Bölüm XXXIX

219 14 4
                                    

           

Annemle Jaebum baş başa buluşup, alışveriş yapıp yemek yedikten sonra eve geliyorlar.

Anladığınız üzere onlar da konuşmuşlar. Bunun için kahin olmaya gerek yok zaten, tahmin ettiğim bir şeydi. Sarmaş dolaş giriyorlar kapıdan da, kıskançlık damarım çifte kabarıyor. Hangi birini kıskanayım?

Gerçekten babamla konuşmaya hazır olduğumu düşünüyorum. Ertesi gün Jaebum'un evine gidiyorum. Çift kişilik kanepeye oturup ayaklarımı uzatıyorum, bir süre sonra üşüyünce yastıkların altına sokuyorum ayaklarımı. Yeni geldiğimiz için henüz ev ısınmamış. Telefonumla oynamaya başladığımda Jaebum da lavabodan çıkıp geliyor ve halime bakıyor.

"Üşüdün mü?" Tek kaşını kaldırıyor.

Başımı kaldırıp ona bakıyorum. "Biraz, gel de ısınalım."

Sinsice sırıtıyor. Sizin de aklınızdan onun geçtiğini biliyorum ama öyle şeyleri özel zamanlarda ya da birbirimize o açıdan özlemler duyduğumuzda yapmak gerektiğini düşünüyorum.

Kollarımı açıp ona uzatıyorum. O da aynı şekilde bana kollarını uzatıp sarılırken ayaklarımın ucuna oturuyor. Yanağına bir öpücük bırakıyorum, o da öpüyor. Bugün ben ne yaparsam onu yapıyormuş gibi... İşte, sevenler birbirine benzermiş, o git gide bana benziyor, ben de ona...

Sonra bacaklarımdan tutup yastığın arkasından çıkarıyor ve kendi kucağına koyuyor. Sonra da çoraplarımı çıkartıyor.

Garipsemiş şekilde ona bakıyorum. "Napıyosun?"

"Elimin ısısıyla daha çabuk ısınır." Ayaklarımı ellerinin arasına alıyor. Ya siz söyleyin, ben ölmiyim de kim ölsün? Kim gidip atmasın kendini uçurumdan? Bu çocuklayken ben hep uçurum kenarında gibiyim zaten. Kötü anlamda değil, duygularımın hissettiği uç anlamında diyorum.

Dünyanın en güzel dudak kıvrılış şeklini yüzüne yerleştirip başını hafifçe öne eğerken bana bakıyor. Dayanamayıp gömülücem şimdi ama anı bozmak istemiyorum, nasıl olsa hep öpüşürüz. Biraz bu güzelliklerin tadını çıkarayım. Başımı koltuğun arkasına yaslayıp onu izliyorum ve bir anda gözüm, komodinin üstündeki mektuba kayıyor. Benim mektubum. Artık anın büyüsünden çıkmışım gibi aklıma bir sürü soru doluşuyor. Babamla ilgili konuya varana kadar, cevaplanmamış o kadar çok soru var ki...

"Beni affetmen için sadece bir mektup mu gerekiyordu?"

Şaşırmış bir şekilde bana dönüp bakıyor. "Nasıl yani?"

"Hastanede senden özür diledim, kucağına kapandım ve önünde ağladım. Ama sadece bir mektup mu işi halletti?"

"Hayır, sadece yeterince hak ettiğin acıyı yaşadığını düşündüm. Yanlış anlama, bunu kendin istedin. Sonuçta bana yalan söyledin. Ama sana bir şans daha vermek için bir sürü sebep buldum. Bu mektup da onlardan birisiydi."

Kaşlarımı kaldırıyorum. "Neymiş o sebepler?"

"Sen ailemin ikinci oğlusun." Sırıtmasını durduramıyor. Çok mu hoşuna gidiyor bu kardeşlik durumumuz. Her neyse... "Yani ailemin hayatına da benim hayatıma da dahilsin. Seni herkesten iyi tanıyorum. Evet, yalan belki çok kötü bir şey ama yanlış yaptığını anladığını gördüm. Bu kadar ayrılığın da yeteceğini düşündüm. Ama başka bir yalanı geç, yalanın y'sini bile söylersen bir daha yüzümü bile göremezsin, biliyorsun di mi?"

Başımı aşağı yukarı sallıyorum.

"Son sebep olarak da, seni seviyorum."

Gözlerim güneş gibi parlıyor bir anda. Onun ağzından şu iki kelimeyi duymak dünyalara bedel. Hemen onu çekiştirip koynuma sokuyorum, daha doğrusu bacaklarımı açıp onu sırtüstü karnıma yatırıyorum ve yüzünde iğne ucu kadar boşluk kalmayıncaya dek her yerini öpücüklere boğuyorum. Severken abartmayı sevdiğimi söylemiş miydim?

Sonra bir anda elimi çenesinin altına yerleştirdiğimde durup yüzünün üstünden gözlerimi onunkilere dikiyorum. "Peki, o gün neden hastanede bırakıp gittin?"

Bakışlarını kaçırıyor. "Çünkü sonrasında ne olacağını bilemiyordum, kafam o kadar karışıkken seninle yakın olmaya dayanamadım."

Şakasına tek elimle yanaklarını sıkıyorum. "Peki, söylemen gereken bir şey?.."

Dudakları büzüşmüş haldeyken güldüğünü hissediyorum. Elimi tutup nazikçe yanaklarından çekiyor. "Özür dilerim, seni bırakıp gitmemeliydim."

"Gerçekten her şey karşılıklıymış. Ben sana yalan söyledim, sen beni orada öylece bırakıp gittin. Tamam, tam karşılığı sayılmaz ama neler hissettiğimi bilmek istemezsin. Sen beni birçok kez bırakıp gittin..."

"Çünkü senin geleceğini biliyordum. Sen de benim hep seni beklediğimi biliyordun. Hep bekliyorum..."

Böyle yüzlerimiz birbirine tam zıt yönlerde bakarken ve burun buruna gelmemize az kalmışken duyduğum şeylerle romantizmin son basamaklarını tırmanıyorum. Ben bu çocuğu hak edicek ne yapmış olabilirim ki?

Ellerimle yanaklarını okşadıktan sonra saçlarına götürüp parmaklarımın arasından geçirerek taramaya başlıyorum. Hemen mayışıyor. Resmen tanrının yeryüzündeki oğlu kucağımda ve ellerimin arasında bir kediye dönüşüyor. Kedi demişken... O da yan koltukta efendim, kendi kendine oradan oraya tırmanıyor, arada yanımıza geliyor ama bize sadece bir bakış atıp odanın içinde gezmeye devam ediyor. Adı da Maya'ymış. Çok da tatlı, gri çizgileri olan beyaz bir kedi... Ama bu, Jaebum'dan o'nu kıskandığım gerçeğini değiştirmez. Jaebum'la Maya'yı yan yana bile görürsem benim şalterler atabilir. Hiçbir şey yapmam canım, sadece Jaebum'u tırmalarım...

Her neyse, Maya bizim güzel kızımız bundan sonra. Onu da hak ettiği gibi severim ve korurum. Gerekirse dünyaları da veririm. Zaten eve geldiğimde bir posta onunla da oynaştık, şaşırtıcı şekilde uysal bir kedi ama arada tırmaladığını Jaebum'un ellerinin üzerindeki çiziklerden biliyorum. Ben henüz o kadar münasebete girmedim. Sadece kıskançlık kötü işte, şu hissi bir azaltabilsem içimde...

O şekilde kucağımda uyuyakaldığında resmen masalda gibi hissediyorum kendimi. Böyle saf ve masum görünüşünün altında neler yattığını düşünüyorum. Yeri gelince sinirli, yeri gelince şehvetli bir sevici, ama en çok da her hissini ve anını hak ettiğiyle yaşayan bir insan... Ona ne kadar çok hayran olduğumu fark ediyorum. Daha çok överdim ama, yüzünü ellerim arasına alıp burnuna öpücük kondurup onu uyandırmak daha çekici geliyor. Uyanmıyor tabii ki, hemen uyanacak mı sandınız? Ben de kafasını yavaşça sağa sola sallıyorum, kolay uyanmayacağını bildiğim için...

"Jaebum! Hadi uyan, yatağa gidelim."

Sonunda uyanıyor, derin uykuya gitseydi sırtımda götürmek zorunda kalabilirdim... Sonra elinden tutup onu yatağa götürüyorum. Ev oldukça ısındığı için üstündekileri çıkartıp yorganın altına giriyor. Ben de aynısını yapıyorum. Evde olsam hiç bunu yapamam ama işte... Birbirimize benzediğimizi söylemiştim.

ANALOG - JackbumHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin