Bölüm XXXI

190 18 5
                                    

           

Jaebum'un adını duymayı geçin, olduğumuz yerde onun bulunma ihtimalini düşününce elim ayağım boşalıyor birden ve korkarak gösterdiği bölmeye bakıyorum.

Hayır ya... Jaebum... Olamaz ya, olamaz! Senin ne işin var burada? Hem de Hoseok'la aynı anda? Aklımdan geçen şey olmasın lütfen, lütfen olmasın... Şimdi şu orta yere çöküp ağlicam, yerleri döve döve kırasıya ağlicam. Resmen beynim, bedenim, her şey işlevini yitiriyor Jaebum'u başka bir yatakta yatarken görünce. Ama baygın değil, gözleri de açık ve onun kolunda serum var. Ne oldu size, ne yaptınız?

Hoseok'u falan hemen unutup bu sefer onun yanına gidiyorum. Ayaklarımı sürüye sürüye gidiyorum desem yeridir çünkü ne onun yanına yaklaşmaya yüzüm ne de onu o halde görmeye mecalim yok... Ama merakıma yenik düşmüş halde yanında buluyorum kendimi.

"Jaebum..." Sesim titriyor. Dokunmayın, ağlarım...

O da şaşkınlıkla bana bakıyor. "Senin ne işin var burada?"

"Ho... Hoseo..." Ben cevap vermek üzereyken kekeleyince Alice el atıyor duruma. "Hoseok'un burada olduğunu öğrendik, durumu iyi mi diye bakmaya geldik. Esas senin ne işin var burada?"

Jaebum tek kaşını kaldırıp ciddiyetle hızlı şekilde süzüyor ikimizi de. Ben korkuya kapılıyorum, yine kalbim kırılacak diye. Çünkü buraya Hoseok için gelmemem lazımdı, ama durum sağlık olunca, ben de insanım işte, acıdım da geldim. Ama Jaebum böyle düşünmüyor belli ki işte, bu bakışı onu söylüyor. Ben de bakışlarımı tek elimi alnıma götürüp onun arkasına saklıyorum. Bir nevi kendimi tutuyorum denebilir, ağlamamak için.

"Kendisi için geldiğiniz arkadaş benim çalıştığım salona kaydolmuş ve bugün benimle maça girişti. Ama bir yerden sonra iş kontrolden çıktı, dövüşe döndü. Buraya nasıl geldiğimi hatırlamıyorum, bayılmışım."

Bir anda duvarı tutup yatağın yanındaki sandalyeye oturmak zorunda kalıyorum. Bayılmak mı?! O göz kürelerini çıkartıp onlarla bilardo oynadığım, ıstakayı burun deliklerinden sokup götünden çıkardığımın çocuğu! Sen! Kim! Oluyorsun da! Jaebum'u! Jaebum'u ulan! Nasıl onu bayıltabiliyorsun?! Şu an aklımda onu türlü işkencelerle öldürme planları yapıyorum ama Jaebum için endişelerim daha baskın geliyor. Gidip Hoseok'un fişini sökmeden önce Jaebum'un yanına yatağa oturuyorum. Yüzüne bakıyorum, gözlerine. O da benimkilere bakıyor. Sinirli gibi ama gözleri parlıyor, minnettar olmasını umuyorum içimden.

Elmacık kemiğinin olduğu kısmın morarmaya başlamış olduğunu görünce artık dünyayı gözüm görmüyor. İsterse beni ittirsin, fırlatsın, umurumda değil. Ellerimin arasına alıyorum yüzünü nazikçe. "Ona nasıl izin verdin? Neden?"

O ise sadece gözlerime bakmaya devam ediyor. Sanki bakışlarıyla bir şeyler anlatmak istiyor gibi. Anlamıyorum Jaebum, anlamıyorum. Ne anlatmak istiyorsun, bilmiyorum. Seni kendimden bile iyi tanıyor olacak kadar yanında olamadım. Ben artık kendimi bile tanıyamıyorum Jaebum, özür dilerim.

"Bilmiyorum, her şey bir anda oldu. Sinir krizi geçirdi galiba, beni dövmek için baya hırslandı."

"Ona sakinleştirici verdiklerini duydum, hemşireler yanından geçtiğimiz sırada konuşuyolardı." Alice gerekli bilgiyi veriyor, o yüzden baygın gibiydi demek. Jaebum bakışlarını ona çevirdiğinde ben de ellerimi yüzünden çekip ellerini tutuyorum, başımı önüme eğiyorum.

"Özür dilerim... Her şey için... Hepsi benim yüzümden old..." Sesim gitgide çatallaşıyor. Bu kadar duygusal bir insan olmak zorunda mıydım? Biraz Jaebum gibi umursamaz, güçlü biri olabilseydim keşke.

"Dileme. Olan oldu artık." Ellerini yavaşça çekiyor ellerim arasından. Ne olur sanki en azından şu durumda yanında olmama izin versen? Ama seni bırakacağımı sanıyorsan yanılıyorsun.

Alice kolumdan tutuyor. "Biz gidelim artık, sen de dinlen."

Ben istemeyerek de olsa Jaebum'dan gözlerimi ayırmadan Alice'in zoruyla ayağa kalkarken o da bize bakıyor. "Sizin nasıl haberiniz oldu, ondan?"

"Sizin durumunuzu Jaeyoung Abi'ye yetiştirip yetiştirmediğini öğrenmek istemiştik." Jaeyoung abi, babam-ız oluyor.

Jaebum da hafifçe başını sallıyor. "Buna izin vermem."

"Ayrıldığınızdan haberi yok muymuş? Sana saldırmasının bir sebebi olmalı."

"Her şey bir anda oldu. Önce maç yapmak istediğini söyledi, ben kabul etmeyince... Ağzında gevelediği şeyleri duyamadan burada buldum kendimi."

Sinirle tıslayıp elimi alnıma götürüp şakaklarımı sıkıyorum. "Gerçekten inanamıyorum ya! Şaka gibi!"

Tahmin edebileceğiniz gibi çıldırmamak için kendimi zor tutuyorum. Her an ben de sinir krizi geçirebilirim. Alice de durumumu anlayıp hemen elimi tutup güven verircesine sıkıyor. "Hadi biz artık gidelim, Jaebum da dinlensin."

"Sen git, ben kalıyorum."

İkisi de bana bakıyorlar. Ne var? Gideceğimi düşünmediniz heralde? Sevdiğim insanın yanında kalacağım elbette. İstediği kadar beni reddetsin, kendimi buraya bağlarım da gitmem. Düşmanıymışım gibi baksın, beni kovsun ya da bağırıp çağırsın, umrumda değil. Bu hastaneden Jaebum olmadan çıkmam, işte bu kadar!

Bakışlarımla da anlatıyorum bunu onlara.

"Ben gitmeden Hoseok'a da bakayım, belki uyanmıştır. Sana çok geçmiş olsun Jaebum, yarın hala buradaysanız tekrar gelirim."

Jaebum baş hareketiyle ona teşekkür ediyor sonra da yüzünü diğer tarafa dönüp beni yok sayma moduna giriyor. Alice gittiğinde yine gidip onun yanına oturuyorum ve başının arkasını nazikçe kavrıyorum. "Çok acıyor mu, üstüne yatmasan iyi olur."

"Hayır, acımıyor." Artık yüzüme bile bakmıyor tahmin edersiniz ki. Ama ben pes etmemekte ısrarcıyım. Biraz olsun yumuşa be Jaebum! Bir kerecik gülümse en azından da içim rahatlasın.

Elimi başının arkasından çekip yavaşça boynuna doğru götürüyorum. Nasıl özlediğimi tahmin edemezsiniz, ölmek istiyorum. Şuracıkta üstüne yığılsam ve sonsuza dek öyle kalsam... En güzel ölüm şekli bu olurdu heralde. Bunları düşünürken kendimi onun boynuyla yanağı arasını okşarken buluyorum. O da elimi durdurmak istercesine tutuyor. "Jackson... Yapma."

ANALOG - JackbumHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin