Sabahın yüzüme vurduğu o muazzam güneş ışıltıları gözlerimi usul usul okşarken, bir birine sarılmış olan kirpiklerim bir birinden aralanmıştı sonunda. Tahminimce saat sabahın altısı gibi erken saatleriydi. Çünkü her gün erkenden kalkardım, açıkçası pek uyuyan bir tip değildim. Uyku her zaman kurtuluş gibi anılsa da, yaşadığım hayat aldığım sorumluluklar buna izin vermiyordu. Yatağımın qıcırdamasına takılmadan doğrulup oturdum, her zaman üzerimde büyük ağırlık varmış gibi his ediyordum sebebini sorarsanız çok. Adım Eftalya annem koymuş.
Anne kelimesini kullanırken içimde koca bir boşluk ağırlık his ediyordum, anne nedir bilmedim ben, anne sevgisi anne kokusuna hep muhtaç kaldım. Annem beni dünyaya getirirken dünyasını kayıp etmiş sırf bu yüzden kendimi suçlu hissetmekten bir gün olsun vazgeçmemiştim. Beni doğurmasaydı, kim bilir belki daha mutlu olur en azından hayatını yaşardı. Ne çok isterdim şuan ona sımsıkı sarılmayı, saçlarımı tarayıp okşamasını, çünkü bir yanım hep eksik bir kanadım kırıktı. Hiç bir kelebek tek kanatlı uçamazdı değil mi?. Hiç bir şey o eksikliği kapatmaya yetmiyordu. Gözlerime yer edinen tuzlu suları geri savuşturarak yatağımdan kalktım. Uzun kahve rengindeki saçlarımı gelişi güzel toplayarak yatağımı toparlamaya koyuldum. Her ne kadar küçük olsa da yetine bildiğim odam da küçük bir yatak, eskimiş dolap, küçük çalışma masam ve onun dışında fazla bir şey yoktu. Olmasındı, zira fazlalıklar bana göre değildi.
Ağır adımlarla odamdan çıkarak banyoya girmiştim, dişlerimi fırçaladım, yüzümü yıkayarak aynaya bakıyordum. Morarmış göz altlarımı görmeyi bekliyordum elbet, sıkıldığım zaman telefonuma indirdiğim kitapları okurdum, bu bir çokları için sıkıcı olsa da, ben buna kendi kuytuma çekilmek huzuru yakalamak için yapıyordum. Mutluluktan uzak feri sönmüş gözlerim ne mavi, ne yeşil, ne ela sadece kahverengindeydi tıpkı uzun saçlarım rengi gibiydi. Zayıf biriydim yani kendimi hiç güzel bulmuyordum güzel bulduğum tek şey ismimdi. İsmim ve boynumda kendimi bildim bileli taşıdığım kolyem annemin bana bıraktığı mirasıydı.
Tam banyodan çıkacaktım ki, üvey kardeşim tam kapının önünde durmuş kıstığı bakışları altında dışarı çıkmamı bekliyordu,
"Hele şükür altıma kaçıracaktım nerdeyse" gözlerimi devirip bir şey demeden oradan ayrıldım. Evet üvey kız kardeşim, annem öldükten hemen sonra babam bir kadınla evlenmiş 2 yıl sonrasında da bir kızları olmuş işte. Gerçekte ister babam olsun ister üvey annem ve ya kardeşim benimle iyi geçinmezlerdi. Yirmi iki yaşındaydım, pek arkadaş çevrem de yoktu. Sanırım içine kapanık biri olarak yalnızlık bana iyi geliyordu. Odama dönerek üzerimi değiştirdim işe gecikmemek için hızlıca hareket ettim, tam mutfağın önünden geçecektim ki babamın soğuk sesiyle durdum. Ailecek (!) oturmuş güzelce kahvaltı yapıyorlardı, tabi ki de kimsenin umurunda olmadığım için kahvaltı masasına çağırılmıyordum bile.
"Kiracı ikidedir gelip gidiyor sen daha maaşını almadın mı?" diye sordu babam, hayret para pul mevzusu olmasa babamın yüzüme bile baktığı yoktu ki.
"Bu gün yarın alırım baba merak etme" dedim ona bakarak. Hiç bir şey demeden kahvaltısına devam etti, "Elifin ayakkabıları da eskidi Harun, şubatın ortasındayız yavrum okula gidemiyor biliyorsun" diye üvey annem Selma hanım konuşmaya başladığın da, adımlarım kendiliyinden durarak söyledikleriyle birlikte haince bakan yüzüne bakıyordum. Pazar çarşı derken her ayın başı anne kız alış veriş yapıyorlardı, bense evin masrafı derken kendime yol parası hariç hiç bir şey harcayamaz elimdekilerle yetinmeye çalışırdım hep. Kafamı sallayarak hareketlendiğim sırada babam "Duydun herhalde kız kardeşinin ayakkabısı yok almak lazım" dedi. Ne diye bilirdim ki ben, babam bile bir kez olsun beni savunmazdı. Elife gösterdiği sevgiden azda olsa bana karşı hiç göstermezdi. Aslına bakarsanız ben büyürken anne baba şefkati nedir bilmemiştim.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Eftalya
FantasyHiç bir şey basit değildi, yalan dolan içerisinde büyütülmüş gerçek kimliği gizletilmişti. O taşıdığı kanın yüceliğinden, sahip olduğu güç ve iktidarın farkındalığı olmadan yaşıyordu hayatını. Ve gün gelir hiç bir yalan olduğu gibi kalmaz gerçekler...