*
Allah dağına göre kar veriyordu işte. Behice'nin yüreğinin büyüklüğü bu kederinde üstesinden geliyordu. Aydınlanmaya yüz tutan şafak vaktinde başlayan göğün pembe rengine dalıp gitmişken sabahın tenine işleyen ayazıyla ellerini kollarında gezdirdi. Kendini kalbinin oyunlarından koruyarak mantığını devreye sokmaya çalışıyordu. Elinden ne gelirse yapacaktı ama hayat hiç bir zaman onun istediği gibi vermemişti hiç bir şeyi. Yine de her şeyin içinde bin hayır arayarak şükredip tevekküle sığınıyordu koca yüreği.Diğer hemşirelerle beraber ezan sesini duyamasalarda vaktin girdiğini bildiklerinden kalabalık bir namaz vaktinde buluşmuş gönüllerin duada buluştuğu seher vaktinde vatanları için dilden öte olan gönülden yalvarmışlardı Allah'a.
Seyit dün bir hemşireye sardırdığı kolunu zar zor oynatarak abdest alıp diğer erlerle beraber ağaçların arasında durmuştu namaza. Savaş meydanında ne kadar temiz olduysa kıyafetleri işte o kadar temizlerdi hepsi. Allah'ın merhametine sığınıp dua ederken bir an için içinden, dün gördüğü genç kızı geçirdi. Çok değişmemiş ama olgunlaşmış biraz daha büyümüştü. Belki yüzü yoktu ama kendi vicdanının ağırlığını ona daha ağır yaşattığı için af dilenmek istedi. Merhametten yoksun dili her ne kadar kabul etmese de gönlünden geçeni, yüreği affedilmek için adeta yalvarıyordu. Aradan geçen bunca zamanda yüzüne baktığı an anlamıştı deli gibi hasret olduğunu. Yıllardır hayallerinde sarıp sarmaladığı kadın bir kaç adım uzağındaydı ama dokunmak şöyle dursun namahremden de haramdı kaderine. Kaderim böyleymiş diyerek iç çekip kestirip atmayı istese de yapamıyordu kaderini kendi elleriyle bu hale getirmişti genç adam bunu adı gibi biliyordu. Ama nafileydi artık ne zamanı geriye alabilirdi ne de alsa bile kaldığı yerden devam edebilirdi. Aralarında ölü bir beden, kara bir ruh varken yüreğine kilit vurup semaya açtığı ellerini yara bere içindeki yüzünde gezdirdi.Yeni bir gün tüm koşturmasıyla başlamıştı yine. Seyit bugün dönecekti ama Murat'ı burada bırakmaya gönlü razı gelmiyordu. Her ne kadar gördüğünü unutmaya çalışsada deli gibi aranan gözleri bulmayı istediği yüzü bir türlü göremiyordu. Kolundaki sızıyla Murat'ın olduğu çadıra girdi. Baygın halde yatan arkadaşının başında dizlerinin üzerine çöküp yataktan tutundu.
"Kardeşim, gidiyorum ama bir iki güne dönmüş olurum, olurda-"
Derken yutkunup cebinden çıkardığı kağıdı yaralı yatan arkadaşının eline tutuşturdu.
"-olurda gelemezsem emanetin bende kalmasın kendi ellerinle verirsin ona. Hakkım helal, dönüş nasip olmazsa, beni duyuyorsan eğer hakkını helal et." Diyip yavaşça doğruldu. Çadırın naylon giriş kısmını kaldırıp dışarıdaki kavurucu sıcağa yüzünü döndü. Gözünü alan güneşle kıstığı şahin kadar keskin gözleri gördüğü simayla yavaşça açıldı. Elinde bir tepsiyle yürüyen Behice'yi görmüştü nihayet. Gitmeden bir kelime dahi olsa konuşmayı deli gibi isteyen kalbine hançer geçirmişti sanki, haramdı o, kendine hatırlata hatırlata atına doğru yürüdü. Arkasından duyduğu sesle yavaşlattı adımlarını.
"Seyit!"
Duyduğu sert ses oldukça tanıdık olsa da seçememiş arkasını döner dönmez gördüğü esmer adamla hem şaşkınlık hemde tuhaf bir his yaşamıştı. Yıllardır görmediği adam karşısında kanlı canlı duruyordu.
"Cihangir!" Diyerek adımlarını sıklaştırmış sertçe sarılmıştı.
"Yıllar oldu Yüzbaşım!" Derken özlemle birazda iğneler gibi konuşmuştu.
"Evet yıllar oldu, en son Edirne..? Zaman nankör!" Diyerek elini omzuna yerleştirip ayaküstü sohbete başlamışlardı.
Edirne'de tanıyıp güvenebildiği biriydi Cihangir. Beraber çok iş yapmışlardı, Murat kadar canı olmasa da arkasını döndüğünde ihanet etmeyeceğini bildiği nadirlerdendi.
"Ben seni İstanbul'das diye düşünmüştüm. Burada görmek hem şaşırttı hem mutlu etti." Derken kara gözlerinin içi adeta gülüyordu.
"Vatan her yerde Vatan Cihangir! Hangi karargahtasınız, buraya yakınsın belli ki" derken etrafında göz gezdiren adamın bakışlarıyla gülerek başını yere indirdi. Belliydi her halinden bir işler karıştırdığı diye düşündü.
"Bizim askerlerden yaralılar vardı onlara bakmaya işte-"derken gözleri beyazlar içindeki Behice'yi çoktan bulmuştu. Seyit avel avel kime baktığını merak etmeden duramamış sen benim külahıma anlat der gibi sırıta sırıta yavaşça başını çevirmişti. Baktığı yerde gördüğü yüzle bir kere daha mekik dokur gibi bir karşısındaki genç adama bir de genç kıza baktı. Oraya yakın etrafta başka kimseyi göremiyordu. Boynunda beliren damarla dişlerini sıktı adamın omzunda dostça duran eli bir anda sıradan birini bayıltabilecek bir serilikte sıkılaştı. Cihangir hissettiği acıyla aniden dönerken Seyit'in kararan gözlerine sorar gibi bakmıştı.
"Cihangir! Gözün askerlerin üzerinde olsun," diyerek alttan mesajı vermişti. Cihangir kendine engel olamayıp karşısındaki güzelliğe bu kadar uzun bakıp yanlış -daha doğrusu doğru- anlaşıldığı için kendine kızmış başını mahçubiyetle eymişti. Hiç kimseyi zan altında bırakmayı istemezdi heleki karşısındaki bu masum kadını...
"Ben gideyim artık tekrar bakmaya gelirim." Diyerek aynı sertlikle o da Seyit'in omzunu sıkıp sert bakışlarla gerilen ortamdan hızlı adımlarla gözden kaybolmuştu. Seyit seyiren gözüyle bir Behice'ye bir de ateş gibi giden Cihangir'e bakmıştı. İçinden geçen belkiler kalbini patlatmak istercesine yükleniyorken gözlerini sıkıca kapatıp ellerini hızla saçlarından geçirip derin bir nefes verdi. Öfkesi nedendi ki? Nefret ettiği için kaçıp gitmemiş miydi? Şimdi tüm hücrelerine sinen bu his de nereden çıkmıştı.Bir köşede elindeki bez parçalarını düzenleyen kadına baktı. Arkasından kokusu genzine dolacak kadar yaklaşmıştı.
"Behice" derken korkusuz tüm yanları büyük bir hüsran yaşamış gibi dudakları titremişti. Kaçmaya yeltendiği her an kendini kalbindeki kadının dibinde buluyordu. Duyduğu sesle kanı donan genç kız elindekileri hızlıca toparlayıp arkasını bile dönmeden çadırın arkasına doğru çalıların arasından koşturmaya başlamıştı. Seyit başını kaldırıp sabır dilenir gibi derin bir nefes alıp adımlarını genç kıza yetişmek için hızlandırmıştı. Deli dana gibi koşuşturan kızın peşinden gitmek inada binmişti artık.
"Durur musun Behice?"
Behice yüreği ağzında atarken sanki azrailden kaçar gibi kan ter içinde bir kabustan kurtulmaya gider gibi kaçıyordu. Ormana açılan çalıların arasında üzerindeki kıyafetine takılan birkaç inatçı çalı etine kadar dokunmuş canını acıtmıştı. Nihayet iki adım daha atmasına kalmadan kolundan tutup sertçe kendi vücuduna hapsetmişti genç kızı. Behice beklemediği hamleyle ateşe değer gibi tüm bedenini bir anda çekip aldı kollarından.
"Sakın bir daha dokunayım deme!"
Derken ateş saçan gözleri Seyit'i hayrete düşürmüştü. Kollarında aşkla bakan kadından bir canavar yaratmayı başarmış olmanın haklı gururunu yaşayabilirdi şimdi.
İçindeki tüm öfkeyle dişlerini sıkarak konuştu genç adam.
"Neden? Cihangir mi kızıyor?" Derken bir kaç adım daha atıp genç kızı korkuttuğunun bile farkına varmadan üzerine yürüdü.
"N-ne saçma-"
"Kes! Nasıl baktığını gördüm sana! Sakın, Behice aramıza bir ölü daha girsin istemiyorsan hareketlerine dikkat et! Madem geldin edebinle dur!"
Behice karşısındaki adamın öfkesiyle çığrından çıkmıştı. Avazı çıktığı kadar bağırarak konuşmaktan geri durmuyor bu kez o Seyit'in üzerine yürüyor göğsüne yumruk yaptığı elleriyle sertçe vuruyordu.
"Edepsiz ha! Ben miyim yoksa kaçıp giden, korkak olan,sen misin edepsiz! Aramıza bir ölü sokan varsa o da sensin ama o Elif değil!!! Sen beni öldürdün, beni sever gibi yaptığın her gece öldürdün beni! Aptalım aptal işte. Nasıl inandım nasıl teslim oldum sana. Hayatımda kendimi affedemediğim tek şey bu. Bu hayattaki en kara lekemsin Yüzbaşı Seyit! İğreniyorum bana dokunan teninden işte bu yüzden asla ama asla nefesini değil varlığını bile hissettirme! Yoksa aramızda değil karşımda bir ölü olur!" Diyerek var gücüyle ittirdiği adamı bütün şaşkınlığıyla ardında bırakarak kendini tutmadan doyasıya ağlayarak çadırlara doğru yürümüştü.
Seyit yüzüne vuran gerçekleri her ne kadar görmek istemese de üzerini kapatıp dursa da tüm çıplaklığıyla gözleri önündeydi.
Olduğu yerde yere çöküp boynunda patlamak üzere gibi duran damarının verdiği sızıyla gözlerinden acımtırak akan bir damlaya teslim olmuştu.
Deli gibi sevdiği kadın tüm haklı yanlarıyla tüm masumiyetiyle gitmiş yerine nefretten örülmüş duvarları olan Behice gelmişti.
"Eserinle Mutlu ol YÜZBAŞI SEYİT" derken tükürür gibi,kızaran-dışarı çıkacak gibi olan gözlerle haykırmak istemiş sesi sert ama kısık çıkmıştı.Behice tüm yıkılan yanlarıyla senelerdir içinde tuttuklarını kusmuş olmanın rahatlığı ve kalbine ne olursa olsun söz geçiremediğini anlamanın verdiği hüsranla çadıra girip yatağına uzanıp yüzüstü içi çıkana kadar ağlamıştı.
Yaşadıklarına zor derken hayatı daha da çıkmaza girmeye yemin etmiş gibiydi, kader ne gösterirse onu yaşayacaklardı her ikisi de.
*
Seviliyorsunuz🌸
ŞİMDİ OKUDUĞUN
•BEHİCE•
General Fiction"Behice!-" "Evlendiğimiz ilk günden beri kaçıncı başka kadının koynuna girişin ben sana soruyor muyum? Her gece acaba kiminle diye düşünüyor muyum? Teyzendeyken o kadının kokusuyla gelip üstüne bana sarıldığında bir şey dedim mi? Hayır! Çünkü buna h...