Uykuya küçük ölüm derler. İnsanın ölüme en yakın olduğu yerdir uyku. İyi rüyalar cennetten, kâbuslar ise cehennemden minicik parçalardır. Ne yazık ki ne zaman rüya görsek sonunda uyanırız. İyi veya kötü fark etmez. Bütün bir ömürden uzun gibi gelen rüyalarımızın 7-8 saniye sürmesi haksızlık değil mi !
Peki ya neden uyanırız kâbuslardan? Tam yüksek bir yerden düşerken, kaza yaşarken uyanırız korkuyla. Ölüme bir salise kala. Ölüm bu kadar yakın işte. Dibimizde.
Her zaman öyle değil mi ? Ölümle küçük yaşta tanışmadık mı? Tuhaf bir şekilde hissedemiyor muyuz ölümü?
Ben de hissettim. Arabanın motorunun sesi kesildiğinde çoktan uyanmıştım. Aslında uyumamıştım bile. Sadece dünyayı unutmak için gözlerimi kapamıştım ama ne yazık ki gerçeklerden kaçamazdım. Gözlerimi açmaya korkuyordum. Biliyordum. Kötü bir şey olduğunu biliyordum ama bunun ne olduğunu bilmiyordum. İsteseydim çok kolay bir şekilde öğrenebilirdim. Öğrendiklerimin canımı acıtacağını bildiğimden bunu istemiyordum.
“Nisan. “ Atakan’ın nazik sesi artık gözlerimi açmam gerektiğini söylüyordu. O böyle nazik değildi. Gözlerimi açmak istemesem de yavaş yavaş araladım. Gün aydınlanmaya başlamıştı. Hava serindi. Tüylerim bir anda diken diken oldu ve içimde bir titreme geldi.
Bir şey söylemeden arabadan indim. Karşımda kocaman bir ev vardı. Ev ve benim aramda 20 adım var ya da yoktu. Yine de o 20 adım bana o kadar uzun geliyordu ki. Bir adım attım. Bacaklarım oturmaktan uyuşmuş olduğundan sendeledim ama hemen toparlandım. Bir adım daha attım.
Karşımda duran evi tanımamama rağmen bana çok tanıdık geliyordu. Bir o kadar da tanımadık. Ev 3 katlı klasik bir zengin eviydi. Bu eve sahip olabilmek için ya zengin olmalıydınız ya da zengin birinden miras kalmış olmalıydı. Evin kapısı açıktı. Adımlarım hızlanırken içimde , tarif edemediğim bir yerde tarif edemediğim bir duygu oluştu.
Kapıdan içeri girerken bir adım arkamdan birisinin geldiğini hissediyordum. Atakan ve ya Bora. Fark etmezdi. Eve girer girmez ağlama sesleri suratıma gerçek gibi çarpmıştı. Siyah bir baş örtüsü takmış birkaç kişi ağlıyordu. Derin olmayan bir nefes aldım ve yumruğumu sıkarak yürümeye devam ettim.
Benimle birlikte bir kadın da bana doğru yürümeye başladı. O benden hızlı yürüyordu ve benim yanıma gelmesi çok uzun sürmemişti. Kıyafetine bakılırsa bir hizmetçiydi. O da diğer herkes gibi siyah bir baş örtüsünü gelişigüzel takmıştı. Yüzünde hüzün vardı.
“Siz Kemal Bey’in akrabası mısınız ? “
Kemal Bey. Bu ismi duymayalı kaç yıl olmuştu kim bilir. Başarılı iş adamı Kemal Bey. Zengin Kemal Bey. Elimden küçüklüğümü çalan adam. Kemal Tuna. Babam.
Her şey açıktı. Düşünmeme gerek yoktu. O ölmüştü. Ölmüştü. Bu kadar basitti. Ona baba dememe izin vermeden ölmüştü. Annemi öldürmüş, benim hayatımı alt üst etmiş ve ölmüştü.
“Evet kızı. Nisan Tuna.” Cevabı ben vermemiştim. Atakan’ın sert bir ses tonuyla söylediği bu sözler kaldımı delip geçmişti.
Ben buydum işte. Öldüğünde bile birkaç hizmetçisi dışında hiç kimsenin ağlamadığı adamın kızıydım. Kemal Tuna’nın kızıydım. Ben Nisan Tuna’ydım. Annesi o küçükken ölmüş bir kızdım. Şimdi ise babam da ölmüştü. Kimsesiz kalmıştım. Baba diyemediğim babam da ölmüştü.
“Nisan sensin demek. “ Karşımdaki kadın suratını ekşiterek bana baktı. Beni ayıplıyor muydu? Belki de beni babasını son günlerinde yalnız bırakan şımarık bir çocuk olduğumu sanıyordu. Hatta belki de benim buraya sırf miras için geldiğimi düşünüyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Evliymişim Ama Haberim Yok
Ficción GeneralÜzgünüm hanımefendi. Bu adamla evlenemezsiniz . Çünkü başka bir adamla evlisiniz. Bu cümle ile eski hayatım yok oldu. Ha bu arada kocamın kim olduğunu söylemeyi unuttum. Her yerde aranan bir HIRSIZ.