•7•

7.6K 352 16
                                    

*

Trende olduklarını bilmese yeri göğü inletir gibi konuşmasını iyi bilirdi Seyit. Dua et trendeyiz diye geçirdi içinden.
"Senn! Ne yaptığını sanıyorsun?" Derken dişlerini biraz daha sıkarsa kırılacağına hiç şüphe yoktu. Hele de karşısındaki karısı umursamazca sırıtmaya devam ederken daha da sinirleniyordu.
"Seninle bir anlaşma yapmıştık ama sen bozdun!"
"Bozmadım sadece biraz bekle dedim."
"Neyse ne! Salgın hastalık olan köylere kimse gitmek istemiyormuş ben gönüllü olarak çalışmak istiyorum insanların bize ihtiyacı var neden anlamıyorsun?"
"Behice! Bunun ne kadar tehlikeli olduğunu bilmiyorsun."
"Hayır biliyorum bu yüzden gidiyorum, hem ölmem işine gelir öyle değil mi?"
Genç kız söylediğini bir alayla söylemişti ama Seyit bir anda kolundan sıkıca tutup sinirle konuştu.
"Evet işime gelir! Yine de ben ne dersem onu yapacaksın!"
Kolunu kurtarmaya çalışırken içeri giren görevliyle ikisi de ona döndü.
"Biletleri görebilir miyim?"
Nihayet yetişmişti görevli zira kolunu koparmaya niyetli gibiydi genç adam. Olacağa çare yoktu. Bu seferlik yanında götürecekti Seyit ama bunun acısını çok fena çıkaracaktı. Tek başına göze alabileceği bir şey olmadığını da çok iyi biliyordu annesinin ya da babasının yardımı olmadan burada olma ihtimali yoktu. Derin nefes alıp pencereden dışarıya bakan genç kıza bakarak sakinleşmeye çalıştı. Tren yolculuğu boyunca tek kelime daha konuşmamışlardı.

*

Aradan geçen zamandan sonra hava iyice karamıştı saat neredeyse on'a geliyordu. Trenden indikleri an hastanenin yolunu tuttular.
Behice Edirne merkez hastanesine girdiği ilk an görmeyi beklediği manzradan daha fazlasıyla karşılaşmıştı. Her yerde salgın hastalıktan dolayı gelen hastalar ve yaralılar vardı.
Seyit genç kızın hüzün çöken gözlerinden anlamıştı düşüncelerini.
"Bir kat yukarı" diyerek eliyle belinden tutup öne doğru ittiği karısı hala etrafta inleyen insanları izliyordu.
Yaralı askerlerden birinin durumu hala ağırdı Behice tahmin ettiği gibi yardıma ihtiyacı olan bir sürü insanla karşılaşmıştı. Burada İstanbuldan daha fazla ihtiyaç vardı.
Seyit askerlerin durumu iyi olanlarla kısa bir görüşme yapıp olayın seyrini öğrenmeye çalışıyordu. Behice etrafta olanı biteni anlamaya çalışıyor nasıl bir yardımda bulunabileceğini düşünüyordu. Önce hastanenin hekimleriyle konuşmalıydı. Seyit'in meşguliyetinden faydalanıp etrafta gördüğü hekimlerden biriyle selamlaşıp kendini tanıttı, yardım etmek istediğini söylediği an hekimin gözlerindeki ışık görülmeye değerdi.
"Hoş geldiniz, gerçekten çok zor durumda herkes şu an hastanenin hekimleri de hemşireleri de yeterli değil. Aşağıda bebek hastalarla ilgilenen Şevval hanım var. Ona yardımcı olabilirseniz çok güzel olur. Salgın hastalıktan dolayı ateşli gelen bir sürü bebek var. Öncelikle alkolle silinmeyi ve ağzınızı yaklaşırken kapatmayı unutmayın. Uygun kıyafetleri Şevval hemşire size verecektir."
Duyduklarıyla yardımcı olabileceği için sevinse de duruma içi üzülüyordu genç kızın. Dediklerini yaparak beyaz uzun bir önlük ve başına beyaz bir örtü takıp bebeklerin ateşini düşürmek için soğuk bezlerle vücudunu siliyordu.
Ama Behice bunun bu şekilde düşmeyeceğini bildiğinden aşağıdan yemekhaneden aldığı buzları bezlere sarıp bedenlerinde yavaş yavaş bekletmenin daha iyi olacağını düşündü.
Aradan neredeyse üç saat geçmişti gece yarısını geçiyordu zaman.
Seyit askerlerin yanında kendini kaybetmişti, bir hal yol ararken Behice'yi tamamen unuttuğunu farketmişti. Bir an aklına düşen telaşla yerinden kalkıp etrafa bakınmaya başladı, en alt kattaki odalardan birinde elinde bezle bir yaşlarındaki bebeğin başında görmeyi beklemiyordu karısını. En azından böyle görmeyi beklemiyordu, üzerindeki ve başındaki beyaz kıyafetleriyle gerçekten bir hemşireydi.
Nasıl bu kadar kısa zamanda alışmıştı hastaneye, kendine edinecek bir görev bile bulmuştu. Gerçekten istiyor diye geçirdi içinden.
"Behice." Diyerek sessizce fısıldamasıyla genç kız adamı tamamen unuttuğunu farketti.
"Seyit..."
"Baksana hepsi daha çok küçük. Bu salgının nedenini bulmanız gerekiyor. Her nedense en azından daha fazla insana bulaşmadan çözmeliyiz. "
"Biz de bunun için uğraşıyoruz ama henüz bir şey bulamadık. En kısa zamanda bulacağız."
"Seyit bebeklerin çoğu ishal ve kusuyor, kolera denilen bir hastalıktan şüpheleniyor hekimler ki bence de öyle bu kadar insan etkilendiyse büyük bir su kaynağından meydana gelmiş olabilir."
"Behice tamam bulacağım, ama çok yorulduk, yemek yememiz lazım yarın ilk iş köylere gideceğim. Ama sen burada kalacaksın teyzeme. Bırakacağım seni"
"Seyit lütfen ben de seninle geleyim, hastalığın belirtilerini ben daha iyi biliyorum emin ol çok yardımım dokunur. Oradaki insanların durumuna da bakmak, görmek istiyorum."
"Behice olmaz, burada bile olmaman gerekiyor."
"Seyit sen istemesen de gelirim, lütfen izin ver seninle geleyim."
Seyit bir türlü laftan sözden anlamayan karısına deli oluyordu. Sinirleri gittikçe gerilirken derin bir nefes alıp dışarıda beklediğini söylerek çıktı.
Kısa bir süre sonra üzerini değiştirip dışarıda faytonun yanında bekleyen adamın yanına gitti.
Teyzesini bu saatte rahatsız ederse endişeleneceğini bildiğinden yakınlardaki bir handa konaklamak en iyisi olacaktı.
Önce yemek yiyip inatçı karısınıda alıp gecenin geç saatinde odaya çıktılar. İkisininde tek kelime edecek hali kalmamıştı.
"Behice alkol kokuyorsun."
"Kusura bakma, hastalıktan kaçınmak içindi." Derken biraz utanmıştı genç kız gerçekten de kokuyordu. Odanın içerisinde bir paravanla çevrilmiş sulukman (harç dökülerek yapılmış bir gideri olan duşakabin zemini gibi bir yer) ve büyük bir irbik vardı.
"Seyit aşağıdan sıcak su ister misin? Yıkansam iyi olacak hem hastalıktan tamamen korunmak için hem de sen- koku yani"
Seyit yan gözle bir Behice'ye bir de irbiğe baktı. Eline aldığı irbikle aşağıdan inip bir sıcak su ve bir irbikle de soğuk su getirdi.

*

Odaya dolan sabun kokusu ve yavaş yavaş gelen su sesi Seyit'e,paravanın arkasında çırıl çıplak yıkanan karısını unutmaya çalışsa da unutturmuyordu. Aklına gelen sapıkça düşünceleri itekleyerek odadan çıktı. Gece yarısı olduğundan ses seda çıkmıyordu ve tek tük yanan kısık bir kaç gaz lambasından başka aydınlatıcı bir şey de yoktu. İçinden -odaya gir yatarsın sessizce, bunda ne günah var ki- diyen iç sesine sert bir küfür edip biraz daha oyalanmaya çalışsa da yorgunlukla iç sesinin birleşimi ayaklarını tekrar odaya götürüyordu.
"Behice... Geliyorum..."
İçeriden ses gelmeyince yavaşça araladığı kapıdan gözlerini kapatarak içeri girdi. Hala bir çığlık sesi gelmediğine göre giyinmiş olduğunu düşünerek gözlerini açtı. Görmeyi arzuladığı manzaradan çok farklı bir manzara vardı karşısında. Saçları hala nemli karısı, yatakta çoktan sıkı sıkı örtünmüş araya yastığı koymuş uykuya dalıp gitmişti bile. Yüzünde - Allah'ım ya! -dercesine bir tebessüm belirmişti genç adamın düşündüklerini bir kenara itekleyerek yatağa yürüdü. Daha fazla yorgun bedenine sabredemeyerek diğer kısmına yattı.

*

Sabahın süzmeleri genç kızın gözlerini zorluyorken yavaşça uyandı. Genzine dolan erkeksi kokunun ilk ne olduğunu anlamasa da beline dolanan kolu takip etti uyku sersemi bakışları. Uykudan sanki daha yeni uyanır gibi birden silkenerek,sarılan adamı itekleyerek kalktı.
"S-sen! Sen ne yapıyorsun."
Karısının çığlık çığlığa sesiyle yatakta elini saçlarına daldırarak gözlerini kısarak baktı.
"Bi sus iki dakika! Ne bileyim uyku sersemi sarılmışım işte."
"Ne demek sarılmışım, sarılamazsın!"
"Nedenmiş o? Karım değil misin?" Derken başını biraz yaklaştırdığı kadın sinirle konuşuyordu. Nefes almayı unutmuş gibi derin bir nefes alarak devam etti.
"S-seyit biz anl-"
"Anlaşma yaptık, evet! Korkma aklım yerindeyken sarılmak isteyeceğim biri değilsin."
Genç kız duyduklarıyla içten içe kırılsa da umursamadan yataktan kalktı.
Seyit söylediği sözlerin doğru olmadığını bildiğinden hala yaptığına kızarak kalkmıştı. Oysa ki daha yarım saat önce uyanmış üzeri hafif açılan, saçları dağılan, dudakları öpülesi güzellikteki karısının kokusunun çekimine kapılıp sarılmıştı. Sersem hareketlerle elini yüzünü yıkayıp paravanın arkasında olan genç kızdan istifade üzerine üniformasını giymişti.

*

"Şimdi teyzeme gidiyoruz. Beni orada bekleyeceksin. Sonra işleri yoluna koyar koymaz İstanbul'a döneceğiz. İçindeki yardımsever kızı sonraya saklaman gerekecek."

"Seyit lütfen, izin ver geleyim."

"Hayır dedim Behice bir kere daha arkamdan iş çevirirsen tek başına İstanbul'un yolunu tutarsın."

Kısa çekişmenin ardından genç kız pes etmişti. Düğünde bir kere gördüğü insanların evinde kalacaktı şimdi, boşuna boşuna gelmişti o kadar yolu yani.

"En azından akşama kadar hastanede kalsam. Dönüşte-"
"Behice inat edip durma."
Son şansını da denemişti ama oluru yok gibiydi, en son bu seferlik, genç adamın bu telaşının arasında sessizce beklemeyi seçmişti.
Fayton İstanbul'daki ev kadar olmasa da en az onun kadar büyük bahçesi olan bir evin önünde durmuştu. Bahçeden çığlık çığlığa koşan küçük bir kız Seyit'e ulaşmak için adımlarını daha da hızlandırmıştı.
"Oooo, yavaş yeşilliğim."
Boynuna sarılan minik kıza sıkı sıkı sarılıp saçlarından öpmüştü bile. Düğünde gördüğünü hatırlamıyordu Behice bu miniği. Ardından gülerek gelen Teyzesini ve kızı Zeynep'i gördüğü an bu miniğin Zeynep ablasının kızı olabileceğini düşünmüştü. Eşinin şehit olduğunu duyduğunu anımsadı bir an beraber yaşadıkları fikrine kapılmıştı nedense ve büyük ihtimallede doğruydu.
"Kuzularım gelmiş, hoşgeldiniz,hangi rüzgar attı sizi." Seyit teyzesinin sorularının bitmeyeceğini bildiğinden önce yanağına bir öpücük kondurup sonra da Behice'yi belinden hafif ittirip "size emanet hala,uzun uzun anlatır Behice size, benim acil köylere gitmem gerekiyor akşam geç dönerim merak etmeyin." diyerek arkasında üç şaşkın kadın bırakarak faytona tekrar atlamıştı.
"Behice,kızım gel sen bu deliye bakma uzun uzun konuşuruz önce bir soluklan da"
"Konuşuruz teyzecim"
-Seyit!!!-
Diyerek arkasına baka baka bahçeden eve doğru yürümüştü genç kız.

*

Seviliyorsunuz🌸

•ÇİÇEK•

•BEHİCE•Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin