Ölüm!
Sanılır ki bir sondur ama öylesi vardır ki ölümsüzlüktür. Şehadete erdiğin an sonsuz ve ölümsüzsündür.
Behice kimse bilmeden, duymadan yıllarca bir dolap kapağı arasının intikamı için yaşıyordu hayatını.
Herkesin babası gibi şerefli bir askerin ipin ucundaki intiharını konuşurken o minik bedeniyle şahit olmuştu kanlı ellere. Bütün hayatı boyunca babasının ipin ucundaki sallanan bedeninin, aslında bir şehadet yolu olduğunu kimselere kanıtlayamamış olsa da kendi bildikleriyle babasının izinden gidiyordu. Oğlu da bir gün kendisi gibi vatanı milleti için yaşasın isteyerek hazırladı kendini. Halasının karşısında dolu dolu olan gözlerine bakarak iki elinin arasına aldı yüzünü.
"Hala, olurda gelemezsem geri Süleyman'ım sana emanettir." Derken yüreği kavrulsa da dim dik durarak gülümsedi. Halası yeğeniyle gurur duyuyordu, hep olduğu gibi bugün de arkasındaydı. Yaklaşık altı hemşire iki doktorla beraber tüm hazırlıkları tamamlamış bir at arabası dolusu ilaç ve erzakla diğer arabalara yerleşmiş on kadar askerin gözetiminde,birliğe ulaştırılmak üzere yola koyulmuşlardı. Büyük bir sarsıntıyla hareketlenen arabada elini örtüsünün altından göğsüne yerleştirdi,kıyafetinin arasına sıkıştırdığı oğlunun bebeklik patiğini çıkarıp derin derin kokladı.
Üzerinde gezinen gözlerden habersiz akıttığı gözyaşlarını elinin tersiyle silip bir kaç yenisini daha serbest bıraktı. Başını dikleştirip önünde akıp giden yola baktı. Cihangir Behice'yi uzaktan da olsa görüp yetiniyordu. Sağlık ekibini korumak amaçlı görevlendirilen askerlerin başına geçmiş birliğe katılmıştı. Seyit'in birliğine ulaşmalarına yaklaşık iki saatlik bir yolları vardı. Behice'nin elinde kokladığı şeyi seçemese de ağladığını farkedip acı çeker gibi nefes almış, atını biraz daha hızlandırmıştı.*
"Yiğitlerim! Bugün mübarek gün. Her şeyi göze alıp çıktığımız bu yolda hepinize hakkım helaldir sizler de hakkınızı helal edin, başınız dik, gönlünüz imanın kalesi olsun. Şunu bilin ki Rahman ve Rahim olan ALLAH her an soluğunuz kadar yakınınızdadır."
"HELAL OLSUN KOMUTANIM!"
Hep bir ağızdan yükselen sesle gözünün alabildiğince baktı genç adam. Gururla biraz daha dikleşti omuzları. Sağlık ekibinin ve diğer erzakların geleceği haberi dün ki gelen pusulayla ulaşmıştı eline. En geç yarın sabah hepsi burada olur diye düşünmüş gerekli hazırlıkları yapmıştı.
Yanında duran dostuna bakıp çadıra doğru yöneldi.*
Nihayet kararan havanın arasında uzaktan göze ilişen ateşin kızıllığıyla birliğe ulaştıklarını anlamıştı genç kız. İçerisindeki inanılmaz endişe ve bu korku tüm hücrelerini dinç tutuyordu. Gittikçe yavaşlayan atlarla yanındaki hemşirelerle etraflarına bakındılar. Üzerindeki siyah çarşaflarıyla gecenin karanlığında seçilmiyorlardı bile. Korunmak için de oldukça mantıklı bir yöntemdi.
Cihangir ve diğer askerler ulaştıkları birliğin nöbet tutan erlerinden de yardım alarak bütün ilaçları ve malzemeleri içeri taşımak üzere hareketlenmişti. Hekim ve hemşirelerde yardım ediyor hep bir elden işi tamamlamaya çalışıyorlardı. Gelenlere bakmak için çadırdan apar topar çıkan Seyit ve Murat hekimlere geldikleri için teşekkür ederken yeni gördükleri Cihangir'i beklemedikleri için şaşkın şaşkın bakarken yanlarına yaklaşan genç adamla memnuniyetle sarılmış, gördüklerine sevindiklerini belli etmişlerdi. Seyit her ne kadar geçen yaşadıkları şey için öfkelense de konu vatansa her şeyi göz ardı etmeyi de biliyordu. Çadırlara doğru yürüyen hemşirelere de bir an gözü takılmıştı genç adamın. Öylesine bir bakışın ardından gördüğü yüzle gözleri iri iri açılmış yutkunurken boğazına takılan yumruyla öksürmeye başlamıştı. Yüzünde böylesine hüzünler görmezdi önceden karısının, şimdi ise çehresine yerleşen bu keder Seyit'in yüreğine saplanıp duruyordu. Gözlerini bir an olsun ayırmadan baktığı kadın yanı başındaydı şimdi. İçinden hem delirircesine mutlu hem de burada olmasının ne kadar tehlikeli oluşunu bildiğinden tedirgindi.
"Seyit!" Diyen Cihangir'in sesiyle düşüncelerinden ancak arınabilmişti. Bir an 'Cihangir' diye geçirdi içinden.Burada olması bu kadar tuhafken Behice'nin de burada olmasıyla bir bağ aradı aklı, tüm hücreleri bu ihtimali sayıklarken yüreği inkar ediyor, öfkesi daha da artıyordu. Karşısındaki adama öldürmek istercesine derin derin baktı.
"Cihangir!" Dedi daha sert bir tonla. Murat saçmalayan iki adamda göz gezdiriyor ne yaptıklarını anlamaya çalışıyordu.
Seyit delinin aklına taş düşürmemek için sessiz kalıyor Behice'yi konuya dahi katmayı düşünmüyordu.
Bakışları alev gibi bir birine karışırken Murat'ın öksürük sesiyle kendilerine gelmişlerdi.
"Ee hadi geçelim, sabah yola çıkmadan son bir kez istikameti ve yapılacakları gözden geçirelim." Diyerek ikisini de bu büyüden çıkarmaya çalışan Murat'ın peşinden çadıra girmişlerdi.
Behice ve diğerleri, hemşirelere verilen çadırda sabaha kadar biraz dinlenmek için yerdeki örtülere uzanmışlardı. Sabaha kadar oğlundan biraz daha uzağa gitmiş olmanın hüznüyle ağlayıp durmuştu. Bu kez Ankara'ya gitmesi daha da güçtü kim bilir kaç ay sürecekti, kaç mevsim,kaç gün? Sabır dileyerek gözlerini kapatıp sessiz sessiz ağlayışlarına esir oldu genç kız.*
Sabahın ilk ışıklarıyla namazlar kılınmış, büyük bir hengameyle yola çıkmak üzere hazırlıklar yapılmaya başlanmıştı. Behice üzerine giydiği çarşafı ve örtüsüyle çadırdan çıkıp kalan malzemeleri arabalara taşımakla meşguldü. Seyit'in gözleri hala göremediği kadını ararken bir an arabalardan birine erzak taşırken yakalamıştı. Yüreğine düşen sızıyla biraz yakınında olmak istese de geri durmuş, artık kendine ait olmadığını hatırlatıp durmuştu. Yere indirdiği bakışları tekrar genç kızı bulurken görüş alanına giren adamla dişlerini sıkması bir olmuştu. Cihangir Behice'ye artık daha yakın olmak için her şeyi yapmaya çalışır olmuştu. Elindeki torbalardan birini Behice'nin yanındaki arabaya taşımış genç kızın yanında durmaya bile razı olmuştu. Behice yanındaki kişiyi görür görmez elini çabuk tutmak ister gibi hareket eder olmuştu. Hızlı hareketlerle tekrar çadıra doğru yürürken başını etrafta yavaşça gezdirirken bir an dünyanın durmuş olabileceği şüphesine kapıldı. Karşısında çatık kaşlarıyla duran adam gönlünün sevdasından başkası değildi. İçine düşen ızdırapla yanlış görmüş olabileceğini düşünüp bir kaç kez kırpıştırdığı gözlerini daha da mümkünmüş gibi açtı.
Seyit karşısında avel avel bakan kadına doğru bir kaç yavaş adım atsa da gitmek ve gitmemek arasında verdiği savaşı kaybederek durmuştu. Nereye kadar böyle devam edecekti ki diğerlerinden hiç bir farkı yok gibi davranmak zorundaydı. Davası belliyken gönlü düşüneceği en son şey olmalıydı. Peki ya bu acı neyin nesiydi? Bunca yıl yok sayarak yaşamaya çalışması boşuna mıydı? Her gece rüyalarında bir ipin ucundan kurtarışı sevdiği kadını, öldüğünü gördüğü her kabustan nefessiz uyanışları boş muydu? Karşısında donmuş gibi duran kadına bakan gözleri söz dinlemiyordu işte! Ah bu gözlerini yerinden söküp atmayı ne çok isterdi! Ellerini hele, ellerini kökünden kesmeyi, ona gitmek isteyen tenini, ruhunu... Behice kaderine bir kere daha durup bakıyordu. Kaçıp durduğu tek gerçeği şimdi kaçamadığı her yerdeydi;Nefesinde, ruhunda, bedeninde ve kalbinde...
Şu an alaca aydınlanmış bir göğün altında sadece ikisi varmışçasına, gökyüzünde çalınan kederli bir müziğe eşlik eder gibi duruyorlardı. Yalnız ve kederli iki ruhtu Behice ve Seyit. Aralarındaki bu koca boşluk ve aşılmaz mesafeler bir ölüm, kara bir vicdan ve üç cümlenin şaheserinden başka bir şey değildi.
Gözünden düşen bir damlayla uyanır gibi çekti gözlerini genç kız.Gözlerini kaçıran kadının ardından tam ters yönlere doğru hızla uzaklaşmış alel acele işlere dalmışlardı. Tek istediği ikisinin de, yokmuş gibi olmak ve yokmuş gibi davranmaktı. Ama ne yokmuş gibi ne de varmış gibi oluyordu. Seyit'in bu ahvaline bir de Cihangir'in halleri de eklenince dayanılmaz oluyordu. Bir an için durmadan ağzını burnunu kıra kıra o benim karım! Demek istese de gerçeği hatırlayarak yutkunmakla yetiniyordu.
Cihangir uzaktan seyrettiği kadın ve adamın bakışlarına şahit olduğu an bir şeyler olduğuna kesin gözüyle bakar olmuştu. Bunu en kısa sürede öğrenecekti elbet ama nasıl bir yol izleyeceğini düşüne düşüne at arabasına yaslandı. İçine çöreklenen kurt kalbini ve yüreğini yiye yiye bitiriyordu.
*
Yolculuk boyunca sanki bir birinden uzakta durmaya yeminli gibi Seyit en arkada Behice öndeki askerlerin ardındaki at arabalarından birinde ilerliyorlardı. Yolculuk boyunca ilerledikleri yerde gördükleri ilk köyde duracak dinleneceklerdi. Her türlü tehlikeye karşı tedbir almaya çalışarak ilerlemek oldukça zor olsa da her şeyi ince ayrıntısına kadar hesaplamışlardı.
Aradan yaklaşık sekiz dokuz saat geçmiş ve öğle namazı için bir yerde duraklayıp ihtiyaçlarını giderip tekrar yola koyulmuşlardı. Böyle böyle molalarla bir köy görene kadar ilerlemiş ve sonunda bir köyün girişine biraz uzakta konaklamak için yerleşmişlerdi.
Behice her seferinde hiç yokmuş gibi davrandığı adamdan yine kaçıyor göz göze dahi gelmemeye çalışıyordu. Seyit için o kadar kolay olmayan şey ise içinde durmayan hasretiydi. Bakmamaya yeminli gibi olsa da gözleri ve hücreleri sanki mıknatısa karşı koyamayan metal gibi o yöne doğru çekiliyordu. Karanlık çökerken ateş yakıp,konakladıkları yerde Seyit Murat ve Cihangir kafa kafaya verip yarın köy meydanında yapacakları konuşmayı düşünüyorlardı. Her ne olursa olsun geçtikleri her köyde çoğalabildikleri kadar çoğalacaklardı. İçlerindeki gayenin en temeli ise vatanını seven belki de milyonlarca insan olduğunu bilmeleriydi.*
ŞİMDİ OKUDUĞUN
•BEHİCE•
General Fiction"Behice!-" "Evlendiğimiz ilk günden beri kaçıncı başka kadının koynuna girişin ben sana soruyor muyum? Her gece acaba kiminle diye düşünüyor muyum? Teyzendeyken o kadının kokusuyla gelip üstüne bana sarıldığında bir şey dedim mi? Hayır! Çünkü buna h...