Hakem oyuncuları tanıtıyor. Oyuncular da oturdukları köşelerinden ayağa kalkıyorlar. Öncelerde sadece defans hareketiyle zıplamalarla birbirlerinin üstlerine yürüyorlar, birkaç dakika böyle geçiyor. En sonunda rakip Jaebum'un omzuna bir yumruk geçiriyor. İşte maç başladı.
Jaebum'un defanslarının ne kadar iyi olduğunu gözlemliyorum. Rakibin yumruklarından ya geri kaçarak ya da eğilerek sürekli kaçınıyor ve genel olarak denk getirebileceği yumruklar atıyor. Gerçekten hisleri çok iyi, bu sporda hisler de çok önemliymiş.
Bir ara rakibe süpürme hareketi yaptığını görüyorum ama rakip hemen ayaklanıyor. Tabii maçlarda yardım eden kimse yok, oyuncu dediğin de profesyonel ve kendi kendine kalkıyor işte. Ben de kalkmalara çalışmalıyım diye düşünüyorum.
İlk tur bittiğinde hemen karıştığım kalabalığın arasından çıkıp ringin yanına gidiyorum. Bir bakıyorum ki ne havlu var ne de su! Jaebum'un yüzünden sular akıyor, o suların yerini dolduracak bir şişe su bile yok. Jaebum tekrar dönüp bana bakıyor, gözlerinde hiç görmediğim bir duyguyu görüyorum: hırs! Kazanma hırsı!
Yeni tur hemen başlıyor. Üç turu daha iki taraf da yaralanmadan atlatıyor. Ama son tur pek de öyle olmuyor, ikisi de karna ve bacaklara çalışıyor. Maç boyunca yüze çalışan tek kişi Jaebum'du, ama adam yüzden etkilenmiyor. Yumruklar çok umurumda değil ama Jaebum karnına ilk tekmeyi yediğinde ben de aynı tekmeyi yemişim gibi hissediyorum. Resmen canım acıyor. Lütfen daha fazla olmasın, lütfen...
Ben böyle içimden dualar ederken Jaebum oldukça hızlanıyor ve saha içinde rakibin etrafında dönerken onun omuzlarına, yüzüne, karnına, her yerine yumruklarını savuruyor. Rakibin sersemlediğini fark ediyorum, bu bir taktik mi? O kadar hızlıydı ki benim bile başım döndü ki rakip dayak yerken ne mümkün sağlam kalabilsin? Bunu söylüyorum çünkü süpürme hareketini yediğinde artık ayağa kalkamıyor ve hakem Jaebum'un sol elini havaya kaldırıp kazandığını duyuruyor.
İçimdeki rahatlama hissini şöyle anlatayım: koşarak uçurumun kenarına varıyorsunuz ve kendinizi o uçurumdan düşerken buluyorsunuz ama bir anda kollarınız kanada dönüşüyor ve uçuyorsunuz. Artık düşmüyorsunuz. Öyle bir rahatlama...
Yara bile almadan çıktığı için mutluyum. Maçtan sonra kalıp onu beklemek isterdim ama birkaç arkadaşı –evet, arkadaşları varmış, ben de şaşkınım- onun etrafını ringden iner inmez sarmıştı bile. O da onlarla birlikte gülüyordu. Gülüşünü çok nadiren gördüğümü söylemiş miydim? O kadar güzel ki... Tam bir çizgi halini alan o gözleriyle bir şeylerin altını çizmek istiyorum, mesela şaşkınlığımın; neden mi şaşkınım, gülüşünden neden etkilendiğimi düşündüğüm için. Neden mi gülüşünden etkilendim? Belki de başına bir şey gelmesinden korkarken o sağ salim ve tek parça o maçtan çıktığı için, o da mutlu olduğu için etkilendim...
Biz de Hangmin'le beraber oradan gidiyoruz.
Yine de eve girmeden önce Jaebum tarafından durdurulmama engel değil. Tamam, arada Hangmin'le durup kahve içtik falan ama bu kadar da ışık hızıyla buraya geleceğini düşünmemiştim. Demek ki o arkadaşlarıyla takılmamış.
"Jackson, bundan annemlerin haberi olmamalı." Ciddi ve emreder bir hava yaratmaya çalışsa da içten içe endişeleniyor gibi bir ses tınısı var.
"Neyden?"
"Şu ring..." Sonra gözlerime bakıp yarım ağız gülümsüyor.
"Ring? Yüzük olan mı?" Ben de gülüyorum. "Bu gece burada mı kalacaksın?"
"Anneme haftada bir geleceğime söz verdim, biliyorsun."
"Bayadır gelmeyince o da özledi..."
Sanki ben de özlemişim gibi söylüyorum ama ne hikmetse ben Jaebum'u annemden daha çok görüyorum. Buna rağmen ben de annem gibi özlüyor muyum onu, evin içinde her ne kadar etkileşimimiz olmasa da varlığını hissetmeyi?
Ben bunları düşünene kadar o çoktan annemin boynuna gömülüyor bile. Jaebum'un öpücüklerinin nasıl olduğunu merak ediyorum... Sonra da birden kendime gelip karşıma bakıyorum, annem bana sesleniyor.
Neden öpücükler?
"Sen kimi kandırıyorsun?"
Alice oturduğu yerden bana daha çok yaklaşıp eliyle nazikçe omzumu tutuyor. "Kardeşin olmadığını yüzlerce kez söyledin. Gerçekten hiç aklına gelmedi mi, hoşlanıyor olabileceğin?"
Her şeyi anlattığım kişi annemdi derken birazcık saptırmış olabilirim, bu kişi aslında Alice. Ona içimden geçen her şeyi anlattım. Çalıştığı için çok görüşemiyoruz ama her akşam telefonla birbirimizi günle ilgili haberdar ediyoruz. Şimdi neyi anlattığımı tahmin etmişsinizdir: öpücükler ve Jaebum. İkisi bir arada benim zihnimde neden ve nasıl bir araya gelebiliyor? Bu sorgunun altından tek başıma kalkamadığım için Alice'e soruyorum.
"Bu zamana kadar sana asla kardeşlik etmemiş, sadece varlığıyla aynı çatı altında yaşadığın bir insandan bahsediyoruz. Neden olmasın?"
"Peki annemle olan o konuşması, benim eşcinselliğim yüzünden beni hayatından saf dışı bırakmak isteyen kişiden bahsediyoruz!"
"Hayır, seni sen bile istemeden koruyan bir insandan bahsediyoruz. Sence eşcinselliğinle sorunu olsa böyle bir şey yapar mıydı? Bu zamana kadar ne senin ona iyiliğin dokunmuştur ne de onun sana. Karşılıksız böyle bir şeyi yapması, sence normal mi?"
"Alice delirdin mi? Tahmin ettiğim şeyi söylemeye çalışmıyorsun değil mi?"
"Onun da senden hoşlanıyor olabileceği mi?" Sırıtıyor. Hiç hoş değil, benim gerginlikten içim çekiliyor ama o eğleniyor.
"İmkansız bir şeyden bahsediyorsun."
"Ne demiş Shakespeare: kaçınılmaz felaket karşısında sızlanmak, gülmek kadar aptalcadır. Felaket çoktan başına gelmiş Jackson, üzgünüm. Şimdi sızlanıyorsun ama ilerde güldüğünde tekrar görüşürüz."
Kendime bile sormaya korkuyorum ama... Hani korktuğum illa ki başıma geliyor ya, kafayı mı yiyorum yoksa bu hayatta olabileceğim son kişiye... Aşık mı oluyorum?
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ANALOG - Jackbum
Fanfiction"Kökenlerinin benzer olmasına gerek olmaksızın, aynı görevi gören." Farklı iki aileden farklı iki çocuk. Bir araya geldiler, şimdiyse aynı ailedeler. Sadece o iki çocuk aile değil...