19.BÖLÜM
Telefonum çalıyordu, gözlerimi geri açamıyordum. El yordamıyla telefonu bulmaya çalışıyordum. Çalan sesin alarm olmadığını idrak etmem neredeyse bir dakikamı aldı. Telefon sustu ve bir kaç saniye sonra yeniden çalmaya başladı. Bu kez gözlerimi açtım ve telefona baktım. Barış arıyordu. Saat 6 ! Kesin bir şey oldu.
—Efendim Barış.
—Aşkım günaydın.
—Ne oldu Barış? Bir sorun mu var?
—Hayır, yani çok kötü bir rüya gördüm. Sen beni terk ediyordun. Sana ulaşmaya çalışıyordum ama seni bulamadım bir türlü. Kendimi nasıl attım bilemem. Sesini duymak istedim, orda olduğunu bilmek istedim.
—Aramadan önce saate baktın mı?
—Nasılsa erken kalkıyorsun, uyanmışsındır diye aradım.
—Uyanmama 2 saat daha vardı. Uykuya aç bir insanım ve sen bunu bildiğin halde beni arıyorsun. Sebep ne, kötü bir rüya gördün! Bunu anında anlatman ile iki saat sonra anlatman arasındaki farkı söylesene bana?
—Ben seni çok özledim. Bu yüzden de kabuslar görüyorum. Bugün görüşemez miyiz?
Onur belli ki bir şey halledememiş, üstüne üstlük Barış beni görmek istiyor. Ama evdekiler dün görüştüğümüzü zannediyor. Afyonum patlamadı benim. Nasıl savuşturacağım şimdi.
—Ya Barış Allah aşkına yat uyu. Resmen giden dakikalarımın peşine ağlayacağım.
—Yani görüşüyor muyuz?
—Ben haber veririm sana. Hadi bye
Cevap vermesine fırsat vermeden telefonu kapattım ve kafamı yastığa koydum. Ama uyumak ne mümkün. Bir o yana bir bu yana döndüm yok. Sayıp sövüyorum Barış'a. Bencil, düşüncesiz, empati yoksunu şey. Kendi içinin rahatlığı için beni uykumdan ediyor. Bir rüya için. Üstelik de gerçekleşmesini istediğim bir rüya için. Hayır ne zannetti ki 'merak etme canım seni ömrümce bırakmayacağım boy boy çocuklarımız olacak' dememi falan mı? Kalktım oturdum. Daha zorlamanın anlamı kalmadı. Zaten yarım saat sonra alarm çalacak. Aslında gerçekten Barış'ı görsem iyi olacak. Onu kendimden uzaklaştırmam lazım. Öğle arasında görüşelim. Bir saat yeter de artar bile ona.
Kalkıp hazırlandım, kahvaltımı yapıp yola çıktım. Yolda Barış'a mesaj çektim. "Saat 12 de okulun yanındaki kafe de görüşelim. Böylece akşama eve geç gitmemiş olurum. Sorun çıkmaz."
Derse girmeden de Aslan'a günaydın mesajımı çektim. Aslında dün Onur Barış ile ne konuştu onu da bilsem süper olurdu ama uyuyordur şimdi. Neyse öğle de ararım onu da.
Derse girdiğimde sabah gelmeyen uykum gözlerimi ağırlaştırıyordu. Bir kez daha Barış'a saydırdım. Ama hocanın verdiği güzel haberle gözlerim fal taşı gibi açıldı. Öğleden sonra ders yok. Haftaya sınav olacakmışız sonra ikinci döneme kadar yine ders yok. Bu şu demek: artık hafta sonları ders varmış gibi Aslan ile görüşebileceğim. İçim içime sığmıyordu haberi vermek için. Bıraksalar dans ederdim o derece yani. Aslan ile geçireceğim her dakika benim için öyle kıymetli ki. O zamanların artması demek mutluluk demek. Bu sevinçle biran önce öğlen olmuştu. Çıkar çıkmaz önce Onur'u aradım.
—Günaydın Onur. Uyandırmadım inşallah
—Yok yok uyandırmadın, ama yataktan çıkmıyorum. Henüz sorunlarla baş edecek kadar ayılamadım.
—Biliyorum o hissi. Onur ben dün akşam neler oldu onu soracaktım?
—Eylem şu kadarını söyleyeyim içim şişti. Bildiğin içim şişti. Senle doldum. Kusura bakma ama işin çok zor. İmkansıza yakın. Onun hayatı sen olmuş. Yemesi, içmesi, oturması, kalkması, çalışması, uyuması, nefes alması bile sensin. Anladım ki onu senden ayıracak tek bir şey var.
—Ne?
—Ölüm!
—Of Onur yaa saçmalama.
—Canım ben yarım saat katlanamadım ona. Sırf sen mutlu ol diye sürdürdüm oturmamı. Ama aklını seninle bozmuş.
—Sen ne söyledin ona, Eylem den ayrıl falan mı?
—Yok canım öyle bir cümle kurabilir miyim ben. Özgüvenini yerine getirmeye çalıştım. Yakışıklı olduğunu, isterse çok başarılı olabileceğini, bir erkek için gerçek mutluluğun kadınlarda olmadığını gibi gibi şeyler. Ama olmadı yani.
—Erkek için gerçek mutluluk kadınlarda değil mi?
—Aferin Eylem takıl orda.
—Ee ne yapmamı öneriyorsun, intihar mı edeyim, cinayet mi işleyeyim?
—Cinayet işle bence, kendini öldürürsen ruhunu da rahat bırakmaz senin.
—İçimi açtın sabah sabah sağ ol. Gidiyorum Barış'la buluşmaya.
—Gazan mübarek olsun.. Senin dün akşamın nasıldı çok trip yedin mi?
Direk ağzım yayıldı. Gevrek gevrek konuşmaya başladım
—Hayırr çok güzeldi. Çok keyifli zaman geçirdik. Benim için katlandığın şeyi düşününce çok sağol Onur be. Seni şahidim yapacağım. Söz !
—Dikkatli ol Eylem. Barış hayal ettiğin hayatı tepetaklak edebilir.
—Elimden geleni yaparım. Kafeye geldim. Görüşürüz Onur.
—Görüşürüz.
Canım ya, sert kayaya rastladık ama olsun zamanın aşındıramadığı ne var ki. Onur'un açtığı yoldan devam edeceğim. Er ya da geç Barış da anlayacaktır. İnşallah geçe kalmaz tabi. Çünkü bu ikili durum canımı çok sıkıyor. İki kişiyi idare ediyor gibiyim. Ama içimde tek bir kişi var. Aklımda, kalbimde, hayallerimde bir tek Aslan var. Geleceğimde de o olsun istiyorum. Kendi kendime bir çabanın içine girdim. Altından kalkabilir miyim bilmiyorum. Bazen kendimi çok güçlü hissediyorum, tüm herkese her şeye göğüs gerebilirmiş gibi. Bazen de en küçük sorunların bile altında eziliyorum. Dertler üstüme toprak gibi yığıldıkça bir daha oradan çıkamayacakmışım gibime geliyor. Ama şimdi, Aslan yanımda. Ben güçlüyüm. Üstesinden geleceğim ve hayatımda sadece mutluluk olacak.
Kafeden içeriye girdim Barış cam kenarında oturmuş çayını yudumluyordu. Uzaktan baktığımda sessiz, sakin, huzurlu görünüyor. Sıkıntısız, hayattan alacağını almış gibi, ne bileyim iyi görünüyor. Varlığının içimde yarattığı dertten habersiz fazla iyi görünüyor. Yanına gittim
—Selam
—Hoş geldin aşkım
Ayağa kalkıp sarılmak istedi. Kollarım ona doğru hareket edemese de onun isteğine karşı koymadım. Masaya, tam karşısına oturdum.
—Nasılsın Barış?
—İyim de, neden bana ismimle hitap ediyorsun? İsmimi senin ağzından duymak çok garip geliyor bana.
—Böyle daha rahat ediyorum.
Uzanıp elimi tuttu
—Ne zaman eskisi gibi olacaksın?
Ben elimi çekip kucağıma koydum,
—Bilmiyorum, hiçbir zaman eskisi gibi olamazsam ne olacak Barış?
—Ben her haline ayak uydururum, Barış kelimesi dudaklarında anlam kazandı. Böyle kalsa da olur, sen gitme yeter ki.
—Tek sorunumuz hitap mı yani?
—Başka ne sorun var ki?
Hangi birini anlatmalıyım ki, uyum sağlayamayacağın hangi sıkıntıyı önüne sürmeliyim. Sevmiyorum seni desem, sevgisizliğime de olsun der mi? Yoksa inkar mı eder öncekiler gibi.
—Neyse boş ver, iş nasıl gidiyor?
—Yorucu, atamayı bekliyorum çünkü Şubatta yeni bir atama olacak. Sonra direk bu işten istifa edeceğim.
—Neresi yorucu, oturduğum yerden telefona bakıyorsun?
—Evet ama ortam tam bir radyasyon yuvası, ve düzensiz iş saatleri var. Bazen sabahın köründe bazen gecenin bir vaktinde çalışıyorum.
—Bugün izinli misin?
—Öyleydi ama bir arkadaşla yer değiştirdik. Öğleden sonra onun yerine çalışacağım.
—Güzel. Olsun çalışmak iyi gelmiş sana belli. En azından babanla olan tartışmaların azalmıştır.
—Evet bu konuda baya iyi oldu. Kendi paramı kazanmak evdeki haklarımı da elime almamı sağladı. Tabi yine de tüm sorunlarımız çözülmüş değil.
—Anladım. Eee iş yerinde güzel kız yok mu?
—Bilmem.
—Nasıl bilmem. Hep erkek mi orası?
—Yok canım kızlar da var. Ama güzel mi değil mi hiç ilgilenmedim. Kız işte.
Hah bir de Onur bu adama kız ayarlayacak. Bir erkeğin sadakatli olduğuna üzülen tek kişi olarak tarihe geçeceğim.
—Arkadaşlık ettiğin kızlar da yok mu yani?
—Öyle var, molalarda konuştuğum bir iki kişi var.
—Hah işte, nasıl kızlar?
—Gereksiz süslü. Görsen var ya takmış takıştırmış, suratlarında acayip makyaj, kılık kıyafet desen abartı. Sanki çağrı merkezine değil de mankenlik ajansına geliyorlar. Çok itici görünüyorlar.
Evet Barış oldum olası sadelikten yanaydı. Pijamalı, saçları toplu,sıradan kızlar daha sempatik gelir ona. bundan sonra süslenmeyi abartmalıyım. O kızlar da ajansa gitmekten vazgeçmeli!
—Sevgilileri var mı?
—Bilmiyorum, sormadım. Ama için rahat olsun. Ben senden söz ettim, hayatımda sen olduğunu biliyorlar.
İçimdeki tüm nefesi dışarı vererek arkama yaslandım. Pes doğrusu. Adam kıskandığımı sandı. Bir de beni anlatmış. Of! Kız meselesi işe yaramadı. Başka bir yerden girmeliyim. Çayımdan bir yudum aldım.
—Şubat ataması var dedin tercihler ne zaman?
—Ocak ayında tam tarih yok.
—Nereleri düşünüyorsun?
—Burayı. Sen buradasın.
—Ama benden başka herkes de burada. Başka bir il seçmelisin, buralardan uzaklaşmak sana iyi gelecektir.
—Onu da düşündüm ama evlenene kadar ayrı kalacağız. Ben artık seni özlemek istemiyorum.
—Bir kaç aylık özlem için tüm ömrünü mü yakacaksın. Zaten askerlik de var. Her halükarda özleyeceksin. Akılcı ol azacık.
—Bilemiyorum. Düşünmem gerek.
—Nesini bilmiyorsun. Burada çalışırsan paranı yemene bile izin vermeyecek ailen. En azından dışarıda özgür olursun. Yer içer gezersin keyfini çıkarırsın maaşının.
—Sen gittiğim yerde yoksan kimle yiyip içip gezeceğim. Biriktiririm, evlenince harcarız.
—Arkadaşların olur. Hayat sadece ben değil. Kendin için yap biraz da. Kendin için çalış, kendin için ye, kendin için süslen. Bırak beni artık.
—Ne demek istiyorsun bırak beni falan?
—Ölüm de var diyorum, ben ölürsem ne halt edeceksin.
—Ne diyorsun sen, konuşma böyle lütfen.
Ne diyeceğimi şaşırdım artık. Ama tercih zamanı bir şeyler yapmalıyım. Eğer giderse, ayrılmak daha kolay olur. Göz görmezse gönül daha iyi katlanır. Mecburiyetinden kalkıp gelemez de. O zaman Eylem, zaman daraldı. 2 ay içinde kurtulacaksın Barış dan. Yani umarım.
—Kalkalım mı? Ders başlayacak. Zaten senin de işe gitmen gerek.
—Olur kalkalım.
Hazırlanıp kapıya geldim. Barış da hesabı ödeyip geldi. Ben uzaktan hadi görüşürüz dedim ama Barış öpmek için yeltendi. Ben hayır anlamında başımı sallarken dudak dudağa geldik ve anında ittim. Biran öpecek diye öyle korktum ki kalbim pır pır atıyordu.
—Ne yapıyorsun sen?
—Ne oldu Eylem, eskiden...
—Evet eskiden-Dİ! Bir daha yeltenme sakın.
O sinirle arkamı dönüp ilerlemeye başladım. Barış peşimden koşturuyordu. Kolumdan yakalayıp beni kendine döndürdü.
—Neden bu kadar sinirlendin anlamıyorum. Sen benim sevgilimsin, evlenecek olduğum kadınsın. Sana dokunmamdan daha doğal ne var?
—Ben hala bir şeyleri düzeltemedim içimde. Dolayısıyla sana öyle hiçbir şey yokmuş gibi yaklaşamam. Lütfen sen de yaklaşma!
—Tamam tamam nasıl istersen.
—Git şimdi, geç kalacağız yoksa.
—Öyle olsun, görüşürüz.
Suratını astı, dolmuşa bindiği gibi uzaklaştı. Benim de suratım asıktı. Gözlerim doldu. Neredeyse ağlayacaktım. Tam o sırada önümde araba durdu. Aslan da soru soran gözlerle bana bakıyordu. Onu görmek içimdeki ağlama isteğimi arttırdı. Yüzümün halini görünce arabadan inip bana sıkıca sarıldı. Ben de ona sarıldım, yüzümü omzuna gömüp kokusunu içime çektim. Gözümden iki damla aktıysa da hemen savuşturdum. Aslan'ın yanında devamlı ağlayan biri olmak istemiyordum. Uzaklaşıp yüzüme baktı.
—Ne oldu Eylem, sizi gördüm. Kolundan çekiştirdi. Tam arabadan inecektim tuttum kendimi, sırf seni zor durumda bırakmamak için. Ama ne kadar zor tuttuğumu bilemezsin. Şimdi şu haline bak. O herif için mi ağlıyorsun?
—Hayır, ben korkuyorum.
—Neden?
—Üstesinden gelememekten, seni kaybetmekten.
—Gel buraya.
Tekrar sarmaladı beni. Nasıl iyi geliyordu ruhuma. Sadece var olması yeterken, hep daha ötesini veriyordu bana. Yol ortasında sıkıca sarıldığım Aslan'ın kulağına konuştum
—Götür beni buradan.
—Ders?
—Ders yok, gidelim...
—Nereye?
Bu kez ben gözlerine bakıp serseri gülüşümü takındım.
—Bir iddiamız vardı. Kazandığım hani.
—Yalnız benim kazandığım. Her anlamda, benim kazandım.
Belimden tutup arabaya doğru yürürken konuşmaya devam ediyordu.
—İddiayı sana verdim ama inşallah pişman olmam.
Tam koltuğa oturacakken dönüp yüzüne baktım. Gözlerimi kıstım.
—Şüphen mi var?
—Yooo
—Ayy benim var ama. Neyse ben vazgeçiyorum.
Aslan kahkaha attı.
—Bin hadi bin.
Koltuğa oturdum. Arabanın önünden geçip direksiyona geçişini izledim. Hala gülümsüyordu. Evet yakışıklıydı, aynı zamanda çok tatlıydı. Öyle dikkat çeken bir gösterişi yoktu, aslında sıradandı. Ama bana görünen: tüm erkekleri bana kör edecek bir güzellikti. Onun bana sunduğu sevgi, sonsuz bir heyecanın başlangıcıydı. İyikiydi.. Hep olsundu..
Arabaya bindiğinde direk elini tuttum. Parmaklarımı parmak aralarından geçirdim. Aslan bana bakıyordu. Ben ona bakıyordum. Öylece duruyorduk. Sonra dayanamayıp:
—Ee ne bekliyoruz?
—Elimi bırakmazsan nasıl arabayı çalıştıracağım, sol elim el frenine uzanmıyor. Vitese de.
—Aaaşşkkıımm, söylesene. Ben neciyim burda? Beraber yaparız.
—Ahahha, Eylem ya.
—Neee, canım elini tutmak istedi.
—Canını yerim senin. Eve gidelim, istediğin yerden tutabilirsin.
—Çok pisliksin.
—Canın çeker falan diye dedim. Yoksa hiç işim olmaz bilirsin.
—Hı hıı bilirim.
Eve gelip yukarıya çıktık. Montları çıkarıp bir kenara koyduk.
—Aşkım ya sadece sarılıp yatsak olmaz mı?
—Resmen yan çiziyorsun. Korktun di mi?
—Hayır ya, sadece varlığına sığınmak istiyorum.
Koltuğa oturup kollarını açtı,
—Gel güzelim.
İkiletmeden yanına oturdum, belinden sarılıp başını göğsüne koydum.
—Ne söyledi sana da bu hale geldin?
—Kendisini onun olduğuma inandırmış. O inancın doğrultusun da hareket etmemi bekliyor. Bir daha onu görmeyeceğim.
—Öptü mü seni, bir yerine mi dokundu?
—Hayır
—Doğru söyle!
Göğsü kabardı, sesi sertleşti, bakışları değişti.
—Bana senden başka kimse dokunamaz, sakinleş.
Sarmaladığı kolları biraz daha sıktı beni. 10-15 dakika o pozisyonda sessizce kaldık. Halimden çok memnumdum. Anı durdurmak
İstediğim zamanlardaydım.
—Eylem, bu saçma şeyi bitir artık. Ben onun yanında, yakınında, sana istediği zaman ulaşabileceği uzaklıkta olmasını istemiyorum. Sen benimsen benimsindir, bir başkası fikren dahi seni sahiplenemez. Benim içim buna elvermez.
Göğsünden başımı kaldırmadan yüzümü ona döndüm.
—Haklısın, aynı durumda sen olsan ben de asla kabullenemezdim. Gülüşüne sığdırdığım gülüşlerimi başkasına veremezdim. Bir daha görmeyeceğim onu.
—Arama da. Bitti de. Sil at.
—Benim yapmak istediğim hatta yaptığım da o zaten. Ama...
—Ama istemiyorum Eylem lütfen!
—Tamam ama..
—Ama seni seviyorum Eylem. Hem de çook. Bilmem anlatabiliyor muyum?
—Anladım tamam.
Önüme, sessizliğime döndüm. Ama yok da, evdekiler ne olacak? Yine üzerime çullanacaklar. Bu kez hayatım kısıtlanacak. Aslan'ı da elimden alacaklar. Aslan ellerimden gitmesin diye Barış'ın varlığına katlanırım. Şubatta başka bir şehre yollarım onu. Böylece rahatlarız. Diğer türlüsü tam bir kaos.
—Aslan?
—Efendim.
—Önümüzdeki haftadan itibaren ders yok, plan yapalım.
—Olur yapalım.
Yine sessizlik. Pozisyonumuzdan memnun olsam da sanki az evvel Barış dan söz ettik diye soğukluk girdi aramıza. Aklından neler geçiyor göremiyorum. Ama öylece ileriye bakıp bir şeyler düşünüyor. Sorsam duymak istediğim şeyleri mi söyler bilmiyorum. Sormasam istemediğim şeyleri düşünüp yanlış bir karara varır mı onu da bilmiyorum. Sessizce geçen süre güzel geçecek vakitlerimizden çalıyormuş gibime geldi. Öyleyse adımın hakkını vermeliydim. Şimdi eylem zamanı. Elimi bir hamlede kotunun belinde oluşan boşluktan içeriye daldırdım. Çamaşırını da aşıp, ulaşmak istediğim yere geldim. Avuçladığım alet ellerimde giderek büyüdü ve sertleşti. Bana hareket edecek alan bırakmadı. Bende diğer elimle düğmeleri açtım. Elimi çıkartıp alttan giydiklerini üzerinden çıkardım. Aramızdaki sessizlik devam ediyordu. Bende önünde oturup bu kez ağzıma aldığım aletle iyice kendinden geçmesi için çabaladım. Sonra ayağa kalktım ve üzerimdekilerden kurtulup. Kucağına yerleştim. Aleti içime alırken fazla aceleci davranıp canımı acıttım. Ağzımdan çıkan ah acıyla karışık bir zevkti. Ama dudaklarım dudaklarına değince, acı ortadan uçup gitti. Geriye sadece tatlı kaldı. Aslan'ı da üstten soyduktan sonra oturup kalkmaya başladım. Aslan da belime koyduğu elleriyle bana hız kazandırıyordu. Her oturup kalkmada göğüslerim Aslan'a sürtünüyor daha bir tahrik oluyordu. Arada bir başımı geri atmamla dudakları göğüs uçlarımla buluşuyor ve böylece Aslan'ın kasıkları daha çok ıslanıyordu. Uzun süren oturup kalkmamla Aslan'ın büyüyü bozan emri geldi.
—Eylem çabuk çık!
Sanki bu anı bekliyormuşçasına bir anda üstünden kalkıp yere oturdum. Kendi üzerine doğru boşaldı. Ve başını koltuğun arka gerisine yatırdı. Hali garip bir şekilde çok masum geldi bana. Ayağa kalktım. Etrafa bakındım. Bulduğum peçeteyle yanına geldim ve karnını silmeye çalıştım. Aslan elimi tutup engel olmak istedi.
—Ben hallederim güzelim.
—Biliyorum, ama ben yapmak istiyorum. Senden iğrenmiyorum. Sana ait her şeye dokunmak hoşuma gidiyor.
Bu sefer tuttuğu elimi dudaklarına götürüp öptü. Başka da bir şey söylemedi. Ben çöpleri poşete doldurdum. Yanına geçip eski pozisyonuma geçtim.
—Biliyor musun? Morluğum iyileşiyor. Ve ben çok üzülüyorum.
—Benim ki de baya soldu.
Sustuk... Her susma da nedense içim sıkılıyordu. Bu kez Aslan konuştu
—Biliyor musun?
—Neyi?
—İddiayı sana vermekle çok iyi ettiğimi. Yoksa üstte bu kadar iyi olduğunu bilemeyecektim.
Sonunda gülümsemiştim.
—Sen oyunu da bana verseydin çok daha iyi bir muamele görürdün.
—Daha iyisi var yani?
—Aslında var mı bilmiyorum. Biraz içgüdüsel oluyor. Ama sen de şunu bil. Ben hiç sevmedim.
Birandan beni koltuğa yatırıp üzerime eğildi. Dudaklarıma uzun ve şehvetli bir öpücük kondurdu. Benden ayrılırken bir mıknatıs gibi ona doğru çekiliyordum. Ancak sıra Aslan'a gelmişti. Dudaklarımdan aşağıya doğru inip diliyle beni inletmeyi başarıyordu. Arada başını kaldırıp 'Eylem sessiz ol' diyordu. Ancak kendime hakim olamadığım noktalar oluyor. O zaman da eliyle ağzımı kapatmaya çalışıyordu. Kollarından tutup yukarıya doğru çekiştiriyordum.
—Aslan hadi, gel artık. Lütfen.. Aaahh Aslan..
yukarıya doğru gelip yüz yüze kaldığımız da
—Güzelim sen çok sabırsızsın ama, az daha dayan.
—Dayanamıyorum, bana ne yapıyorsun böyle, sana dayanamıyorum.
Sözlerim üzerine sertçe içime yerleşti. Ben de tırnaklarımı sırtına geçirdim. Her darbesinde bir çentik daha attım sırtına. O kadar uzun sürdü ki artık yorulmuştum. Aslan da yorulmuş ve terlemişti. Alnından sızan terler yüzüme damlıyor, sırtından akan sular ellerimi ıslatıyordu. Bana karışıyordu. Her anlamda benimle bütünleşiyordu. Sanki sevişmiyor yaşıyorduk, nefes alma şeklimiz buymuş gibiydi. İki ruh tek beden olmuştuk. O bendim, bense o. Bakışlarındaki sahiplik duygusu içime işliyordu. Dünyaya meydan okuyorduk. Günaha giriyor, girdiğimiz her şekle aşık oluyorduk. Adem ile Havva yediği elma yüzünden cennetten kovulurken biz ayvayı yiyorduk! Ama birlikte gideceğimiz cehennem bile bana sempatik geliyordu. Aslan yanımdayken aklım duruyordu, doğru ve yanlış yoktu. Akıl hastası insanlar gibi devamlı gülümsüyordum. İçimde durmayan bir heyecan. Heyecana kapılıp giden bir Eylem vardı. Elbet günahlarımın bir bedeli olacaktı. Ancak şuan bunu düşünen bir Eylem yoktu. Aslan'ın sarhoşluğuna kapılıp gitmişti.
Rahatlamış olan Aslan üstüme yığıldığında benim gözlerim kapanıyordu. Mırıldanarak konuştum
—Azacık uyuyacağım, saate dikkat et.
Uykusuzluğumun ve günümün yorgunluğuyla dalmıştım. Aslan'ın sesiyle gözlerimi açtım.
—Birtanem uyan hadi, eve geç kalacaksın. Üzerime bir battaniye atmış. Kendisi de yanıma kıvrılmış.
—Ne kadar zamandır uyuyorum?
—1,5 saat oldu. Eve gitmen içim yarım saatin daha var.
Öyle söyleyince göğsüne doğru yaklaşıp, Aslan'ın sıcak kolları arasına girdim.
—O zaman 5 dakika daha.
Gülümsemesini hissediyordum. Kollarıyla sıkıca sardı beni. Sırtımdaki eli bir yukarı bir aşağı kayıp duruyordu. Gıcıklandığım için kıpırdanmaya başladım. Bu kez elleri kalçamı sıkmaya başladı. Biranda içimdeki ateşi yakmış oldu. Gözlerim kapalı bir şekilde konuştum
—Yarım saatte yetişir mi bir aşk daha?
—5 dakikada bile olur, ama ben istemiyorum. Öyle sana doyamıyorum çünkü.
—Hmmm, ama şuan ıslanıyorum.
—O zaman seni rahatlatayım.
Parmakları içime girdiğinde hemen kasıldım ve gözlerim açıldı. Bir parmağı klitorisimle ilgilenirken. Diğerleri içimde dans ediyordu. Çok geçmeden içimdeki volkan yükseldi, yükseldi, yükseldi... Onunla beraber sesim de artıyordu. Ve taşma sırasında yine susturulmam için dudaklarıma yapıştı. Ağzının içine inliyordum. O kadar güzel bir zevk ki. Dudaklarım benden bağımsız konuşuyordu
—Bu çok güzeldi.
—Güzel olan sensin. Yanımdan hiç gitmeni istemiyorum ama 15 dakikan kaldı.
Kalan zamanı duyduğum gibi doğruldum. Yemek yemediğim için gözüm kararmıştı. Aslan'a tutundum.
—İyi misin, ne oldu?
Gözlerim kendine gelince konuştum.
—Ben çok acıktım. Sevişmek insanı acıktırır mı?
—Senin bu cahil hallerine bayılıyorum. Acıktırır tabi deli gibi hem de. Gel giyinmene yardım edeyim.
—Yok tamam geçti, kendim giyinirim.
Yine de yanımdan ayrılmadı. Sütyen kopçamı bağlarken baya oyalandı.
—Çıkarması daha kolaymış bunun.
—Çünkü bu günü kadar bir tek çıkarmışsın, ustalığını giydirmede de göstermelisin.
—Giyinik sevmiyorum. İlkel insan ben.
Üzerimi giyindikten sonra dağıttıklarımızı toparladık. Evden çıkmadan rahatça sıkı sıkı sarıldım Aslan'a. Sarılmak benim için sevginin en güzel göstergesiydi. Yüzlerce beni sevdiğini söylemesi, şu sarılmanın yerini tutamaz. Aşkın enerjisini bedeninden alabiliyorum. Aldığım o enerji bana güç veriyor. Bir de gülümsemiyor mu? İşte yaşamak için sebep. Mutluyum ben. Herkese, tüm olaylara inat mutluyum.
Eve girdiğimde direk mutfağa girdim. Ne yemek varsa hepsinden deli gibi yedim. Zannettiğimden çok daha fazla acıkmıştım. Sonrasında odama çıktım. Üzerimdeki Aslan'ın kokusuyla koltuğa oturdum ve mutluluğa dair bir şeyler karaladım. Kaybetmek istemediğim bu duyguya sıkıca sarıldım. İsteyen herkese dağıtırım ama benden çalmalarına izin veremem. O benim Mutluluğum!
Sizin için mutluluk nedir? Düşüncelerinizi merak ediyorum. Beğenilerinizi esirgemeyin.
İyi okumalar
ŞİMDİ OKUDUĞUN
İPOTEKLİ HAYAT
RomanceGERÇEK BİR YAŞAM ÖYKÜSÜNDEN ESİNLENİLMİŞTİR... Bu kalabalık cadde içinde şıp diye tanıdım seni, belli ki sen de unutmamışsın beni Sahi ne kadar zaman geçti birbirimizi görmeyeli Aylaaar yıllar geçti duymayalı sesini Oysa ne güzeldi eski lise günleri...