Sana biraz kendimi anlatmak istiyorum, belki beni biraz da benden anlamak istersin...
Bir çadır gibidir benim içim, sadece uyumak için girerim oraya. Hiç düşünmezdim karanlık, depresif yönlerim olduğunu. Hep neşeyle uyandım her sabaha, hep o çadırın kapağından ışık süzdürürdüm içeri, karanlıkta kalsam da o ışığın, umudun yeri vardı hayatımda. Hep güneş hissettim çadırın muşambası ardından, gün doğumunun turuncusunu yaşadım ve güneşten önce sarıya ben döndüm, kendimi hep ben aydınlattım. O çadırın içinde birçok insanla da kaldım ama çoğunlukla tek başımaydım. Gerçek annemle babam hep dışarı çağırırlardı, ama şimdiki annemle babam kapağı açıp elimden tutup çıkarıyorlar beni oradan.
Sen yoktun önce, hep ağaçların ardında saklambaç oynardın benimle, hiç girmedin içeri, ben de zaten çağırmadım seni. Sadece sesini duyardım, annemlerle gülüşürdünüz, onlarla sarılırdın.
Senin hiç çadırın olmadı, hiç şeffaflıklardan dolmadı gün ışığı içine. Bir ağaç evde yaşıyordun, tahtaların çatlaklarından, diziliş boşluklarından bir sürü ışık alıyordun ama zaten alıştığın şeyin değerine hiçbir zaman varamadın, o ışıklara hiç dokunmadın. Belki de dokundun ama o dokunuşlarda ben yoktum.
Sessiz bir ormandı bizimkisi, neden sessiz olduğunu aramızdaki mesafeler kısalınca anladım. Ne sen ağaç evine sığar olmuştun ne de ben çadırıma. İkimiz de birer ev yaptık kendimize ve ışık almadı hiç seninki, benimkiyse pencerelerle aydınlanıyordu. Sen kapını açtığında ben çoktan evden çıkmış oluyordum. İşte ben seni böyle biliyordum. Sonra o evlerin kapısı çarpıştı, nasıl oldu, ne zaman oldu anlamadım. Aynı anda çıktık o evlerden. Uzun zaman sonra anladım, güneşimi doğuran annemmiş, kesen de senmişsin. Çünkü artık esas ışığım 'sen' olmaya karar vermiştin.
Bilmem anlatabiliyor muyum? O eski ışığımı sırf kendini hayatımın en önemli parçası olmak adına kesip yerine sen geldin. Gün ışığım oldun, sensiz yaşayamaz oldum. Zaten sensiz yaşadığım tek bir hayat dilimim var, orda bile karşı komşumdun. Belki birkaç ay öncesine kadar da öyleydin ama içimde ettiğin yerin bambaşka olduğunu ben seni tanıyınca anladım. Seni tanımam için duvarları yıktın, kendini benden sakladığın o şeffaf duvarları...
Çok kısa bir yolu yürüdük beraber, çok kısa zamanda yeni bir hayata başladım ve değiştim. O eski heyecanlı, yerinde duramayan beni sakinleştirdin, beni 'sen'leştirdin. Hayata biraz da senin evinden baktım. Sen de benim evimde zaman geçirdin, gün ışığından vücudun için gerekli vitamini aldın ve kendine geldin. Yüzünde neşeyi gördü insanlar, soğukkanlılığın kırılgan birinde olabileceğini gördüler. Yaşanması imkansız denen şeylerin mümkün olduğunu anladılar, sen iste yeter...
Biraz daha isterdim yaşamak seni, biraz daha tatmak isterdim sevgini. Belki de hala seviyorsundur, anlamak için bakamadım bile yüzüne. O kadarcık bile dokunamadım sana. Küçücük bir kaçışla başladı her şey. Dürüstlüğümden kaçtım, sen de güveninden kaçtın. Yine çarpıştı evlerimizin kapısı, ikisi de kırıldı. İkimiz de kırıldık...
Şimdiyse kaçtığım dürüstlüğüme geri dönüyorum. Kendi kapım yerine yenisini yapacağım.
Aşkıma doğru koşuyorum. Seni seviyorum.
Ve cesaretime doğru koşuyorum. Yeni kapımı senin takmanı istiyorum. Ve artık benimle yaşamanı...
-Jackson
Günlük hayatında çok konuşan birisi olarak sayfalarca şey yazmayı beklerdim kendimden ama içimden geçenleri sıkıcılaştırmaya gerek duymadan bu kadarla anlatmak istedim. Zaten şans vermek isteyen insan tek bir kelimeyle bile verebilir.
Yazdığım bu mektubu zarfına koyup yalayarak kapatıyorum. Üstüne sadece Jaebum'a yazdıktan sonra evine doğru yola çıkıyorum. Bu arada hastane olaylarının üstünden bir hafta kadar geçti. Bu mektubu da finallerim arasında anca yazdım. Şimdiyse finallerimizin bitmesi şerefine arkadaşlarla buluşmadan önce onun evinin oradan geçip bırakmayı düşünüyorum.
Öyle de yapıyorum. O eve girerken neler hissediyorum ben de gerçekten bilmiyorum. Boşlukta olmanın hissi nasıl anlatılır ki ya da karanlığın rengi? Siyah işte. Sadece tutunduğunuz bir duvar ve ayak bastığınız bir taban var. Geri kalan her şey boş...
Mektubu kapının yanına sıkıştırıyorum ve kaçmak ister gibi oradan koşarak uzaklaşmak istiyorum. Ama bilin bakalım kiminle karşılaşıyorum? Bence doğru bilmişsinizdir; Jaebum tabii ki...
Şaşkınlıkla bana bakıyor. Aslında beni hastanede bırakıp gittiği için ona çok kırgınım ama yine de her ne kadar görmek istemesem de ben de onun yüzüne bakmadan edemiyorum.
"Napıyorsun burda?" Ellerini pantolonunun cebine sokuyor. Hayır Jaebum, şu an bana böylesine havalı ve çekici gözükmemen lazım!
Umursamıyormuş gibi omuzlarımı silkiyorum. Dünya üzerinde şu anda daha çok önemsediğim bir şey olmadığını siz de biliyorsunuz tabii ki. "Bir emanetin vardı bende, onu bıraktım."
"Emanet mi?" Kaşlarını kaldırıyor. "Her neyse, seni gördüğüm iyi oldu. Sana söylemem gerekenler var."
Şaşkınlıkla ve aynı zamanda endişelenerek ona bakıyorum. Bana söylemesi gereken ne olabilir ki?
"Hoseok... Akıl Sağlığı Merkezi'ne yatırılmış."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ANALOG - Jackbum
Fanfiction"Kökenlerinin benzer olmasına gerek olmaksızın, aynı görevi gören." Farklı iki aileden farklı iki çocuk. Bir araya geldiler, şimdiyse aynı ailedeler. Sadece o iki çocuk aile değil...