Ertesi gün eşyalarımızı toplayıp öğlene doğru çıkıyoruz. Yaklaşık beş saat yol sürüyor. Alice, ben ve Jooheon aynı arabadayız. Sohbet muhabbet derken zaman su gibi akıp geçiyor zaten. Şehre varıyoruz ve Hangmin hepimizi evine bırakıyor.
"Görüşürüz kaptan!"
Kaptan diyorum, çünkü kickboks yaptığım yerde eğitmenlerden birisi de o. Zaten onunla orada tanıştık. Benim eğitmenimse tahmin edebileceğiniz üzere, Baekjun. Jooheon'unki de Hangmin. Dördümüz böyle tanıştık. Alice ve Jooheon da ilkokuldan beri en yakın arkadaşım. İletişimimiz hiç kopmadı. Her türlü belaya bulaşmışızdır onlarla. Yoona ve Rina ise kardeşler, Yoona kickboks öğrenen, Rina ise kardeş kontenjanıyla aramıza katılan. Birkaç ayda hepimiz yakınlaşmış bulunduk. Jooheon, ben ve Alice zaten her yıl kampa giderdik ve bu sene onlarla yakınlaşınca teklif etmiş bulunduk ve beraber gittik. Gayet de eğlenceli ve güzel bir tatildi.
Ta ki o meymenetsiz suratı görene kadar... İşte şimdi kapıdan çıkıyor. Neden iki dakika daha geç gelemedim ki? Şu kişiliği görmemiş olurdum. Zaten varlığıyla yokluğu aynı olan birisini görmesem de bir şey değişmezdi ama bende uyandırdığı hisleri size anlatamam. Hani bir insana bu kadar mı sinir olunur? Hayır, küçükken anlaşabiliriz sanmıştım başlarda, sonuçta aynı yaştayız, benden sadece iki ay büyük. Komşuculuk zamanlarımızda da oynuyorduk bence, her ne kadar hatırlamasam da... Ama neden bilmiyorum, beni sevmedi. Hiçbir iyi anımız yok. Ben ona iyi davranmaya çalıştığımı hatırlıyorum, çünkü aileme saygısızlık olurdu. Sonuçta beni bir başıma kaldığımda kollarına alan, evlat edinen pırlanta gibi bir aile... Gerçek anne babamı o kazada kaybettiğimden beri hiç farklı bir aileymiş gibi gelmiyorlar bana. Beni şu çocuktan, Jaebum'dan ayırt etmiyorlar.
Hayatımın onunla ilgili bir kısmı böyle film şeridi gibi gözümün önünden geçerken bir anda o küçük Jaebum büyüyor ve gerçek benliğiyle, fiziksel olarak geçiyor bu sefer gözümün önünden. Hiçbir şey demeden ve gözünün ucuyla bile bakmadan. Arabasına binip gidiyor.
Çocukluğundan beri istediği o Audi'yi aldı geçen yaz. Daha doğrusu aldırdı. Ailesine yük olmayı sevmiyor diyebilirim, çünkü her yaz bir yerlerde çalışır kendine ne istiyorsa onu alırdı. Telefon, bilgisayar, gitar... Ben de çalışırdım ama onun kadar uzun süreli ya da hırsla bir şeyler alma sevdasıyla değil. Aileme yük olmak istemediğim için. Yani aynı kafadanız ama ben araba aldırmadım, paraları biriktirdim ve motor aldım, o da arabayı aldırdı işte. O kadar da maddi bir yüke giremeyeceğini biliyorduk sonuçta ve üniversiteyi kazandığında alındı. Mühendislik kazandı ama ne bölüm olursa olsun alacaklarını biliyordum. Şimdi de burada bir üniversiteye geçiş yaptı işte. Bana sorsaydı, geçme derdim. Uzakta daha özgürsün, uzakta benden uzaksın. Ama tahmin edebilirsiniz ki, bana sormadı. Telefon numarası bile yoktur bende, öyle bir uzaklık.
Ben de üniversiteyi kazandım, burada. İç mimarlık okuyorum. Bu sene üçüncü senem olacak ve çizimlerdi, projelerdi derken okul zamanı kendimi kaybediyorum. Şimdi bir de staj yapacağım, büroda. İnanılmaz sıkıcı değil mi yoksa bana mı öyle geliyor? Büro ne ya? Ayakta çalışmak varken masabaşı... Çok zor gerçekten, Jaebum'un bile başına gelmesin... Yine de birkaç hafta katlanacağız işte. O da bir sonraki hafta başlıyor.
"Selam!" Sonunda eve giriyorum. Parfüm kokusu buram buram geliyor, önümden geçip giderken ona olan algılarımı kapattığım için anca şimdi alıyorum kokusunu.
"Hoş geldin oğlum, nasıldı tatilin?"
Yanağına içli bir öpücük konduruyorum annemin. "Gayet iyiydi, siz neler yaptınız ben yokken?" Babamı da iki yanağından öpüyorum.
"İşe gidip gelmek dışında mı? Hiçbir şey. Bir ara Jaebum'a ev baktık. Sen yokken işe de başladı, sizin şu kickboks salonunda. Eğitmen olacakmış."
Ne? Şaka mı?! "Gerçekten mi, beraber çalışırız belki. Nereden esmiş peki orada çalışmak?"
"Kendin sorarsın artık."
Kafamı sallıyorum. Sorar mıyım gerçekten? Ayda yılda bir konuşuruz zaten o da sadece ihtiyaç halinde. Hayır, birbirimizden haz etmiyoruz ama bu aramızdaki hislerden ibaret sadece. Ama gerçekten, Jaebum'un bakışlarına maruz kalsanız ne demek istediğimi anlardınız. Saf nefret gibi, üstüne biraz da katıksız ukalalığını katarsak... Böyle kapkalın duvarları var ve sadece bana karşı. Ben hep güler yüzlü olmaya çalışsam da onu görünce suratım düşer, öyle bir duvar. Çünkü fotoğrafını görsem bile o duvara çarpıp düşerim mesela. Evet, bu kadar abarttığım yeter, konumuza geri dönelim.
"Aslında ben de orada çalışmayı düşünüyordum ama staj olduğu için ertelemiştim. Sürpriz oldu bu durum."
"Esas sürpriz, sen oraya gittiğinde onu orada görmenle olurdu."
"Yine derse geldiğini falan düşünürdüm."
"O kadar mı konuşmuyorsunuz gerçekten oğlum?" Babam bir anda ciddileşti.
"Yani konuşuyoruz tabi, en azından birbirimizin yaşadığını bilecek kadar." Zoraki bir şekilde gülüyorum. Ortamı yine bu konuyla germek istemiyorum.
"Peki kamptan var mı bir olaylar, anlat bakalım." Annem de zaten hemen duruma el atıyor. Vay be, muhabbet buralara geldi demek. Öyle bir kaş-göz hareketi yaptı ki, sorunun ne anlama geldiğini anlamamanız imkansız.
Gözlerimi deviriyorum. "Anne..."
"Tamam, bir şey sormadım farzet."
Ben de gülüp koltukta arkama yaslanıyorum. Utandım mı sıkıldım mı anlamadım. Henüz böyle konulara alışamadım.
Kız arkadaşım oldu lisedeyken ve onu ilk öptüğümde hissettim, bu ben değildim. Sanki bir ağacı öpüyormuşum gibi gelmişti. O kızla da benden hoşlanıyor diye ve sadece birkaç kalp çarpıntım olduğu için kanıp çıkmıştım. Nerden bilebilirdim o çarpıntıların hiperaktiviteden olacağını, ben hoşlantı sanmışım işte. Sonra erkeklere farklı bir gözle baktığımı hissettim, erkekler bana daha çekici geliyordu. İlk sevgilim de üniversitenin ilk senesinde oldu. Her şeyin ilki gibi... Ama çok da hoş bir sonu olmadı onun, beni aldattığını öğrendim. Travma yaşadığımı düşünmeyin, aslında ben de ondan soğuduğum bir zamandaydık ve bunu normal karşıladım diyebilirim. Çünkü zaten uzaklaştığımızı hissetmiştim. Zaten kısa süreli bir ilişkiydi. Sonra internetten, uygulamalardan birkaç kişiyle konuşarak devam ettim. Kimisiyle gerçekten sevgili olma noktasına kadar bile geldim ama uzaktan ilişki... Teşekkürler, kalsın.
İnsan kendisini tak diye bir anda keşfetmiyor tabi ama aileme bir anda söyleyince onlar şaşırdılar. Sonra ikisi de beni kucakladılar. Babam tabi haşır neşir olmadan sadece omzumu okşadı, bu bana güven verdiği bir yoldu. Kızgınlık, utanç namına hiçbir şey olmadığını o zaman anladım. Ailenizi siz seçmezsiniz, ama onlar iyi ki beni seçmişler...
Hangi ara bir hafta oldu gerçekten anlamadım. Bu süreçte boksa hiç gitmedim, Jaebum'la karşılaşmak istediğim pek söylenemez. Baekjun'dan onun ne zamanlar olmadığını öğrenip o zamanlarda gitmeyi düşünüyordum ki, eğitmenlerin değiştiğini söyledi. Baekjun'u farklı bir şubeye göndermişler. Baekjun, Hangmin ve ben buluşup bu durumu konuştuk.
"Benim evime daha yakın olduğu için ben o tarafa başvuru yapmıştım, şimdi oraya aldılar. Jaebum'la da tanışmadık. Ama sen Hangmin'e gidebilirsin."
"Benimkiler dolmuş, seni kime verdiler bilmiyorum. Biliyorsun, rastgele atıyorlar bu kayıt yenilemelerde ve programlar değiştiğinde..."
Ertesi gün bir gidip bakıyorum ki, hocam Jaebum olmuş. Korktuğun başına gelirmiş derler ya...
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ANALOG - Jackbum
Fanfiction"Kökenlerinin benzer olmasına gerek olmaksızın, aynı görevi gören." Farklı iki aileden farklı iki çocuk. Bir araya geldiler, şimdiyse aynı ailedeler. Sadece o iki çocuk aile değil...