Fikrimin İnce Gülü
Dinleyin derim. ⭐⭐⭐
"Bırak beni."
"Neden diye sor dedin. Sordum işte. Neden hırsız oldun?"
Sormak istediği nedenle sorduğu neden ancak bu kadar zıt yönlere gidebilirdi. A şehrinden B şehrine freni boşalmış kamyon gibi rampa aşağı gitmek hiç mi hiç istemiyordu aslında Burak, karşısındaki dolgun dudaklar kendi dudaklarına bu kadar yakınken. Üstelik çok öfkeliydi. Hala.
Neden öpünce sakinleşecekmişim gibi hissediyorum? Saçma. Çok saçma.
"Bağırma bana. Canım yanıyor Burak."
Kadının kollarını bırakması için çağrıydı bu. Bir kadının canı, onun yüzünden yanamazdı. Uzaklaşınca kendi canı yandı. Ne oluyordu böyle? Öfkesini yansıtmak için Duygu hem çok doğru hem en yanlış kişi olmayı nasıl becermişti? Bunca öfkenin içinde Burak'ın her bir zerresine, ona deli gibi yumulmak arzusu nereden peydah oluyordu peki etkisi hiç azalmadan? Onu öperek sakinleşemeyeceğine göre içinden ona kadar saymaktan başka çaresi yoktu, saydı.
Bir, on.
"Kafayı mı yedin sen? Kapıyı çarpmak ne demek?"
"Özür dilerim. Bir an sinirlendim."
Özür mü dilersin? Ben de sinirden kuduruyorum; ama özür falan dilemiyorum.
"Tartışsana benimle. Hak ettin desene."
"Hak etmedin. Ben... Bugün... Yalnız kaldım. Hıncımı senden çıkardım."
"Galeriye gelseydin sıkıldıysan. Yalnız kalmışsın da bir yemek bile yok evde. Ne yaptın tüm gün?"
Konunun Cihan'la olan bağlantısını bir anlığına koparmayı başarabilirse, araları sabahki gibi olabilirdi belki. Sabah ona seçmesi için onlarca yemek sorduğunu zannederken, hayatı boyunca yaptığı ilk yemekle nasıl gururlandığını izlerken ne kadar farklıydı her şey. Anlamazlığa geldi Burak, Duygu'nun yalnızlıktan kastının nicelik belirten bir değer olduğuna gönderme yaptı bu yüzden.
Duygu ise, Burak için yalnız kalmanın bu anlamı taşıyacağını, pek çok anlamı olabilecekken bunu, basitliğin aşağı seviyesine indirgeyeceğini bilemezdi haliyle. Cihan'ı anlatmak zorunda kalmayacağı için yalnızlığının yanlış anlaşılmasına can simidi gibi tutundu.
"Bir daha yalnız kaldığımda galeriye gelirim. İş yerin sonuçta, ben oraya çat kapı gidebileceğimi düşünemedim."
"Öyle çabuk ayak uyduruyorsun ki, öyle hızla u dönüşü yapıyorsun ki, seni sert malzemeden yapılmış, eciş bücüş şekli olan bir kaba koysam bile, o kabın şeklini hiç sıkılmadan alabilirmişsin gibi."
"Neden bahsediyorsun sen?"
"Cihan beni aradı Duygu."
Ne. Nasıl. Neden. Ne zaman.
?
Durduk yere imla hatası yapmaya gerek yoktu dumur oldu diye. Cihan Burak'ı mı aramıştı? Öyle diyordu karşısındaki adam. Arayıp ne demişti? Gittiğini mi söylemişti? Aklından saatte yüz yetmiş soruluk hızla geçen düşüncelerin cevaplarını, onları bir an önce sormaya başlamadan alamayacaktı. İstediği sorudan başlayabilir miydi? Hangisinden başladığını takar mıydı acaba Burak? Soramadan yürümeye başladı adam.
"Salona gel konuşalım."
Takip etti sadece adamı. Konuşulacak ne vardı, beyninin en güzel yerine istiflediği, kütüphanelerin bile gıptayla baktığı tüm kelime hazinesini klozete atmış da üstüne sifonu çekmiş gibi hissediyordu. Birine bağış yapabilseydi bari, gitmişti güzelim hazine. Burak'ı anlıyordu; ama konuşamıyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Kalbimi Geri Verir misin? (RAFLARDA ❤)
General FictionSoymak için girdiği evde Duygu'yu beklemediği bir sürpriz karşıladı. Elinde gösterdiği telefonda yazılı numara 155 olan ev sahibinin başparmağı arama tuşunda, ateş eden gözleri kadındaydı. Yapması gereken seçim basitti. Ya yıllar boyu sürecek hapish...