Ağır ağır eve doğru yürüyordum. Her adımda yüreğimden bir parça kopuyordu. Mutluluklarım o parçalarla dağılıp yok oluyordu. Oysaki ben geri dönüp koşmak, Aslan'a sarılıp tek yürek yaşamak istiyordum. Ama ayaklarım sadece ileriye doğru gidiyor.
Apartmana girdim, kimse beni bu saatte beklemiyordu. Barış'a söylediğim saati evdekilere de söylemiştim. O yüzden merdivene oturup ellerimi başımın arasına aldım. Kendimi evin atmosferine hazır hissetmiyordum. Ne kadar oturdum orada bilmiyorum ama beni yukarıya çıkartacak bir güce ihtiyacım vardı. Telefonum çalmaya başladı. Barış arıyordu. İşte başlıyoruz şimdi evin o kasvetine sokacak beni.
—Efendim.
—Eylem ne yaptın alandasın değil mi?
—Barış ben, geldim.
—Nasıl geldin?
—Bilet saatinde son dakika değişiklik yapıldı. Seçenek sundular saatler konusunda. Erken geldim işte.
—Neden haber vermedin?
—Her şey o kadar ani gelişti ki fırsatım olmadı, kusura bakma.
—Hiç inandırıcı gelmedi nedense.
—Sen bilirsin Barış. Bana inanman için seni zorlayamam.
—Neden böyle yapıyorsun Eylem, bir anlayabilsem seni. Çok özledim, ne zaman görüşeceğiz?
—Ben, bilemiyorum.
—Yarın pazar, birlikte kahvaltı yapalım.
—İlk günden evdekiler arıza çıkartmasınlar?
—Ben hallederim.
Ağzımın içinde "ona ne şüphe" diye mırıldandım.
—Efendim?
—Tamam Barış, şuan apartmandayım yukarıya çıkacağım. Ararım seni.
—Şu cümleyi kurup da aradığın hiç olmadı biliyor musun?
—Sahi mi, hiç farkında değilim. Görüşürüz.
—Görüşeceğiz!
Ayağa kalktım. Artık hazırım. Yukarıya çıkmaya başladım. Kapıya geldim. "Lütfen kapıyı annem açmasın, ne tepki vermem gerektiğini bilmiyorum, bir haftadır sesini bile duymadım. Sanırım oda ne tepki vereceğini bilmiyordur." Kapıyı çaldım. Kapı açıldı ve annem. O bana baktı, ben ona. Yüzüm gözüm nasıl görünüyordu bilmiyorum ama annemin gözlerinden mutluluk ışıkları geçtiğine yemin edebilirim. Hiçbir şey söylemedim. Bir eşikten girerken hoşgeldin diyen yoksa söylenecek bir söz de olmuyordu. Elimde valizim kürtçü dükkanına dönmüştüm.
—Kim geldi anne?
—Ben geldiiiimmmm
—Ooo Eylem, biz seni daha geç bekliyorduk.
—Bilet saatinde bir değişiklik oldu. Geldim işte
—E hoşgeldin o zaman. Gel öpeyim seni.
—Hoşbuldum sağol.
Ezgi elinden geldiğince dost canlısı davranmaya çalışıyordu. Bense hala ona şans verme konusunda kararsızdım.
—Eee nasıl geçti kurs?
—İyiydi, sınav zordu ama bilmiyorum sonuç ne olur.
—Yapmışsındır sen. İstanbul nasıldı, gezebildin mi?
—Yani kurstan kalan vakitlerde gezmeye çalıştım. Önemli sayılacak bir kaç yeri gördüm gibi. Ama o şehir gezmekle bitecek bir yer değil. Aklım kaldı bir çok yerinde.
E tabi gönlümde orda kaldı. Ama bu kısım içimde dile geldi.
—Olsun evlendikten sonra Barış'la gider geniş geniş gezersiniz.
Bu kısma verilecek en güzel cevap konuyu değişmektir.
—Siz ne yaptınız burada?
—Bir şey yok bildiğin gibi. Bir hafta içinde kimse bir adım ilerlemedi aynı monotonluğumuzlayız.
—Tahmin edebiliyorum. Ben odama çıkayım.Üzerimi değişeyim, duş alayım. Valizimi boşaltayım. Otururuz yine olur mu?
—Tamam.
Odama çıktım, yokluğumda şuanki ruhum gibi havasız kalmış bir oda. Hemen balkon kapısını açtım. Valizimi ortaya çekip boşaltmak için yere oturdum. Fermuarı açtığımda en üstte duran pembe gülü aldım. Yeniden burnuma getirip gözlerimi kapattığımda otel odasında o kahvaltı sonrasındaydık. Ben, gece boyu beni izleyen Aslan'ı dinliyorum. Aynı gülümseme yine yüzümde. Gülün hemen altında Aslan'ın en son giydiği tişört. Çaktırmadan attım valize. Kokusu üzerinde, yanında olduğunu başka türlü hissedemezdim. Ne zaman farkedecek merak ediyorum. Bir sonraki görüşmemize tişört hediye ederim ona. Bu bir süre bende kalacak.
Kirli çamaşırları kenara aldım. Her biri giydiğim günle beraber gözümde canlanıyordu. Tamamen boşalttığımda valizin içinden bir zarf ve beyaz tek bir gül çıktı. İşte sürprizlerle dolu bir Aslan. Gül elbiselerin altında olmaktan biraz ezilmişti. Ama kokusu tazeydi. Zarfın içinde ne yazmış olabileceğini deli gibi merak ettim. Zarfı ışığa tuttum içindekine zarar vermeden açacaktım. Tam o sırada Ezgi kapıyı tıklatıp içeriye daldı. Zarfı güllerle valize atıp fermuarı kapadım.
—Yardıma ihtiyacın var mı?
Valizi yatağımın altına iterken cevap verdim.
—Yok yaa yavaşça hallediyorum. Kirli sepetine atacağım bunları.
—Annem aç olup olmadığını merak ediyor? Ben de küslüğün ne kadar daha süreceğini?
—Aç değilim. Küslük konusunda da bir şey diyemiyorum. Küsen ben değilim.
—Ama küçük olan, evlat olan sensin. Senin adım atman gerekmez mi?
—Ben giderken bir eyvallah dedim de, annem ne giderken bir hoşçakal dedi, ne döndüğümde hoşgeldin. Bir anne evladına böyle katı olabilir mi?
—Hergün seni sordu hiç atlamadan, sabah ayrı akşam ayrı. Bana ayrı Esma ablama ayrı. Hatta Barış'a bile sordu.
—Bir kere de bana sorsaymış keşke! Ya da sormadığı iyi oldu boşver, söylediklerimin duyulduğu inancını kaybettim ben. Annem inanmak istedikleriyle muhattap olmuş.
—Aslında o da neden küstüğünü bilmiyor. Sadece sana kırılmış. Dolayısıyla senden bir adım gitse çözülür aslında.
—Ben de ona kırıldım Ezgi. İyi niyetini anladım ama bilmiyorum şimdi değil. Müsadenle duşa gireceğim.
—Tamam çay demleyeyim konuşuruz. Özledim seni.
—Tamam.
Ne çok özleyenim var benim. Ve ne çok anlamayanım. Zarf tamamen aklımdan çıktı. Kirli sepetini doldurdum. Ardından duşa girdim. Ellerimi duvara dayadım ve suyun usul usul başımdan aşağı akmasının rahatlatıcı etkisine kapıldım. Gözümün önünden gitmeyen anılarım kalbimi sıkıştırıyor. Neyin cezasını ödüyorum, kendimden başka kimseye bir sıkıntı vermedim. Kimin ahı, kimin vebali üzerime kaldı. Ben neden masalımın sonsuza kadar mutlu olmuşlar kısmına giremiyorum. Çok ağır gerçekten bu his.
Banyodan çıktım saat baya geç olmuştu. Acaba Ezgi gelecek mi? Üzerimi giyindim tam aşağı inecektim telefonumun sesiyle geri döndüm. Ekrana uzun süre baktım. Açmakla açmamak arasında debelendim. Neden arıyordu ki? Telefonu alıp balkona çıktım
—Murat abi hayırdır inşallah bu saatte?
—Sana inanamıyorum Eylem, onca söylediğim şey boşuna mıydı? Nasıl yaparsın sen bunu? Böyle bir kız mısın sen?
—Ben ne yapmışım anlayamadım?
—İstanbul'da Aslan'la birlikte olduğunuzu biliyorum.
Tuttuğum nefesi uzunca bıraktım.
—Eee ne olmuş?
—Ne mi olmuş? Nasıl bu kadar rahatsın? Sen nişanlısın, ni-şan-lı! Yakıştırdın mı bu durumu kendine? Basit kızlar gibi davranıyorsun. Böyle yaparak Aslan'ı fethedebileceğini mi sanıyorsun? En sonunda sırtını dönecek sana. Ve sen yine bana ağlayacaksın. Ama sana verecek bir omzum yok benim.
—Bitti mi söyleyeceklerin?
—Sana ne söylesem az!
—Ben sana bir şey sorabilir miyim?
—Sor.
—Sana ne? Seni neden bu kadar ilgilendiriyor? Basit bir kız gibiysem arama beni, Aslan sırtını dönecekmiş bana dönsün bundan sana ne?
—Aranız bozulunca bana geliyorsun.
—Senden destek göreceğimi düşünerek geldim evet, görüyorum ki hata etmişim. Epeydir de gelmiyorum zaten!
—Çünkü hala birliktesiniz bana ihtiyaç yok ki. Çok pişman olacaksın Eylem!
—Ben yaşadıklarımın sebeplerini de sonuçlarını da göğüslemeye hazırım. Avunmak için de görüyorum ki kendimden başkasına ihtiyacım yok. Zaten Aslan hayatımdan çıkarsa avunmaya da ihtiyacım yok. Çünkü o durumda dünyada beni avutacak bir söz yok! Yani demem o ki: geç aynanın karşısına kendinle oyalan. Şimdi kapatıyorum.
—Pişman olacaksın!
—İyi akşamlar.
Telefonu kapatıp masanın üzerine fırlattım. Neydi bu şimdi? Gerçekten neden bu duruma engel olmak için çabalıyordu. Ne vardı altında bunun? Bana, bize karşı geliştirdiği bu düşmanlık neden? En büyük destekçimizken şimdi bu durumu anlayamıyorum. Aklıma hep kötü kötü şeyler geliyor. Pişman olacaksın dedi, evdekilerden biriyle mi görüşüyor, ya da Barış'la? Söyler mi acaba? Off, nereden öğrendi ki? Aslan mı anlattı? Kahretsin ya. Neden ben yani, neden?
—Eylem, iyi misin?
—Ezgi geldin mi ben de sana bakacaktım.
—Yorgunsundur diye birer nescafe yaptım.
—Teşekkürler, otur hadi.
Ezgi otururken ben çantamdan onun için aldığım hediye ile geldim.
—Bu senin için?
—Aaa ne gerek vardı?
—Görünce aklıma sen geldin, yani biz geldi. Eski hallerimiz. Sen bana maziden bir hediye getirince ben de sana mazideki duygularımızı hediye etmek istedim.
—Merak ettim doğrusu.
Hızla paketi açtı. Pierre Lotiye çıkan sokaklarda gördüğüm takıcıdan almıştım. İçinde aynı salıncakta sallanan iki küçük kızın şekillendiği kolye ucu vardı.
—Bu çok sevimliymiş gerçekten. İkimizi mi simgeliyor.
—Ben öyle düşünerek aldım ama sen kim olmalarını istersen o olur. Yalnız sana değil anneme ve Esma ablama da aldım. Es geçemedim nedense.
—Onlara ne aldın?
—Aynı kolye. Basite kaçtım biraz ama ne alabilirdim ki.
—Düşünmen yeter kızım. Bakayım neyi simgeledin? Şeytan falan değildir umarım.
—Hahahah, hiç fena fikir değilmiş. Ama anneminki güneş, ablamınki yıldız. Işığını annemden alıyor malum.
—Yine kafanda bir anlam kurmuşsun.
—Hediye dediğin anlamlı olunca güzel.
—Kendine de anlamlı bir hediye seçmişsin. Yaklaş bakim.
Boynumdaki yoncayı kasdediyordu. Arkasında baş harflerimiz vardı.
—Dört yapraklı yonca işte bir espirisi yok.
—Tamam canım yemedim, arada takılırım.
Sadece gülümsedim. Boynumdan çıktığına şahit olursa takılır tabi.
—Neyse ben gideyim sen de yat erken kalkacaksın yarın.
—Neden?
—E Barış'la buluşmayacak mısın? Az evvel annem sanki onunla konuşuyordu.
Gözlerimi devirdim.
—Demekki buluşacakmışız. Teşekkür ederim kahve için.
—Ben de hediye için. İyi geceler
—Sana da.
Ahh Barış yaa.. Yine aramadım onu. Bari yatmadan arayayım da yarın daha az sitem eder belki.
—Selam ne haber?
—Hayret aradın, iyidir senden?
—Daha iyi günlerim olmuştu. Yarın görüşüyormuşuz öyle mi?
—Evet saat 10 uygun mu sana?
—Tamam. Nerde?
—Sahile inelim istersen hava güzel olacak.
—Farketmez.
—Eee özlemişler mi evdekiler seni?
—Evet özlemezler mi, eskimiş prangaları gösterdiler bana. Hemen de birini taktılar sağolsunlar.
—Neden alay ediyorsun.
—Annemle konuşmuyoruz, babamı görmedim beni tutacağı soru yağmurundan kaçtım, Ezgi de özledi herhalde ama onun da özlediği şeyler bir haftalık görüşmememizden çok daha başka.
—Nasıl yani?
—Yarın konuşsak?
—Tamam dinlen sen. Görüşürüz yarın sabah.
—İyi geceler
—İyi geceler birtanem.
Barış'ın varlığına nasıl katlanacağım. Önümü görmek istiyorum, bunun yanında göreceklerimden de korkuyorum. Yatağa yattım. Ama uyumak ne mümkün. Bir sağa döndüm bir sola. İnsan bir hafta da alışır mı yanında birisinin yatmasına. Acaba Aslan ne alemdeydi? Gerçi kesin uyumuştur o. Bir haftadır beni izlemekten uyumadı. Gülümsedim. Şapşal. Şimdi uykusuz geceler kısmı bana geçti. Göğsü olmadan, burnuma kokusu salınmadan zor. Sonra aklıma tişörtü geldi. Kalktım ve dolabımda gizlediğim yerden aldım. Yastığıma kılıf gibi geçirdim. İşte şimdi Aslan'ın koynundaydım. On dakika geçmeden uyuyakaldım.
Erkenden kalkıp hazırlanmaya başladım. O kadar isteksizdim ki. Ceza gibi geliyordu bu yaşadıklarım. Bindiğim dolmuşla mekana doğru gidiyordum. Aklımda tek bir isimle. Dün ayrıldığımızdan beri yazmadı. Aldık baştan. Sanırım yakalanmamam için yazmıyor. Bende rahatsız etmemek için yazmadım, oysaki Murat abi meselesi kafamı kurcalıyor. Gerçi sormak için müsait bir zamanım da olmadı Ezgi sağolsun biran yalnız bırakmadı. Aaaa mektup. Ben onu tamamen unuttum. Aklıma gelmesiyle merakım yeniden gün yüzüne çıktı. Geç kalmayacağımı bilsem geri dönüp onu alırdım. Şimdi yeniden sabretmek zorundayım. Dolmuştan indim hava gerçekten çok güzeldi. Sonbahar gelmek istemiyordu anlaşılan. Barış'ı açık alanda otururken gördüm. Beni görünce ayağa kalktı ve bir sevinçle bana sarıldı. Ben de formaliteden sırtını sıvazladım.
—Seni gerçekten çok özledim. Artık bir gün bile ayrı kalmak istemiyorum. Askerdeyken buna nasıl dayanacağım bilmiyorum.
—Çok yorulursun orada, beni düşünecek vaktin olmaz.
—Ben seni düşünmüyorum ki, seni yaşıyorum. Her ne işle meşgul olursam olayım hep aklımdasın.
—Siparişi verdin mi?
İstediği cevabı benden alamayınca biraz bozulur gibi oldu, ama devam etti.
—Evet verdim. Nasıl geçti İstanbul?
—Çok güzeldi, baya kafamı dağıttım.
—Belli belli beni arayamayacak kadar kafan dağınıktı. Üç günlük insanlarla gezdin durdun.
—Başlama yine.
—Beni neden bu kadar ihmal ediyorsun?
Ben cevap veremeden kahvaltı geldi. Garson masaya tabakları koyarken ne cevap vermem gerektiğini düşündüm durdum. Ama bulamadım. Garson uzaklaşınca soran gözleri yine bana kitledi. Bir cevap bekliyordu. Ben çantamdan bir paket çıkarıp Barış'a uzattım.
—Bu senin için.
Barış hiçbir şey söylemeden paketi eline aldı. Ve açtı.
—Nedir bu?
—Bir anahtarlık.
—Pusula?
—Evet, kendi yönünü bul, doğru adrese var diye.
—Benim yönüm sensin, evlenince tek adresim de sen olacaksın. Pusulaya ihtiyacım olduğunu düşünmüyorum. Ama düşünüp almışsın teşekkür ederim.
—Amma laf ettin, beğenmediysen çöpe at.
Uzanıp masadan elimi tuttu.
—Eylem, bana cevap verir misin?
Şimdi Barış sen de biliyorsun ki hayatımda birisi vardı. Ben onunla birlikte gittim İstanbula ve hayatımın en güzel günlerini geçirdim. Dolayısıyla seni aramaya fırsatım da isteğim de olmadı. Anladım ki benden sana ne yar olur ne de yaren. O yüzden bu düzeni bu şekilde devam ettirmeye karar verdim. Değerli vaktini benimle harcama. Sen de kendi yönünü bul artık. Kalbimden kulaklarıma gelen sesler bunlardı. Ama dilimden çıkanlar
—Çünkü toparlanmak için bu eğitimi bir fırsat bildim. Yalnız kalmak düşünmek istedim. Bir nevi kendimi resetledim. O yüzden aramadım. Bir sana özel değildi tutumum evdekileri de aramadım.
—Resetledin ve yeniden başlıyorsun. O zaman bundan sonra her şey güzel olacak değil mi?
Cevap vermek yerine başımı evet anlamında salladım.
Ailemi araya sokup hayatımı zindana cevirmeyeceğini bilsem kalbimi konuştururdum. Ama şimdi böyle bir ayrılıkta annem kesin askere gitmeden düğünü yapar! O yüzden sabret Eylem, oyalamaya devam herkesi.
—Sen neler yaptın?
—Pek bir şey yapmadım açıkçası. Hazırlanıyorum yavaştan. Malum önümüzdeki ay yolcuyum. Bu arada yarın akşam bizimkiler size gelmek istiyor. Düğün tarihini netleştirmek için.
—Neden acele ediliyor ki, bi askere git gel bakalım, konuşuruz.
—Hayatım salon kiralanacak, geç bir zamana kalmayalım. Sonra yer bulamayız.
—Bulunur canım neden bulunmasın. Onca salon var.
Evlilik konusu açılınca bir panik havası gezindi içimde. Neye nasıl cevap vereceğimi bilemedim. Çaktırmadan işi nasıl uzatabilirdim. Offf
—Sen gelmemizi mi istemiyorsun?
—Yok canım ne ilgisi var gelin tabiki, anneme haber vermeniz yeterli.
—Annem aradı zaten merak etme. Düğünümüz hemen olsun istiyorum. Biran önce kavuşalım ama değil mi?
Uzanıp elimi tuttu. Ben de buruk bir gülümseme.
—Haaa çoktan karar alındı yani. Ben de ilk bana soruyorsun sandım aptall gibi.
—Bu arada annem kızını özlemiş, ben neyse de, onu ihmal etme olur mu? Arada bir ara, hal hatır sor, böyle şeyler onu mutlu eder. Ben gidince de lütfen.
—Annene bu kadar düşkün olduğunu bilmiyordum. İlk defa ağzından böyle şeyler duyuyorum.
—Eylem bu süreçte çok değiştiler. Annem de babam da, artık üzerime titriyorlar. Ben de eskiye dair her şeyi unutup onlara bir şans vermek istiyorum.
—O şans da bana vurdu ne güzel!
—Rahatsız mı oldun, anlamadım?
—Tamam sen eskiyi unutabilirsin ama ben unutamam. Omzumda ağladığın zamanlar o kadar çok ki. Tüm birlikteliğimiz de ben onları dinledim! Hayatımı seni onların elinden kurtaracağım zihniyetiyle geçti. Nasıl unutursun?
—Bunlar benim ailem, atamam. Ve hayatımda ilk kez karşılaştığım bu mutluluğu da yok sayamam. Tadını çıkarmak istiyorum.
—Çok iyi ya. Benim çektiklerimi de unutuyorsun şu durumda! İyiymiş valla.
—Senden çok şey istemiyorum. Azıcık ilgi, onlar zaten seni çok seviyorlar.
—Bilemiyorum Barış, hiç alışık olmadığım bir şey. Elimden geleni yaparım. Ama daha fazlasını zorlama nolur.
—Tamam zamanla bir düzen oturturuz nasılsa. Ama görsen annem öyle heyecanlı ki. Hergün bir şeyler alıyor sana.
—Bana mı?
—Evet, çeyiz olarak yani.
—Ne gerek varmış. Benim çeyizim mi yok. Annen niye alıyor?
—Çünkü heves ediyor Eylem.
—Almasın bir şey istemiyorum.
—Ne oluyor sana Eylem? Sadece sana diye düşünme. Sonuçta evlendikten sonra beraber yaşayacağız bana da almış oluyor yani.
—Off tamam Allah aşkına kapat bu konuyu.
—Tamam. Gelir bakarsın aldıklarına, beğenmediğini değiştiririz.
—Konu beğenme değil. Neyse boşver ya.
Konu aynı heyecanı paylaşamıyor olmak, konu seni istemediğim için aileni de istemiyor olmak, konu şuan bunları konuşmanın bana verdiği stres.
—Eylem telefonun çalıyor.
Çantamdan telefonu çıkardım. Aslan arıyor. Sabah sabah hayırdır inşallah.
—Okuldan arkadaşım, ben konuşup geliyorum.
—Benden mi çekiniyorsun.
—Yok da, rahatsız olma diye.
—Aç canım ne rahatsızlığı.
—Neyse o zaman müsait bir zamanda ararım onu. Keyfimiz bozulmasın.
—Aç Eylem, Allah Allah.
—Tamam.
Korka korka telefonu açtım. Hoparlör sesini kıstım. Kulağımda da olsa bir erkek sesi gelmesin diye.
—Efendim canım.
—Güzelim ne yapıyorsun?
—Eee şey ben dışardayım.
—Sabah sabah hayırdır?
—Kahvaltı yapıyorum.
—Kiminle?
—Sen hayırdır?
—Kiminle? Barış'la di mi?
—Hı hıı...
—Konuşamıyorsun. Bakıyorum hiç vakit kaybetmemişsin hemen ertesi gün ona koşmuşsun. Sikecem böyle işi ama. Bak dalgana tamam.
Telefon çat diye kapandı. Kalbimi elinde sıkıştırıp çöp gibi fırlattı. Yine bana çaresizlik kaldı. Geri arasam arayamam, aramazsam bu durum beni tüketecek, off!! Suratıma kapandığı anlaşılmasın diye zorla konuşarak normal bir kapanış yaptım.
—Tamam canım ben daha sonra seni ararım. Hoşçakal.
Barış meraklı gözlerle bana baktı.
—Ne oldu?
—Yok bir şey. Gereksiz kızsal dedikodular. Ama senle olduğumu anlayınca kapattı.
—Anladım, Eylem?
—Efendim?
Aklım fikrim kalbim Aslan'daydı. Kırıldı yine, üzüldü benim yüzümden. 'Hiç vakit kaybetmemişsin' ne demek ya. Neye inandırıyor kendini. Nasıl böyle bir cümle kurabiliyor. Ne kadar isteksiz olduğumu hissetmesi lazım. Oofff! keşke hiç açmasaydım telefonu.
—Huu Eylem sana söylüyorum.
—Dalmışım pardon. Ne diyordun?
—Kahvaltıdan sonra bize gidelim mi?
—Neden? Alınan çeyizleri göstermek için mi?
—Yok yok, evde kimse yok. O bakımdan dedim.
—Hava çok güzel ne gerek var eve tıkılmaya ama. Zaten kalkarım ben birazdan. Babamı görmedim doğru düzgün. Bugün biraz onlarla vakit geçirsem iyi olur.
—Akşama görürsün babanı, hazır evde kimse yok işte bu fırsatı değerlendirelim.
—Nasıl bir değerlendirme bekliyorsun benden?
—Başbaşa kalmış oluruz.
—Şuanda da başbaşayız Barış. Kimse yok başımızda.
—Eylem ne demek istediğimi anladın neden zorluyorsun.
—Keşke sen de benim ne yapmak istediğimi anlasaydın.
—Tamam anladım istemiyorsun. Ama sorsan benden kaçmıyorsun. Madem toparlandın geldin ne bu tepki hala?
—Koynuna girmek için toparlanmadım.
—Er ya da geç olmayacak mı zaten.
—Sen er kısmını istiyorsun, ben geç kısmını bekliyorum. Vaktini bekle olur mu?
—İyi de ben tamamen olmasından söz etmiyorum ki, elini bile tutamıyorum.
—Tutuyorsun ya, bak kaç kez uzandın elime, çektim mi?
—Çekmedin sağol ama doğal karşılamayacak kadar aklında kalmış.
—Oooofff lütfen üzerime gelme bu konularda. Lütfen!
—Onu şimdi konuşmayalım, buna sonra bakarız, üzerime gelme, bilmem, belki, hayır! Sürekli bir erteleme hali, oyalama şekli. Nereye kadar sürecek bu? Karıma dokunamıyorum, artık onu da geçtik konuşamıyoruz bile!
Barış hayal kırıklığı ile konuşuyordu benimle. Kendisini karısı olduğum fikrine nasıl bu kadar çabuk alıştırabiliyordu hayret ettim. Ben ona vaadlerde bulunamam. Söylediği aşık kız rolünü yapamam. İçimden gelmiyor. Ona benden olmaz dediğimde anlamalıydı. Şimdi olmayacak olanı yaşamaya çalışıyor. Çok gitmez diye tahmin ediyorum, yani eminim böyle biriyle evlenmek istemeyecektir. Yani umarım?
—Bir şey söylemeyecek misin Eylem?
—Hayır, söyleyecek bir şeyim yok, kalkalım mı?
—Sus bakalım nereye kadar susacaksın, kalkalım..
Sinirlenmişti, hep şuanki davranışımın nedenini soruyordu. Gerçekte ne istediğimi sormuyordu, çünkü alacak olduğu cevaptan korkuyordu. Ben de yaşanacaklardan korkup susuyorum, el mahkum madem bu diyardayız bu deveyi de paşa paşa güdeceğiz.
Eve geldiğimde babam engeline takıldım ve bir saat kadar birlikte oturup ona yarım yamalak gezdiğim İstanbul'u anlattım. Aklım hep Aslan'daydı. Biran önce onu aramak istiyordum. Durumu açıklamak. Ne diyeceksem artık! O kadar huzursuzum ki, iç sıkıntım geçen her dakika büyüdü durdu. Babam beni azad edip odama çıktığımda hemen telefona sarıldım. Ancak kaç kez aradıysam telefonuma cevap vermedi. O cevap vermedikçe ben kahroldum. Ben kahroldukça yıkmak dökmek parçalamak istedim. Evden kaçıp kapısına dayanma isteğim volkan gibi içimde patlıyordu. Kendimi frenleyemiyordum. Odanın içerisinde bir o yana bir bu yana dolandım durdum. Cansu'yu aradım.
—Cansum bana bir şey söyle ne olur?
—Ne gibi canım?
—Aslan bugün beni aradı, Barış'la beraberdim. Hiç vakit kaybetmemişsin dedi ve telefonu yüzüme kapadı. Şimdi de ulaşamıyorum ona.
—Sanırım seni uyarmak için aramıştı.
—Ne uyarısı?
—Şu bir tane kuzeni var ya. Abi diyor ona. Neydi adı....
—Murat Abi?
—Hah o. Sizin birlikte olduğunuzu mu ne öğrenmiş, Aslan'a çıkışmış biraz. Seni de arar diye korkmuş seni uyarmak istemiş. Akşam arayacakmış ama müsait olmazsın diye çekinmiş.
—Murat abi nerden öğrenmiş bunu?
—Aslan akşam Yaman'la konuştu telefonda. Konuşmalarını duymuş.
—Senin...
—Bugün Aslan beni aradı ve evet biraz sinirliydi. Yatıştırmaya çalıştım. Yeniden seni araması için de ikna ettiğimi sanıyordum.
—Murat abi beni dün gece aradı.
—Aaa hadi canım. Ya ben anlamadım nedir bu adamın sizinle sıkıntısı?
—Bilmiyorum Cansum. Ama tehdit eder gibi bana pişman olacaksın dedi durdu. Ben de Aslan'ı arayıp işin aslını öğrenmek çok istedim ama rahatsız etmek istemedim. Zaten kız kardeşim yanımdaydı hep.
—Bacım sen kimin tavuğuna kışt dedin. Neden bunca dert?
—Bilmiyorum Cansu. Bugün Barış'la da ayrı uğraştım. Ben o kadar çok karıştım ki bir yanım olabildiğince huzursuz ve yorgun, diğer yanımsa hayallerin, mucizelerin gerçek olabileceğine inanıyor. Ve ben bu ikisi arasında eziliyorum.
—Ahh Canım ya. Yarın Yaman işteyken gelsene bana. Konuşuruz biraz.
—Yarın akşam düğün tarihine karar verilmesi adına aileler bir araya gelecek. Okuldan sonra hemen eve gelmeliyim.
Tam o sırada kapı tıklandı ve annem elinde iki Türk kahvesiyle odama girdi. Ben şaşkın bakışlarımı ona doğrultum ve ne dediğini anlamadığım Cansu'yu susturdum.
—Cansucum ben seni sonra tekrar ararım. Ben arkadaşa ulaşamadım, ulaşırsan söyle beni arasın. Gereken notları ben ona veririm.
—Anlaşıldı tamam. İyi akşamlar
—Sana da.
İçine düştüğüm durumu düşünmeye fırsat bulamadan üzerine bir yenisi geliyor. Ne kadar hareketli bir yaşantı! Bakalım aylar üstüne gelen anne ziyaretinden hangi anlamlar çıkacak.
—Biliyorum kahve pek sevmiyorsun ama, hatırı çok.
—Çiğ tavuk yiyorlar hatır için kahve onun yanında pek içilesi bir şey.
Balkona geçip masaya tepsiyi bıraktı. Sandalyeye oturdu. Bende geçip karşısına oturdum. Kahvemi önüme çektim. Sokağı izleyerek sessizce bekliyordu. Ne söyleyecek, konuya nerden girecek acaba diye beklerken kahvemden bir yudum aldım. Acı kahve karşısında yüzümü buruşturdum.
—Acı mı geldi?
—Biraz.
—İstersen içme.
—Getirmişsin o kadar, hatrın için içerim.
—Ben de bazı acılara öyle katlanıyorum, hatır için, evlat için, daha güzel günlerin geleceğine inandığım için.
—Ben mi sana acı çektiriyorum?
—Ben de babanla evlenmek istememiştim. Beğenmemiştim onu. Teyzenle konuşurken deden duydu beni ve istemiyorsan olmaz bu iş dedi. Utandım karşısında evet istemiyorum demeye. Öyle yetiştirildik çünkü, babalarla böyle konular konuşulmazdı. Şimdi bakıyorum da ailenin en iyi adamını ben almışım. Haa babandan daha iyi erkekler yok mu var, daha yakışıklısı yok mu var, babanda olmasını istediğim özellikler yok mu var? Ama babandan daha kötüleri de var. Her zaman eşinin var olan güzelliklerini görüp onlara sarılacaksın ki mutlu olasın. Gözün dışardakilerde değil, yanındakinin güzelliğinde olmalı. Barış saygılı efendi bir çocuk, seni çok sevdiği de aşikar. Bunca sene, o kadar karşı çıkmamıza rağmen sen de direndin onunla olmak için. Yıllarca yanlış insana tutulmuş olacağına inanmıyorum. Tekdüze giden hayatında değişiklikler oldu, özgüvenini yerine getirecek statün ve kazancın oldu. Üzerine hiç almadığın bu özgüven senin hatalar yapmana sebep oldu. Bazı hatalar insana çok tatlı gelir. Ama hata sonuçta doğrusunu görünce sadece pişmanlık kalır. Eylem, sen bu güne kadar beni hiç üzmedin. Hep sessiz sakin kendi halinde bir kızdın. Okulunu okudun meslek sahibi oldun, beni her zaman gururlandırdın. Bir şeyleri düşünebilecek yaşa geldin, eminim şimdiden sonra da boynumu bükmeyeceksin. Ben kırgınlıklarımı gençliğine verip siliyorum. Sen de artık büyüdüğünü farket olur mu?
Annem konuşurken ben ne düşüneceğimi şaşırdım. İçtiğim kahve duyduklarım karşısında tatlı gelmeye başladı. Barış'la devam et, hatandan vazgeç, boynumu bükme dedi. Beni gururlandır diyor. Kendisi öyle yapmış. Vicdan muhasebesi yaptırıyor bana. Her konuşmasında onu üzmemem gerektiği, mutlu etmek için ona istediğini vermem gerektiği kalıyor içimde. Ama aşk? Aşk bir hata olabilir mi? Aşk bastırılabilir mi? Aştan insan pişmanlık duyabilir mi? Eğer duyuluyorsa bu gerçekten aşk mıdır?
Bir insan sevmediği birinin nasıl güzelliklerini görmeye çalışır. Barış ağzıyla kuş tutsa bana yaranabilir mi? İçimdeki ona karşı olan duygular annemin istediği noktaya gelir mi? Sırf ailemi mutlu etmek için, asla mutlu olamayacağımı bile bile böyle bir lades yapılır mı? Üç beş günlük bir olay değil ki, bir ömür!
Bir şeyleri düşünecek kadar büyüdün diyor. Aldığım karara hata gözüyle bakıyor. Bu nasıl bir çelişki? Bana bakarak benden bir cevap bekliyor. Ne diyebilirim ki? Bir kez içimdekileri döktüm karşımda ağladı, sonucu aylar üstüne bu duyduklarım. Yine aynılarını söylesem, ben de değişen hiçbir şey olmadığını belirtsem ne olacak? Bu evdeki hayatımı zindana çevirmiş olacağım. Sussam kabul etsem. Söylediği gibi biri olsam. Barış'la mutlu olabilir miyim? Aslan'ı hayatımdan tamamen çıkarabilir miyim? Düşüncesi bile kalbimi sıkıştırıyor. Ben hergün onlarca acı kahve içerim ama bu acıyı yaşayamam.
Elimdeki fincana bakarak konuştum.
—Seninle yaptığım konuşmadan sonra hatalarımı silip attım. Bana çok uzak artık. Şimdi sadece Barış var.
—Doğru olan da bu. İlaçlarını içiyor musun?
—Hayır, İstanbul'a giderken götürmedim. Onlara ihtiyacım yok.
—Tamam nasıl istersen. Yarın oyalanma olur mu, okuldan sonra hemen eve gel. Hazırlıklara yardım et. Artık mutfağa girip yemek işini öğrenmen gerek.
Kahveleri tepsiye koydu. Ayağa kalktı. Tam gitmeye hazırlanıyorken aklıma aldığım kolye geldi.
—Aaa anne bir dakika.
Kalkıp odama girdim çekmeceye koyduğum hediye paketini alıp anneme uzattım.
—Çok büyük bir şey değil ama bunu senin için almıştım.
—Hala beni düşünüyor olman bana yeter. Güzel bir kolye. Yarın akşam takarım. Teşekkür ederim.
Beklemediğim bir anda bana sarıldı. Ben de anneme sarıldım. En son ne zaman annemle böyle sarılmıştık bilmiyorum. Gözümden sessizce süzülen bir damla yaşı omzuna bıraktım. Annem benim omuzlarıma kocaman bir sorumluluk bıraktı bense minik bir damla.
—Hadi bakalım, kalk yat, erken kalkacaksın yarın. İyi uykular
—Sana da.
Annem gidince vicdanımın ağırlığıyla olduğum yerde oturdum. Barış'la oyanalanıp Aslan'la devam edecektim. Zamanla her şey istediğim gibi olacaktı. Peki bu sürede Barış'la olan görüşmelerimde Aslan bana böyle davranırsa, annem bana böyle vicdan yaptırırsa, hangi zaman bana Aslan'ı getirecek? Kendimi olmayacak bir düşe kaptırıyor gibiyim. Anne sözü dinlemeliyim belkide. Yoksa yine hayal kırıklığım büyük olacak...
Gözüm yatağın altındaki valize takıldı. Uzanıp çıkardım. İçinden gülleri ve zarfı alıp valizi yerine koydum. Güller bana benziyordu. Nefes alamamış ve bitkin düşmüşlerdi. Hemen kitaplığımdaki kalın kitaplardan birisinin arasına koydum onları. Zarfı özenle açıp yatağıma oturdum. Tam belkilerle dolu bu kafamda okuduklarımla sil baştan karıştım. Okudum Ağladım, daha çok okudum daha çok ağladım, tekrar tekrar okudum ağladım...Evet malesef kasvetli günlere geri döndük.
Beğeni ve yorumlarınızı unutmayın.
İyi okumalar ☺️
ŞİMDİ OKUDUĞUN
İPOTEKLİ HAYAT
RomanceGERÇEK BİR YAŞAM ÖYKÜSÜNDEN ESİNLENİLMİŞTİR... Bu kalabalık cadde içinde şıp diye tanıdım seni, belli ki sen de unutmamışsın beni Sahi ne kadar zaman geçti birbirimizi görmeyeli Aylaaar yıllar geçti duymayalı sesini Oysa ne güzeldi eski lise günleri...