Sahneyi baştan almak istiyorum, çünkü neden almiyim?
Ben tam sigarayı dudaklarıma götürüp nefes çekmek üzereyken o çoktan yanıma gelip sigarayı ani bir hareketle alıp atmıştı bile. Sonra hangi ara oldu, nasıl oldu bilmiyorum ama kendimi onun kolları arasında ve dudaklarımı da onun dudaklarının üstünde buldum. Olayın şokuna kapılıp karşılık veremediğimi düşünüyorsanız, yanılıyorsunuz. Çünkü şok olmaya vakit yok, bu anı değerlendirmeliyim.
Öyle şehvetle öpüyor ki, dudaklarım onun dudakları arasında kayboluyor. Boştaki elini belime götürüyor ve kolunu sarıyor. Ben de tek elimi onun saçlarında gezdirirken diğerini de yanağımı tutan elinin üstüne sabitliyorum. Bazen hızlı bazen de yavaş hamlelerle, birkaç dakika öpüyor beni, ben de onu. Bu anı sonsuza kadar yaşayabilir miyiz? Çünkü bırakırsa ben düşüp bayılırım ve bir daha kalkamam. Ölümüm gibi bir şey olur...
En son bıraktığında saniyelerce gözlerimi açamıyorum. Hala nefesini yüzümün, dudaklarımın dibinde hissediyorum. "Bu... sana... doğum günü hediyemdi." Nefes nefeseyiz.
Gözlerimi açarsam sanki gerçekten buharlaşıp uçacakmış gibi geliyor, açmaya korkuyorum.
"Jackson..."
"Jaebum..." İnliyorum.
"Jackson..." O da inliyor.
En sonunda gözlerimi açıp bakıyorum. Hemen bakışlarımız buluşuyor. "Neden yaptın bunu?"
"Çünkü hayat... Bazı şeyleri yaşamak için çok kısa."
Öyle bir bakıyor ki gözlerimin içine, boğazıma bıçak saplayıp öldürse daha az kıvranırdım. Korkunç bakıyor demek istiyorum ama bu sadece ay ışığının o küçük ve kısık gözlerine yansımasıyla oluşan bir yanıltmaca, sadece altında derin anlamlar yatan bir çift bakış. Ve ben gözleriyle ne anlatmak istediğini çözemiyorum.
"Sonra görüşürüz." Diyor kolumu hafifçe okşarken. Gidiyor. Hayır ya! Bana hayatımın en büyük soru işaretini bırakıp gidemezsin! Ne demek bu şimdi? Hayat çok kısaymış falan, ölüyor musun yani çok kısa bir ömrün mü kaldı? Beni hayatındaki her şeyden çok arzuluyormuşçasına öptükten sonra kıçını dönüp gidiyor musun yani? O kadar şaşırıyor ve sinirleniyorum ki, istediği kadar kısa ömrü kalmış olsun –tabii ki ciddi değilim- onu bir sonraki gördüğüm zamana kadar olmasından daha kısa olamaz! Çünkü onu ben kendi ellerimle öldüreceğim! Ya da bakışlarımla...
"Beni öptü!"
Alice çılgına dönmeden önce elindeki pasta tabağını yere düşürüyor. "Ne dedin sen?"
"Duydun ne dediğimi!"
Şaşkınlıktan pörtlemek üzere olan gözleriyle bana bakıyor. "Peki neden sinirlisin?"
"Çünkü çekip gitti!"
"Partiden erken gitmek istemiş olabilir, belki parti insanı değildir. Neden buna bu kadar sinirlendin?"
"Çünkü beni öpmesinin ardından bir şeyler söylemesini beklerdim ama o sadece 'Hayat bazı şeyleri yaşamak için çok kısa.' Dedi ve gitti. Ha bir de, öpücük doğum günü hediyemmiş. Yani öpücüğü anlamsız bir öpücüktü demek oluyor bu."
"Sen salaksın! Sence durduk yere sana böyle bir hediye verir mi? Üstelik eşcinselsin ve bunu bile bile yapar mı bunu? Düşündüğün şey çok saçma. Bir şeyler hissettiğini daha nasıl anlatabilir ki? Çıkma teklifi etmesini falan mı bekliyordun ilkokullu çocuklar gibi?"
"Çok soru soruyorsun Alice. Ama cevaplayacak olursam, hayır, bu saatten sonra ondan hiçbir şey beklemiyorum!"
"Sen de çok fevri davranıyorsun! Seni öptüğü için göbek atacağına etrafına ateş saçıyorsun."
Alice'i biraz kırdım sanırım ama benim gerginliğimle baş etmesini bilir o. "Tamam, üzgünüm. Sana çıkışmamam gerekirdi."
Yüzümü iki elinin arasına alıyor. "İnan bana sorun ben değilim. Ama sorunu halledeceğiz, merak etme."
Alice'in bana verdiği güvenle biraz olsun rahatlıyorum. Birkaç saat daha içki içip sohbetlerimize devam edip dans ettikten sonra Hangmin beni eve bırakıyor ve böylece doğum günüm geç saatlerde sonlanıyor.
Öpüşmemizin üstünden bir hafta geçiyor ve ben Jaebum'un J'sini bile göremedim bu süreçte. Annem bir ara onu yemeğe bile çağırdı ama bir bahane uydurup onu da ekti. Benden kaçtığını düşündüğümü söylememe gerek yok sanırım...
Yine bir kickboks dersinde daha Hangmin'le beraberiz. Etrafta Jaebum'u aramaktan derse odaklanamıyorum. En azından burada olsa onu dövdüğümü hayal ederek minderleri pataklayabilirdim ama kaç gündür onu göremeyince endişeleniyorum. Çünkü gönlüme söz geçiremiyorum, insan meraklanıyor işte. Ya da özlüyor... Hayır, özlemek kavramı olmamalı. Çünkü ona hala çok sinirliyim ve belki de hep sinirli kalacağım!
Bir süre sonra ders verdiği kızı görüyorum yine. Kalbim yine karnımda atmaya başlıyor, çünkü birazdan burada olur. Sonunda onu görebileceğim, kim bilir, belki gider o öpücüğün hesabını sorarım...
Ama öyle olmuyor. Kızın yanına diğer eğitmenlerden birisi geliyor ve onunla ders yapıyorlar. Ben de dayanamayıp Hangmin'e dönüyorum. "Şu kız... Onunla Jaebum çalışmıyor muydu?"
Hangmin de başımla gösterdiğim kızın tarafına bakıyor. "Ah sen duymadın mı? Jaebum işten ayrıldı."
Şaşırıyorum demek isterdim ama daha fazlası, şok oluyorum. Aslında beklediğim bir hareketti ama kendime itiraf edemiyordum çünkü gitmesini istemiyordum. Sonuçta onu görebildiğim tek yer burasıydı. "Ne zaman?"
"Geçen haftadan beri yok, sonra programlar değişince öğrendim ben de. Bir de siz ringe hazırlanacaktınız, değil mi?"
Doğru ya, ring! Ben bunu nasıl unuttum? Kafa mı kaldı? Öpücükten beri yaşayabildiğime şükrediyorum ben!
"Evet..."
"Hala istiyorsan bir daha konuşursun, özel çalıştırır seni. Çalıştırmazsa da buradan birilerini ayalarız."
Bir daha konuşurum... Yine ayağına ben gideceğim yani!
Öyle dediğime bakmayın, tıpış tıpış gidiyorum evine.Yine haber vermeden ama bu sefer otobüsle gidiyorum. Yani tehlike yarı yarıya indirgeniyor. Sadece haber vermediğim için bana kızabilir. Ama tabii ki onun benim karşımda hiçbir şeye kızmaya hakkı yok, çünkü zaten cinayet işlemeye gidiyorum.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ANALOG - Jackbum
Fanfiction"Kökenlerinin benzer olmasına gerek olmaksızın, aynı görevi gören." Farklı iki aileden farklı iki çocuk. Bir araya geldiler, şimdiyse aynı ailedeler. Sadece o iki çocuk aile değil...