Bölüm XXXVIII

226 20 4
                                    

           

Şaşkınlıkla dönüp ona bakıyorum. Filmi izlerken bu düşüncelerle boğuşmuş belli ki. Bense sadece anın büyüsüne kapılıp huzura ve filme teslim etmiştim kendimi... "Annemlere mi?"

"Evet. Bekleyecek bir şeyimiz yok artık. Geldiklerinde konuşalım."

"Benim hazır olup olmadığımı umursamıyorsun galiba? Senin için tehlike oluşturacak bir durum yok tabii." Bir anda bütün moralim bozuluyor.

"Saçmalama! Beni bile evlatlıktan reddederler ama sen kalırsın. Tehlike oluşturacak bir durum ikimiz için de yok. Ayrıca, neler düşünüyorsun sen? İkimiz de reşidiz farkındaysan."

"Ama..."

"İstersen biraz daha bekleyebiliriz. Yine de söyleyip kurtulmak istemez misin sen de?"

"Neden bu kadar ısrarcısın? Her şeyin hemen olup bitmesini istiyorsun. Dün mektubu alır almaz buraya geldin, o an dövüşmek istediğini söyledin. Şimdi annemlerle hemen konuşmak istediğini söylüyorsun..."

"İçimde sıkıntıları tutamıyorum. Sen sıkıntılarını, dertlerini yansıtmayıp onu neşenle derinlerine gömen birisin ama ben içimden söküp atan biriyim. Bu yüzden."

Ciddi olan ifadem yumuşamaya başlıyor. Beni daha iyi anlatamazdı heralde. Bu kadar iyi tanıdığını bilmiyordum, ben neden onu böylesine tanımıyorum?

Bir süre gözlerini izliyorum. Dudaklarının kenarı yukarı doğru kıvrılıyor. "Tamam, ama bugün olmasın. Haftaiçi bir gün yemeğe gelirsin, o zaman söyleriz."

"Peki."

Sonra Hoseok geliyor aklıma, oradan da dünkü dövüşümüz. Hepsi bir film şeridi gibi geçiyor gözümün önünden. Şu anda zihnimden silmeye çalıştığım o adı lazım değille ayrılık zamanlarımızdan konuşmak istemiyorum. Onun yerine başka bir şey sormak geliyor aklıma.

"Dün... Bilerek yenildin, di mi?" Kaşlarımı kaldırıyorum.

Başını arkaya doğru atıp koltuğun arkasına yaslıyor ve gülüyor. Ben de hemen kolundan onu ittiriyorum. "Biliyordum!"

O da ağzını sonuna kadar açıp kahkaha atıyor. "Hak etmediğini düşünmeni istemem. Ama daha devam ederdim." İttirdiğim kolunu omzuma sarıyor.

Akşam olana kadar yine mutfağa girip yemek hazırlıyoruz ve akşam olduğunda da annemler geliyorlar.

"Jaebum! Hoş geldin oğlum." İkisi de Jaebum'u birkaç haftadır görmedikleri için şaşırıyorlar tabi.

"Hoşbuldum anne, baba." İkisine de sarılıyor. Sonra ben de onlara sarılıyorum.

"Ne yaptınız siz, güzel kokular geliyor." Annem gülümseyerek bize bakıyor.

"Hadi geçin, en sevdiğiniz yemekleri yaptık." Derken mutfağa geçiyoruz hepimiz ve masayı hazırlayıp yemeye başlıyoruz. Yemek sırasında o kadar rahatım ki, kahkahalarla geçen sohbetimiz sırasında Jaebum'a laf bile atıyorum. Artık bizi 'sonunda kardeş oldular' gibi mi düşünürler bilmiyorum ama... Annemin bana bakışını yakalıyorum. Hani haftalardır asık suratlıydım şimdi de dünyanın en mutlusuyum ya, ondandır. Başka ne olabilir ki?

Yemekten sonra annem, babam ve benim en sevdiğimiz ve arada oynadığımız kutu oyununu oynamaya başlıyoruz ve Jaebum da tabii ki bize katılıyor. Bir posta da böyle eğleniyoruz. Sonra Jaebum gidiyor. Veda öpücüğümü bile alamadığım için yine üzülüyorum denebilir ama neyse, bu günler de geride kalacak elbet...

Gece geç saatler olmasına rağmen annemi bahçede, o buz gibi havada otururken buluyorum. Sırtına yün hırkasını getirip örtüyorum ve ben de yanına oturuyorum. Neyse ki bahçeyi falan toplamıştık, o eldivenleri açıklamamın imkanı yoktu çünkü...

Sonra ne mi oluyor? Bana bakıyor. Bu kadar uzun süre bakıp lafa girmediği hiç olmamıştı şimdiye kadar. Hadi anne, yolla gelsin. Anladın di mi?

"Senin mutluluğunun da mutsuzluğunun da sebebini artık biliyorum..."

Demiştim. Anlamış işte. Teşekkürler annecim, bizi ya da en azından beni büyük bir yükten kurtardın.

Utangaç bir şekilde gülümsüyorum. "Neymiş annecim?"

"Jaebum..."

Dudaklarının kenarı hafifçe yukarı kıvrılıyor ve bir süre susuyor. Ben de çok yavaş bir şekilde önüme bakarak başımı aşağı yukarı sallıyorum. Sonra ben dayanamayıp soruyorum. Aslında cevabı belli yani ama yine de ondan da duymak istiyorum: "Nasıl anladın?"

"Sizin nefes alış verişlerinizi bile tanırım ben Jackson, özellikle senle hep daha yakınız Jaebum'la olduğumdan ve senin duygularını saklayamadığını, onunsa çok iyi sakladığını biliyorum. Ama bugün o bile saklayamadı, anlıyor musun?" Kendini tutamayıp gülümsüyor. Oysa ben birazdan azarlar diye düşünüyordum. Nasıl olabilir böyle bir şey, bu çok olanaksız, siz kardeşsiniz... Bu kelimelerin onun ağzından döküldüğünün hayalini kurarken, o sadece gülümsüyor ve derin bir nefes alıp devam ediyor.

"Sana hayatımda hiç tanık olmadığım bir şekilde bakıyordu. Sanki aşktan öte bir duygu gibi..." Elimi tutuyor. "Sen de sanki çocukluğuna dönmüş, en sevdiğin oyuncağına kavuşmuşsun gibi bir sevinçle ve özlemle bakıyordun. Onun yanında bile olmak yetmiyor di mi? Her an, her dakika onu sarmak, sarmalamak, öpmek istiyorsun..."

Şimdi utançtan yerin dibine giricem. Tıslayarak gülüyorum. "Anne..."

"Benimle konuşabileceğini biliyorsun."

"Aslında bunu sen fark etmeden ben sana anlatacaktım ama beni büyük bir zahmetten kurtardın."

"Biliyorum."

"Bugün mü anladın?"

"Bundan önce bize geldiğinde, yine bahçede oturuyorduk. Sizin aranızda kardeşlik ya da arkadaşlık duygularından farklı bir şey olduğunu sezdim. Belki size konduramayacağımı düşünebilirsin ama... En azından ikiniz de yabancıya gitmediniz."

Ben kahkaha atıyorum, annem de gülüyor.

"Ee, damadım kim oluyor?"

ANALOG - JackbumHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin