17. BÖLÜM

4.9K 460 358
                                    

Burak başını yatak başlığına yaslayıp gözlerini kapattığında Hülya öfkeden kudurmamak adına mutfağa geçti. Burak'a baktıkça reddedilmişliğini tekrar tekrar yaşayacağını biliyordu. İsveç'te duramamış, İstanbul'a gelince de içine düşeceğini hayal bile etmediği duruma sokmuştu Burak onu. Lise yıllarına kadar Türk ve yabancı ebeveynlerinin sefasını süren, o herkesin imrenerek baktığı, arkadaşı olmak için delirdiği, olamayanın hasetten çatladığı, erkeklerin kapılarda nöbet tuttuğu Hülya Andersson, yerini eciş bücüşmüş gibi kimsenin sevmediği, arkadaş diye yanında dolaştırmaktan utandığı kadına ne zaman dönüşmüştü?

Annesinin babasını aldatması yetmemiş, çok sevdiği babası ülkeyi terk etmişti o olaydan sonra. Sonuçta gittiği yer kendi ülkesiydi; ama on sekiz yaşına kadar, Hülya'nın içinde yaşadığını sandığı mutlu hava balonu sönmekle kalmamış, patlamıştı. Babasına yapılan haksızlığa karşı İsveç vatandaşı olmanın getirisi ve annesiyle arasına biraz mesafe koyma amacıyla üniversiteyi orada okumuştu. Her yaz tatilinde biraz güneş görmek için annesinin yanına her gelişinde en yakın arkadaşı Merve ve onun yakışıklı kuzeni Burak'la vakit geçirmeye başlamıştı. Hayata karşı kızgınlığı Burak'ın ilgisiyle yerini umuda bırakırken lisans sonrası ettiği teklifi havada kapmıştı.

Tezgaha sırtını verip bir süre boş boş baktı duvara Hülya, geçmişi şimdi niye hatırladığını bilmeden. Ne yapıyordu? Neden bu kadar sinirlenmişti ve Burak'ın duygu durumunun bir arası yok muydu? Zaman zaman vücudunda sayısı artan dövme ve hızma sayısını daha önce takmamıştı. Taksa da sert çıkışmamıştı. Bedenini pürüzsüz sevdiğini söyler; ama saygı duyardı yine de. Sorun kendi aşağılanmışlığı mıydı acaba? Tek gece kuralını bozması işleri rayından çıkarmıştı sanki.

"Ne yapacağım ben ya? Allah kahretsin!"

Valdo denen iri kıyımla seks hoştu; ama yanında bir kadını daha getirmesi, Hülya reddettiğinde de kapı dışarı edilmesi gururunda, özgüveninde, sanki güzelliğinde bile derin hasarlar oluşturmuştu. Aldığı ilk İstanbul bileti ile geldiği saatlerde Burak nişan hazırlığı yapıyordu. İçki şişelerinde kaybolmanın, çaresiz unutturma yönteminden başka bir halta yaramadığını anlaması için Burak'ın sesini duymak yetmişti. Bir an önce onu içine alarak ısınmak istemişti. 

"Şimdi o odada, ben burada... Of!"

İlk başlarda sadece Burak vardı onun için. İlkiydi ve bundan memnundu. Çünkü Burak her zaman ona karşı saygılı, anlayışlı ve cömertti. Maddi manevi ideal bir erkek arkadaştı ve annesiyle kadın kadına yaptıkları bir konuşmaya kadar hayatının sonuna kadar öyle kalabileceğini hissetmişti.

"Ah! Hülya, kıskanılmamak kadar kötüsü ne biliyor musun? O aptal babana yıllarımı verdim ve başka bir erkek deneyimleme şansım olmadı. Ne için? Beni iplemeyen bir adam için. Önüne gelenle yat demiyorum, Burak iyi biri; ama denemekten korkma. İlk denk geldiğinle yattın diye, onunla evlenip ona dünya güzeli bir çocuk verip benim gibi ortada değersiz hissederek kalıverirsin sonra."

Annesinin sarhoş kafayla yaptığı bu konuşma İsveç'e gittiğinde, oradaki barlarda eğlenirken aklına gelir olduğunda bir gece çok sarhoş olup denemek istemişti. Ertesi gün çok ağladığını, babası çağırdığı halde dört ay oraya gitmediğini hatırlıyordu. Sonra Burak aniden ailesini kaybedince ve ona olan ilgisi yok denecek kadar aza inerken, içinde kabaran öfkeyi ne yaparsa yapsın çıkaramadığı şeylere yönlendirmeye çalışırken bu durumdan sıkılarak gitmişti tekrar İsveç'e. 

Çok sık yapmadığı ve tek gecelik olan ilişkileri hepi topu bir elin parmaklarını geçmezdi; ama aynı adamla üç gece geçirmesi, kadınlık gururunun hiçe sayılarak başka bir kadınla ortak kullanılmak istenmesi, Burak'a yaptığı haksızlığı vurmuştu yüzüne. Kendisini bu denli sorgulaması gerekmemişti hiçbir zaman. Bedeni hakkındaki hükmü her zaman ona aitti, ama tam da o an hissettiği hükümsüzlüğe bir açıklaması yoktu. Yatak odasına döndü tekrar. Birlikte çare bulabilirdi belki Burak'la hükümsüzlüğüne.

Burak gözleri kapalı düşüncelere dalarak bir yere varamayacağını anlayınca arabasına atlayıp eve varmaya karar vermişti. Onu ayaklanmış gören Hülya, nereye gittiğini sordu. Niye gittiğini soramazdı. Sebep kendisiydi.

"Eve gidiyorum. Yoruldum tüm gün."

"Burada kal Burak. Hiç özlemedin mi beni."

Özlediği için burada değil miydi zaten? Özlediği için on dakika önce vuslata ermeyecekler miydi? Yersiz bir soruya ne cevap vereceğini bilemeden aklını kurcalayan soruyu sormak istedi. İnsan gözlerini kapatıp başını yatak başlığına yasladığı zaman daha önce umursamadığı şey, en önemli dert haline gelebiliyormuş çünkü. Hala ayakta dururken Hülya'nın gözlerinin içine baktı.

"Göğsüne metalleri takan eleman kadın mıydı erkek miydi?"

Hülya beklemediği soru karşısında hazırlıksız yakalandı. Devamlı gittiği, üstüne basa basa çok steril, güvenilir olduğunu bildiği adamdan başkasına dövme yaptırıp hızma taktırmayacağını yıllar önce söylemişti ona. O yüzden İsveç'e gittiği her seferinde artıyordu vücudundaki fazlalıklar.

"Aynı kişi, yıllardır gittiğim. Arkadaş gibiyiz. Bunu dert etmeyeceksin değil mi?"

Arkadaş gibi... 

Burak, sevgilisinin göğüslerini kendisinden başka, arkadaş gibi bir herifin görmüş olması karşısında ne düşüneceğini kestiremezken bu belirsizlik ve Hülya'nın bunu sıradanlaştırmış olması daha büyük sorundu. Verdiği cevap Burak tarafından sindirilmemişken o, direk onu yadırgama aşamasına geçmişti bile. Bunu dert etmesi meseleymiş gibi sormuştu devamındaki soruyu.

"Peki ya dert edersem?"

...

Devamı için,

https://angelllber26.blogspot.com/?m=1

adresini ziyaret edebilirsiniz. Bir deneyelim bakalım oluyor mu? link panoda mevcut. Buradan açılmıyor.

KEYİFLİ OKUMALAR.















Kalbimi Geri Verir misin? (RAFLARDA ❤)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin