O şokla hangi ara böyle delicesine öpüşmeye başladık hatırlamıyorum. Tek hatırladığım o bakışlarıydı, sonrası ka... Kayıp değil tabii ki, dalga geçiyorum!
Eldivenlerini aceleyle çıkartıp ellerini hemen saçlarıma daldırıyor ve öpüyor, ben de onun ensesine kolumu dolayıp öpüyorum. Hayvan açlığıyla çeneme inip oradan boynuma devam ediyor. Sonra eldivenlerimi fırlatıp onu üstümden yan tarafa devirip bu sefer ben üstüne geçiyorum.
Burası çok soğuk, dışarısı... Ama biz, alev aleviz.
Üstüne geçtiğimde saçlarından ve başından kavrayıp yüzümü onunkine yaklaştırıyorum. "Sen neyi kazandın?"
Yarım ağzıyla çarpık şekilde gülümsüyor. Evet, Jackson'ın erime seansları başlasın. "Seni."
Gerizekalı, beni kaybetmiş miydin ki! Gerçekten salak bu çocuk! "Gel!" desen gelirdim, bu kadar aksiyona ne gerek vardı? Demek isterdim ama bu aksiyon bütün hücrelerimi ele geçirip beni adrenalin etkisiyle göklere çıkarırken... Nasıl diyebilirim ki? Nasıl isyan edebilirim?
O anda ellerimi omuzlarının yanlarına koyup hafifçe üstünde doğruluyorum ve yüzünü inceliyorum, o da ciddiyetle ve parıldayan gözleriyle beni izliyor. Tarifi imkansız bir anın daha içindeyiz.
"Beni hiç kaybetmedin ki..."
Gözlerini yavaşça kırpıyor. "Biliyorum."
Ben sadece ona bakmakla yetiniyorum ve uzun bir bakışmadan sonra üstünden kalkıyorum. O da kollarını yere dayayıp hafifçe doğruluyor. Yanına oturuyorum. Sonra tekrar uzanıyorum. Çimler bile buz gibi, toprak da aynı şekilde. Belki böcekler tırmanıcak üstüme ama umrumda bile değil hiçbir şey, şu anda yanımda olan kişi ve içimde kabaran hisler dışında. Aşk, şu an daha önemli.
Sonra yıldızları izliyoruz yan yana uzanıp. Hiçbir şey düşünmek istemiyorum şu an dışında. Geçmişi, en azından bazı kısımlarını unutmak istiyorum.
"Ne güzel di mi?"
Başını yattığı yerden bana çeviriyor. Çok kısa bir süre bana baktığını hissediyorum. "Evet... Her şeyden daha güzel..."
"Yıldızlar... Bizi gelecekten görüyorlar."
"Ben de bizi görmüştüm. O zaman ben de bir yıldızım."
Dönüp ona bakıp gülüyorum. "Vay be! Peki, sırada ne var? Madem geleceği görüyorsun?"
"Şu an sadece seni görüyorum."
Bu nasıl bir cümle... Resmen ruhumu teslim ettim be Jaebum! Beni ilik ilik parçalarıma ayırıyorsun, seninle ne yapacağımı bilmiyorum...
Hayır, aslında biliyorum. Hemen elimle yanağını tutup yüzüne uzanarak derin bir öpücük veriyorum ona. Ayrıldığımızda burunlarımızın ucu birbirine değiyor. Gözlerimi açmıyorum. Açamıyorum. Şu an tam da bir rüya gibi değil mi gerçekten?
"Hadi, içeri geçelim, üşütüp hasta olacaksın." Ve ben bu rüyada kaybolmaya hazırım. Tam şu anda her ne kadar yanarak kavrulacak halde olsam da; üşüterek ölmeye razıyım, yeter ki sen ol yanımda...
Kalkıyoruz ve el ele içeri geçiyoruz. Hiçbir şey konuşmadan, o önde ben biraz arkasında odama çıkıyoruz.
Bir anda elimi çekip beni kendine yaklaştırıyor. "Şimdi ısınma zamanı."
Şaşırmama vakit bile kalmadan dudaklarıma yapışıyor tekrar ve beni kapının kenarındaki duvara yaslayıp ellerini belime koyup dudaklarımdaki en derin, bakın en derin, yolculuğuna çıkıyor. Ben de kollarımı onun boynuyla başına sarıp onu bu yolculukta yalnız bırakmıyorum. Elleri belimden kalçalarıma kayıyor daha sonra da baldırlarıma ve beni kaldırınca ben de bacaklarımı onun kalçasına sarıyorum. Bir süre de o şekilde yapıyoruz yolculuğumuzu. Sonra boynuma indiğinde inleyerek başımı hafifçe yukarı kaldırıyorum. Bu dayanılacak gibi bir his değil ama en leziz his. Her öpüşü beni yok ediyor sanki, öptüğü her yer buharlaşıyor.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ANALOG - Jackbum
Fanfiction"Kökenlerinin benzer olmasına gerek olmaksızın, aynı görevi gören." Farklı iki aileden farklı iki çocuk. Bir araya geldiler, şimdiyse aynı ailedeler. Sadece o iki çocuk aile değil...