun oldum."
"Evet, şimdi arabadan inebilirsin."
Zorla gülümsüyorum ve arabadan iniyorum. Anladık, kırgınsın ama insan olarak nezaketime karşılık vermeliydin, öküz! Motoruma atlayıp gidiyorum.
Aslında programda bugün değil benim dersim ama ben gidip azıcık kum torbasından hıncımı almak istiyorum. Evde spor salonum var ama bir tane de kum torbası almak şart oldu.
O sırada Jaebum geliyor salona. Görmeyeli hiç de değişmemiş. Hala aynı suratsızlık ve soğukluk... Yine de biraz daha yakın olduğumuzu hissediyorum son zamanlarda, sonuçta hocam o. Benim tarafıma baksa selam falan vereceğim ama o sadece elindeki telefonla ilgileniyor. Kulaklığı da olduğu için selam versem de duymaz zaten. Yaklaşmıyor, aksine içeri gidiyor. Ben de kum torbasını pataklamaya devam ediyorum. Evet, az önce bu torba Hoseok'tu ama şimdi Jaebum'a dönüşmeye başlıyor, yeniden... Uzun zamandır dövmüyordum onu.
Ertesi gün Jooheon'la geliyoruz. Bu sefer de onun dersi yok, o da spor yapmaya gelmiş. Uzun süre olmuş görüşmeyeli, sohbet muhabbet derken ikimiz de sporumuzu yapıyoruz. Sonra o gidiyor, ben de ders saatim geldiği için salona geçiyorum. Dün kum torbası şeklinde dövdüğüm Jaebum bu sefer kendisi, capcanlı olarak karşımda. Ama bu sefer oldukça gergin gibi, çenesi baya çıkık ve dişlerini sıkıyor.
Ben daha "selam" bile diyemeden o direkt konuya dalıyor.
"Görünüşe göre bugün de kum torbası döveceksin çünkü gitmem gerekiyor."
"Bir şey mi oldu?"
"Seni ilgilendirmez, sen kendi işine bak."
Bu tavrı beni de sinirlendiriyor. "Öyle diyorsun da şu an işim bu, ders yapmam ve kanlı canlı bir hoca gerekiyor. Kum dolu bir bez parçası değil!"
Yanıma yaklaşıyor, oldukça yakınıma. Hatta başını hafifçe eğip dudaklarını kulağıma dayayacak neredeyse! Kalbim neden birden hızlanmaya başlıyor? Bu çocuk bana ne yapıyor gerçekten?
"Onu arkadaşlarına beni sevgilin gibi tanıtmadan önce düşünecektin..."
Ne?! Duymuş olamaz! Ne demek olamaz Jackson, yine saçmalamaya başladın, duymuş işte! İnanamıyorum, rezil oldum! Hem de şu dünyada en son isteyeceğim kişiye... Ne diyeceğimi bile bilmiyorum, ne denir ki? "Be... ben..."
"Açıklamalarını kendine saklayabilirsin. Ben de zaten o arkadaşa durumu açıkladım."
Bir saniye... Ne?! Üst üste bu kadar şok... Ne demek o arkadaşa durumu açıkladım? Yani benim yerime Hoseok'la konuşan Jaebum muymuş?
"Nasıl yani?"
"Jackson, beni böyle kullanabileceğini düşünmedin, değil mi? Yoksa gerçekten, düşündün mü?" Oldukça iğneleyici bir şekilde konuşuyor. Öyle ki, tüylerimin bile tüyleri diken diken oluyor çünkü yüzü yüzüme de yakın. Gözlerimin içine bakıyor.
"Özür dilerim, bunu mu duymak istiyorsun?" Gerilimim hat safhada, şu anda bütün salonun günlük elektrik ihtiyacı hem aramızdaki gerginlikten hem de benim tek başıma yarattığım gerginlikten karşılanabilir. Her neyse Jackson, önüne odaklan.
"Evet, bu iyi bir başlangıç... Seni ailemin ikinci oğlu olduğun için affediyorum."
Ben en azından 'kağıt üstünde kardeşim' gibi bir açıklama yapıyordum, şunun dediğine bak! Ailemin ikinci oğlu...
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ANALOG - Jackbum
Fanfiction"Kökenlerinin benzer olmasına gerek olmaksızın, aynı görevi gören." Farklı iki aileden farklı iki çocuk. Bir araya geldiler, şimdiyse aynı ailedeler. Sadece o iki çocuk aile değil...