•3•

9.2K 433 16
                                    

*

Beyoğlu bugün biraz daha renkliydi sanki ya da içimde durduramadığım bu ilkbahar hissiydi başımı döndüren. İçime sığmayan nefeslerim faytonun her sarsıntısında bir bir firar eder gibi geliyordu şimdi. Terzi Mücella'nın dükkanı bile daha bir sevimliydi sanki... Fayton bir manifaturacının önünde durduğu an kaçamak bakışlarımı tekrar ellerime indirdim. Yanımdaki adamın kokusu yüzüne bakmam için emir verir gibi olsa da kaçacak yerim varmışçasına biraz daha oturduğum yere siniyordum. Tüm heybetiyle arabadan indiği an koca bir boşluk oluşmuş gibi hafif yana döndüm. Benim olduğum tarafa geçip elini inmem için uzatınca bir an kalbimin dudaklarımda attığını hissettim.İçimde kanat çırpan bülbüllere anlam veremiyordum.
Mavi bakışlarına bir an yakalansam da başım önümde,eline dokundu elim. Bütün vücuduma yayılan bir ateşli sıtma vardı şimdi.
Faytondan inip elimi çektiğimde yan yana yürümeye başladık. Yanaklarımın pembenin bin bir tonuna büründüğüne yemin edebilirdim. Sıcak yaz gününden olsa gerekti.
"Behice" kelimeler dudaklarından dökülürken ismimi yabancılayışım peki?
"Önce nereye uğramak istersin"
Bakışları yüzümden ayrılmıyordu bir türlü böyle nasıl konuşmamı bekliyordu ki. Boğazıma takılan ekşi bir çağla var gibiydi. Yesem olmuyor, yemesem de olmuyordu. Kesik kesik aldığım nefeslerimin birinde hafifçe başımı kaldırıp yüzüne bakmaya çalıştım. Ama olmuyordu o bana böylesine dik bakarken gözlerimiz bir araya gelirse felaketimiz olurmuş gibi bir korkuya kapılıp gidiyordum.
"Bilmem." Diyebilmiştim sadece, çünkü gerçekten de bilmiyordum. Korkuyor muydum? Sahi yanındaki duruşu dilime bile hakim olurken nasıl rahat davranacaktım, üstelik bir ömür hep yanımda olacakken.
"O zaman terziden annemin siparişlerini alalım hem belki beğenmezsin denemeden almamış oluruz."
"Hıhı! Olur." Cümlelerim yasaklanmış gibi fazla kelime israfı etmeden konuşuyordum. Etrafta dolaşan şerbetçiden bir bardak şerbet alıp içmeye,kuruyan boğazımı biraz olsun rahatlatmaya nelerimi vermezdim doğrusu. Her neyse terzi Mücella'dan gizliden bir bardak su içerdim herhal! Yoksa susuzluktan kuruyup giderdim herkes de kurtulurdu.
Yan yana yürürken bir an dadımın söylediklerini anımsamamla bir adım duraksayıp önden yürümesini sağlamaya çalıştım.
-aman beyine saygıda kusur etme kızım, peşi sıra yürü- deyişi kulaklarında hala yankılanır gibiydi.
Ne yapmaya çalıştığımı anlamazca yüzüme baktı göz göze geldiğimizde tüm çarşı nefesini tutmuş gibi sessizleşti sanki.
"Ne oldu neden duraksadın."
"H-hiç"
Diyerek dadımı bu kez unutarak yanından yürüdüm. Şimdi saatlerce neden böyle davrandığımı açıklayamazdım ya. Hem ne olur yanından yürüsem, arada yüzüne bakabilirdim belki de. İçimdeki arsız kıza fazla kulak asmasam iyi olurdu sonra dadıma ne derdim.
"Behiceee... Canım hoş geldiniz. Gel gel gelinliğini hazır ettim. Zehra hanımın istedikleri de hazır Seyit Bey."
Samimiyetten uzak konuşması beni hep ifritin etmişti bu kadının. Yaşı neredeyse otuzyedi vardı ama hala kendini onsekizlik kız sanıyor, beni delirtiyordu. Kocasını yangında kaybetmiş bir daha da evlenmemişti, hoş evlenmeyişi kocasına saygısından değildi adının dokuza çıkıp sekize inmeyişindendi. Onun adını söylerken sözlerine iliştirdiği cilvenin farkında olmadığımı sanıyordu zannımca. Yanımdaki sert duruşuyla başını teşekkür edercesine eyerek giyinme perdesinin hemen önündeki koltuğa oturdu.
Mücella cadısı gözleriyle yiyordu resmen Seyit'i bu kadının arsızlığına safça bakıp kalıyor nasıl böyle olduğuna anlam veremezce yerine ben utanıyordum. Renkli saten perdenin arkasına geçip Mücella cadısının verdiği bir kaç elbiseye baktım. Hepsi bir birinden iddialıydı. Giyemeyeceğim kadar cürretkar elbiseleri Zehra hanımın nasıl diktirdiğine anlam verememiştim. Amcamın her daim olan kurallarının çok dışında  olan kırmızı elbiseye göz gezdirdim. Tamam Selim Bey'de Zehra hanımda amcamın görüşlerinden biraz daha farklı düşüncedeydiler ama bu rengarenk elbiseleri nerede giyebileceğimi düşünmüşlerdi. Perdeyi yavaşça aralayıp Mücella'ya baktım. Konuşmak istiyordum ama Seyit koltukta beni izlerken kelimelerim buharlaşıp yok oluyordu.
"Şey, ben- ben bunları giyemem." Sesimdeki utangaçlık, kelimelerimin çıkamayışından belliydi. Yanaklarım al al karşımda bana bakan müstakbel nişanlıma kaçamak bir bakış attım. Birden ayağa kalkıp bana doğru gelmesiyle perdeyi gerisin geri çekmek istesem de irkilerek bekledim.
"Neden?"
"Bunlar çok şey..."
"Çok ney?"
Sesindeki alay hiç hoşuma gitmemişti. Sanki biliyormuş da benden duymak istiyormuş gibi gelmişti bir an.
"Şey işte..." biraz kulağına yaklaşıp söyleyebilirdim anca ulu orta nasıl söylenirdi. Söylersem sanki ayıp olurmuş gibi gelmişti.
"Fazla dar, üzerime oturuyor işte Seyit." Ne demiştim ben. İsmini ilk defa söyleyişimin şaşkınlığında bir an gözlerinde gördüğüm değişik hisle elime aldığım elbiselerle perdenin arkasından çıkıp, Mücella'nın yanına doğru yürüyüp,yaptığım hatanın kaçısını arıyordum.
"Bunlar olmadı Mücella alma-"
"Sarın lütfen! Gelinlikle beraber konağa yollarsınız."
Daha lafımı bitirmemiştim bile hiç giymeyeceğim kıyafetlere neden onca para verecekti ki.
"Ama-"
"Şimdi sarraf Ahmet Efendiye uğrayalım olur mu?"
Daha fazla şey söylememi istemezce hızlı hızlı konuşmuş bana bir şey bırakmamıştı.
Terziden çıkışta sarrafa uğrayıp bir kaç bir şey istemişti. Beğendiğim bir şeyler var mı diye defalarca sorsa da ne diyeceğimi bilmediğim için kendisi beğendiklerini seçip konağa göndermelerini istemişti.
Biraz dolaştıktan sonra galata kulesinin altında bir yerde soluklanıp, şerbet içmek için oturmuştuk. Nihayet kavuştuğum şerbet kuruyan boğazımdan geçerken içime düşen ferahlıkla tabessüm etmeden duramadım.
Yüzümdeki tebessümle başımı kaldırdığım an hala gülümsediğimin farkında bile değildim. Göz göze geldiğimizde onunda yüzünde oluşan tebessümle  farkedip utanarak bakışlarımı kaçırdım.
"Neden kabul ettin?" Neyi soruyordu.
Anlamazca şaşkınlıkla bakışlarımı yüzüne çevirdim.
"Mukaddes sevdiğiyle evlendi, pekala sen de sevip evlenebilirdin? Tanımadığın biriyle.."
Doğru tanımadığım biriydi, neden kabul etmiştim, şimdi nasıl anlatacaktım. Bunları söylerken sesindeki o tını beni neden kırıyordu peki? Mukaddes'i mi seviyordu yoksa? İçime çöken hüzünle etrafta gezdirdim bakışlarımı, sadece susmak ve gitmek istiyordum. Elimdeki şerbetten bir yudum daha alıp yüzüne yavaşça baktım.
"Amcam öyle münasip gördü" diyebildim sadece. Yüzünde beliren alaycı bir gülümsemeyi yakalamış şaşkınlık ve tedirginlikle bakmıştım. Neydi şimdi sahi bu?
"N-Neden güldün?"  evet neden gülmüştü içimdeki merak sordurmuştu bunu.
"Tuhaf sadece, bir an da evlen diyor amcan görmeden bilmeden tamam diyorsun, hem de Mukaddes'in yerine, ne bileyim yani-"
"Unuttuğunuz bir şey var Mukaddes'te sizi tanımıyordu,ama siz tanıyormuşsunuz zannımca."
"Öyle değil, ama -"
"Amcam nasıl münasip gördüyse öyle oldu, lütfen sormayın artık." Sesim sessiz,tedirgin,utangaç ama bir o kadar da kızgın çıkmıştı. Kızmış mıydım sahi? Mukaddes'i seviyor olma ihtimali içime bir kor gibi düşmüştü evet. Hiç görmediğini zannettiğim adam can parçamı mı seviyordu yani? Peki öyleyse onlar neden illa amcamın bir kızını istediler pekala çekip gide de bilirlerdi. Keşke içimdeki bu sualleri ona sorup gönlümü ferahlatabilseydim.
Cevaplarıma karşı kaşlarını çatıp, yerinde huzursuzca kıpırdanıp ayağa kalkmıştı. Bakışlarım uzun bacaklarından yüzüne kayınca gitmemiz gerektiğini anlayarak elimdeki bardağı küçük ahşap masaya bırakıp iskemleden kalktım.
Cebinden çıkardığı parayı da  masaya bıraktıktan sonra ilerdeki bekleyen faytona binip eve doğru yol almaya başladık. İkimizden de çıt çıkmayışı tüm hücrelerimi hareketsiz bırakıyordu. Nihayet konağın önünde duran faytondan inmem için uzattığı eline bu kez tutunmadan yavaşça adım atmıştım. Boş da kalan elini geri çekip yüzüme kızgınlıkla bakmıştı. İçimden tekrar eline dokunmak gelmemişti, zira kalbi Mukaddes için atıyor olabilirdi ve benim buna katlanacak gücüm var mıydı bilmiyordum. Arkamda bıraktığım adamın umursamazca faytona tekrar binip uzaklaşışıyla her yer soğuk bir kar havası gibi buz tutmuştu sanki.
Elimde olmadan düşen yüzüme yalandan bir tebessüm takınıp konağa girdim. Üç gün sonra düğünüm vardı ama ben içime düşen bu kurtla o üç gün nasıl geçecekti kestiremiyordum.

*

Yazın sıcağında üzerindeki cekete daha fazla katlanamayan genç adam, çıkarıp pencerenin kenarındaki berjere bırakıp gömleğinin kollarını da kıvırmıştı. Üç saat sonra treni vardı. Yavaşça oturduğu berjere iyice yayıldı. Gözlerini biraz dinlendirse fena olmaz diye geçirdi içinden. Gözlerini kapatmasıyla aklına gelen sarı saçlarla gülümsedi. Bir kaç saat kalmıştı sadece o şahane tenine,kokusuna kavuşması için. İşte o zaman rahat bir nefes alabilirdi. Kapısını çalan ısrarcının kim olduğunu bal gibi biliyordu o yüzden bilerek biraz daha bekleyerek seslendi. İçeri girmesini söylediği an karşısındaki küçük kızın tahmin ettiği kişi olduğunu gördü.
Selvi, abisinin kucağına koşarak oturup sıkı sıkı boynuna sarılmıştı bile. Yaşı henüz sekiz olmasına rağmen davranışları epey büyümüş de küçülmüştü.
"Abi ne zaman döneceksin, çok özlüyorum seni." Sesindeki o tını Seyit'in tüm kalelerini yerle bir ediyordu. Ufak kardeşinin sarı saçlarına bir buse kondurup başını okşadı.
"Hemen döneceğim bıcırık, öp bi bakayım nasıl özlemişsin görelim."
Küçük kız kendini kanıtlamak istercesine sımsıkı sarılıp öpücüklere boğmak ister gibi ıslak ıslak öpüyordu ağabeyini.
"Seyit, gitmen şart mıydı oğlum düğüne ne kaldı şurada?" Bu kez kapının eşiğinde konuşan Zehra hanımdan başkası değildi. Duyduğu sesle yerinden huzursuzca kıpırdanıp annesine çevirdi bakışlarını.
"Sultanım biliyorsun işte, hemen döneceğim inşallah." derken annesini nasıl yumuşatacağını bildiği sesiyle konuşuyordu.
Zehra hanım biliyordu elbet hem de nasıl biliyordu oğlunun ne haltlar karıştırdığını ama varsın bunu oğlu bilmesindi. Biraz daha görmezden gelip sabredecek en sonunda evine yuvasına bağlandığını görecekti nasılsa.
"Bugün nasıldı ne yaptınız Behice'yle." Sorarken sesindeki neşe Seyit'i komik bir şey duymuş gibi güldürmüştü.
"Anne ne hayal ediyorsun Allasen, ufak bir kız çocuğu almışsınız, gelmişsiniz! Kız konuşmuyor bile, sana diktirmeni söylediğim elbiselerden bile bir haber, giymezmiş! Neyse artık ben kendime eş değil sana gelin aldık sayıyorum, öyle düşünelim olmaz mı?"
"Seyit! Şimdi vallahi düşüp kalacağım, sen ona o sana zamanla alışıp öğreneceksiniz oğlum."
"Anne bu saatten sonra çocuk avutamam. Burada sizinle beraber otursun, ara sıra karargahtan fırsat bulursam ilgilenirim söz." Diyerek küçük kızı dizinden indirip annesinin yanağından aldığı makasla odadan çıkmıştı bile.
Zehra hanım yaptıklarının bir hata olmaması için dua ederek söylene söylene odadan çıkıp oğlunun peşinden aşağı inerken mırıldanmadan edemedi.
"İnşallah yanılırsın oğlum."

*

Seviliyorsunuz🌸

•ÇİÇEK•

•BEHİCE•Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin