Her ne kadar sinirli de olsam onu ittirecek bir hamlede bulunamıyorum bile çünkü kolları arasında eriyorum. Özellikle o bana yaklaşmadan önceki hali... Resmen beni baştan çıkarmak için yaratılmış bir varlık. Ne yapayım ki, deliler gibi öpüşmekten başka şimdi? Geri çekilemiyorum bile, o şehvetten kaçabilmemin imkanı yok.
Eldivenli elini belime sarıyor, boştakiyse saçlarımda ve yanağım arasında geziniyor. Bense onun çıplak kollarında, yanağımın üstündeki elinin üzerinde gezdiriyorum ellerimi. Bir ara nefes almak için duruyoruz ve ben tokat atmam gerektiğini hatırlıyorum, bakın hissetmiyorum sadece hatırlıyorum ama atamıyorum. İzin vermiyor.Ayrıca zaten az önce yumruk atmıştım, yani onun yerine de sayabiliriz. Böyle güzel öpülmek, hem de delicesine aşık olduğunuz kişi tarafından... Bir başka boyuttayım sanki ve hiçbir şey yapmama izin verilmiyor orada. Ben hislerimde kaybolup giderken o öpücüklerinin yolunu boynuma doğru çiziyor. İki kolunu da belime sarıyor, bense hafifçe, nefes verir gibi inliyorum. Resmen zevkten ağlayacağım. Ben de kollarımı onun omuzlarına sararken o diğer eldivenini de çıkartıyor. Öpücüklerinin yerini dili aldığında farklı bir yol çiziyor yine dudaklarıma. Bu sefer diller konuşuyor, daha da derin öpüşler ve ellerini belimde tişörtümün altına sokuyor. Bense kollarımı başının etrafına sarıyorum, yoksa düşüp bayılıcam.
Bir süre sonra nefes almak için durduğumuzda artık yüzümü çeviriyorum, biraz daha buna devam edersek olacakları düşünmek istemiyorum çünkü, en azından burada. O da yanağımı öpüyor ve nefes nefese öylece duruyoruz bir süre. Kollarımı indirip belime sarılı olan kolları üzerine koyuyorum ellerimi.
"Jack... Jackson..." Fısıldıyor.
Ben bu anı bir yerden hatırlıyorum. "Yine yapma, yalvarırım... Yapma."
Yüzünü boynuma gömüyor ve hafifçe başını yana sallıyor. "Hayır, yapmayacağım. Çünkü... seni istiyorum."
Kalbim fırladı, onun bile bedenini delip geçti sanırım. Böyle bir şey nasıl söylenir? Ayaküstü seviştik falan ama... Baya cesur bir itiraftı bu.
O an başını kaldırıp yüzüme çok yakın bir mesafede duruyor. Bakışlarını size anlatamam ama biraz hayal etmeniz gerekiyorsa, öyle derin ki... Sanki uçurumun kenarı ve ben şu an o uçurumdan sonsuz boşluğa atlıyorum.
"Jackson, sana aşığım, anlıyor musun?"
Duyuyor musunuz? Duyuyor musunuz! Pardon, okuyor musunuz? Çünkü ben yanlış anlamış olmak istemiyorum. "Sana aşığım" mı diyor o? Elf kulaklarım bana oyun oynamıyordur umarım.
Birazcık ondan uzaklaşıp yüzünü daha dikkatli inceliyorum. Böyle nasıl tarif etsem... Resmen o duygusuz, suratsız ve umursamaz dediğim adam gitmiş, yerine melek gelmiş ve masum gözlerle bana bakıyor. Bense aynı masumiyetle ama biraz da sorgular gözlerle ona bakıyorum.
"Senin de bana karşı bir şeyler hissettiğini biliyorum."
"Hissetmekten fazlası... Yaşıyorum." Konuşurken sesim heyecandan çatallaşıyor.
Hafifçe başını öne eğip gülümsüyor. Ahh, eriyorum, yere karışıcam şimdi. Şimdi olmaz, daha ona yeni kavuştum. Başlangıç noktamızda, saatimizde olmaz. Eriyemem. Her neyse, ne diyorum ben?
Artık dünyanın en mutlu insanı olduğuma göre kendimi tutmama gerek yok. Bu sefer de onu ben öpüyorum, yüzünü avuçlarımın arasına alıp. Bu seferki öpüşmemiz daha yumuşak ve nazik. Aslında tam tersi olması lazımdı, neyse, neyimiz düzgün ki?
Çok uzun sürmüyor bu sefer. Durduğumuzda artık bir şeyi sormam gerektiğini fark ediyorum. "Bugünkü dersimiz bu kadardı galiba?" Resmen mutluluktan çığlık atarcasına gülmemek için zor tutuyorum kendimi.
Elini boynumun etrafına sarıyor. "Beni dövmek hoşuna gidiyorsa bütün gece devam edebiliriz." Gülümsüyor. Dişleri çok güzel, ahh... Gülüşü daha güzel.
Ben de başımı onun kolunun üstüne doğru eğiyorum. Gözlerinin içinde kaybolabilirim. "Seni ilk tanıdığımdan beri hep dövmek istiyormuşum gibi..."
Sorgulayıcı bir tavrı olacağını zannederken, o tüm masumiyetiyle gülümsemeye devam ediyor. Beni şu boynumdan ayaklarıma kadar deşip içimi çıkarıp alsan daha kolay ölürdüm Jaebum. "İstediğini yapabilirsin."
Tek kaşımı kaldırıyorum. "Nasıl yani, seni dövmeme izin mi vereceksin?"
"Hayır, derslerimiz bittiğinde göreceksin diyorum." İddialı.
Şu an ortam o kadar güzel ki, karanlık denebilecek kadar loş ve boş bir ortam, sadece ikimiz, ringin üstünde... Hiç böyle hayal etmezdiniz değil mi, öpüşmek için böyle bir mekan ve zaman? Ben de... Düşüncelere kapılıp gitmeye yakın onun kokusunu almak için yanıp tutuşuyorum. Aslında cesur olmak isterdim onun gibi ama çok çekingenim şu an, sadece onun yönlendirmesiyle hareket edebilirmişim gibi. Mesela bütün gece bu şekilde burada kalalım dese, bütün hayatımız boyunca kalalım, derdim. İşte bunları düşünürken yüzümü onun boynuna gömüp kokusunu içime çekerken buluyorum kendimi. Meğerse parfüm denen şey tamamen kendi kokumuzu kapatmak adına tasarlanmış bir zırvalıkmış. Onun o ter kokusunun içinde yaşayabilirim mesela. Bazılarınızın 'Ne?! Ter kokusu mu? Iyy...' dediğini duyuyor gibiyim. Ama aşık olduğunuzda öyle olmuyor. Tabi sadece sevgiliye aşk değil, annenize, babanıza, kardeşinize, çocuğunuza da aşık olursunuz. Aşk sadece kişilere göre şekil değiştirir. Sevgiliye duyulan hisler dışındakine de 'sevgi' deriz işte. Severiz.
Jaebum'un inlemesiyle kendime geliyorum. Resmen içine çekilip gidecekken o beni durduruyor. Öyle gömülmüşüm boynuna.
"Jack, gidelim mi artık?"
Gitmeyelim, diyemem. Çünkü burada bu şekilde ne yapabiliriz ki? En azından eve falan gitsek... Hişt, aklınızdan geçen ayıp şeyleri görebiliyorum. O kadar da değil.
Geri çekilip başımı sallıyorum. "Gidelim."
Zor da olsa ayrılıp soyunma odasına gidip duşlarımızı alıyoruz hemen ve giyinip çıkıyoruz. Elimi tutuyor! Bunu o kadar normal ve günlük olarak yaptığı bir şey gibi yapıyor ki, etkilenmemek elde değil, yani lafın gelişi. Yoksa bakın, gayet de 'el'deymiş. Sonra da parmaklarını benimkilere geçiriyor. Ahh, şimdi ağır duygusal yüklenmeden ağlicam. Tamam, çok erimek ya da ağlamaktan bahsediyorum ama ne yapabilirim, siz söyleyin? Geri dönülemez şekilde aşık oldum işte...
Arabasına geldiğimizde yavaşça elini çekiyor ve çantasını arka tarafa atıp şoför koltuğuna geçiyor. Ben de aynı şeyi yapıp yan tarafına oturuyorum ve bizim eve doğru sürüyor. Aslında onun evine gitmek isterdim ama henüz erken gibi hissediyorum. Çünkü gidersek duramayacağımız bazı konular olacak gibi...
"Sana araba kullanmayı da öğretmemi ister misin? Ehliyet almak istiyorsan hala?"
"Olur."
"Sen bu kadar suskun olmazdın normalde, neyin var?"
Onun tarafına bakamıyorum, çünkü hala üstümden atamadığım bir utangaçlık var. "Sanki bir rüyada gibiyim ve konuşursam uyanacakmışım gibi."
"Jackson... İnan bana rüyada değilsin. Bu hayatta beklemediğin çok şey gelebilir başına. Kendimden biliyorum."
Başımı çevirip ona bakıyorum. Yoldan bakışlarını çok kısa bir süre çevirip o da bana bakıyor. Bu saniyelik bakışma bile güven veriyor bana. Yine de hala rüyada gibiyim.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ANALOG - Jackbum
Fanfiction"Kökenlerinin benzer olmasına gerek olmaksızın, aynı görevi gören." Farklı iki aileden farklı iki çocuk. Bir araya geldiler, şimdiyse aynı ailedeler. Sadece o iki çocuk aile değil...