Sabah başım ağrıyarak uyandım. Ne kadar düşünsem de işin içinden çıkamadım. Doğru düzgün bir çıkar yol bulamadım. Annemin soracağı hesabın sıkıntısı baştan aşağı sarmıştı beni. Bunun bir bedeli olarak da baş ağrısı çekiyordum. Berbat bir haftasonu geçirmiştim. Şimdi yeni bir güne başlama zamanıydı. Evet Aslan benimleydi ama hala umutlanamıyordum. Çünkü bunun için çok fazla sebebim vardı. Okula gitmek için hazırlandım. Merdivenlerden inip mutfağa yöneldim. Ağrı kesici bulmak için dolabı karıştırıyordum ki annem çıkageldi. Normalde bu saatlerde kalkmazdı, ama şu ara normal olan şeylere daha çok şaşırıyordum. İlacı elime aldım bir bardak su ile mideme indirdim. Kahvaltıya uzanmadan ceketimi giyip kapıya doğru ilerledim. Peşimden geldi. Bir şeyler diyeceği aşikardı, boşuna kalkmış olamazdı. Ayakkabımı giyerken konuşmaya başladı.
—Akşam tam 4.30 da evde olacaksın. Bir dakika öteye geçmeyecek.
Diktatör hayatı başlamıştı. Bana hiç yabancı gelmeyen bir hayat. Lise de Barış'la çıktığımı öğrendiğinde de aynısını yapmıştı. Ben değiştim ama annem hiç değişmemişti!
—Servisi ben kullanmıyorum!
—Ben söyleyeceğimi söyledim, saçma sapan bir hareket daha yapma. Akşama eve gelince görüşeceğiz.
Cevap vermedim, başımı salladım ve merdivenlerden inmeye başladım. Servis beklediğim yere doğru hızlı adımlarla ilerliyordum. Kafamda tek soru dönüp duruyordu. Daha benimle ne konuşacak? Kararımı anlamadı mı? Neyi zorlayacak ki, canımı mı alacak? Hoş Aslan'ı benden koparmaya çalışarak bunu yapıyordu. Okula giderken bütün bir yol boyunca annemi nasıl
İkna ederim diye çeşitli cümleler kurdum kaldırdım. Kurduğum tüm cümleleri anneme bırakmadan bertaraf ediyordum. Hangisinin daha etkileyici, hangisinin daha gerçek olduğuna karar vermek gerçekten zordu. Yeni cevaplar bulmak zorundaydım, Doğruları anlatmanın annem üzerinde hiçbir etkisi olmayacağını biliyordum. Çünkü Barış bana gösterdiğinin çok aksi bir yüzünü aileme gösteriyordu. Ve ben onların gözünde iki erkeği idare eden biriydim. Aslında teknik olarak öyle, ama yürek de tek bir kişi vardı.
Okula gittiğimde bir zaman sonra ilacın etkisi yok oldu. Baş ağrısı kafamı ayakta tutamayacağım kadar kötü yaptı beni. Masama oturup iki elimle şakaklarıma masaj yapıp kendimi rahatlatmaya çalıştım. Boşa uğraştığımı biliyorum, stresim geçmeden bu ağrılar son bulmayacaktı. Ama çaresizdim, ne stresimi bitirmeye ne de ağrılarımı, kusmalarımı engellemeye gücüm vardı. Ama bildiğim etkili bir ilaç vardı. Şimdi ona gitmek istiyordum. Ayağa kalktım. Biranda kalkmamla gözüm karardı. Tam o sırada sınıfımın kapısı açıldı, başını kapıya çevirsemde hiçbir şey göremiyordum. Yüzümde nasıl bir ifade vardı bilemiyorum ama kapıyı açan kişi yanıma geldi
—Hocam iyi misin?
Başımı evet anlamında salladım, kendime gelmiştim. Sıradan bir tebessümle yanıtladım
—Gözüm karardı biranda. Ağrı kesiciniz var mı?
—Hocam bembeyaz olmuşsunuz ağrı kesiciyle toparlayabilecek misiniz?
—Bilmiyorum, günü kurtarırım belki.
—Bu halinizin kimseye bir faydası yok. İzin alalım da gidin siz.
—Biliyor musun, çok iyi olur aslında.
Müdür Bey ikiletmeden izin verdi. Ben de okuldan yola çıktım. Tabi ki ilacıma doğru. 1,5 saatlik yolu uyuyarak geçirdim ve gerçekten iyi geldi. Şimdi ruhumun gıdasını almalıydım. Aslan ile ilklerimi yaşadığım eve geldim. Kapıyı hafifçe tıkırdattım. Anında açıldı. Karşımda gördüğüm anda anı dondurma isteğim yerleşti içime. Beni bekliyordu orda. Benim gibi şifasını arıyordu. Birbirine susamış bedenlerde, hasretle sarıldık. Birbirimizi tamamlıyorduk. Atan kalbimiz şimdi hem bedeni hem ruhu arındırıyor, huzur buluyordum. Sevgisiyle sarmalanıyordum. Gülüşü bir kalkan gibi yerleşiyordu gözüme. İçim aşkla doluyordu. İçeri odaya girdik. Koltuğun üzerinde bağdaş kurup ona dönük oturdum.
—Nasılsın Aslan?
—Korkuyorum. Hayatımda ilk defa korkuyorum ve bu korkuyu yenebilecek hiçbir şey yapamıyorum.
—Neyden korkuyorsun?
—Seni kaybetmekten.
Duyduğum cümleyle içime bir taş oturdu. Çünkü benim de tek korkum buydu. Bu korku mantıklı olmamı, düşünmemi engelliyordu. Bu korkuyla saçmalayıp daha çok batıyor, kabuğuma çekiliyordum. Yüzünü avuçlarımın arasına aldım. Gözlerimi gözlerine diktim. Gözleri dolmuştu, dokunsalar ağlayacak denen o noktadaydı. Ama dokunamazdım. Onun karşımda ağlaması demek benim bir daha asla toparlanamamam demekti. O yüzden dudaklarımı dudaklarına bastırdım. Önce tepkisiz kaldı. İçindekileri toparlamaya çalıştığını biliyordum. Hiç konuşmadan öpmeye devam ettim. Dudaklarından boynuna geçtim. Ellerim saçlarına dalmıştı. Boynundan tekrar dudaklarına geçtim. Daha şehvetli öptüm çünkü onu istiyordum. Her şeyden çok... Aslan omuzlarımdan tutarak beni durdurdu. Biran beni istemediğini düşündüm. Yüzüne baktı, hafifçe gülümser gibi oldu sonra tekrar sıkıca sarıldı. Bir kaç dakika öylece kaldık. Ardından kollarını gevşetip bana baktı. Sonra da uzanıp üzerimdekileri çıkardı. Ben de onu soyuyordum. Koltuğa doğru uzatırken beni öpülmedik nokta bırakmıyordu. Kurduğu son cümleden sonra aramızda tek kelime geçmemişti. Çünkü ona korkma diyecek güçte değildim. Oda bunun farkındaydı ki şimdi ağzımızdan çıkan tek şey inlemelerimiz oluyordu. Hiç acele etmiyordu, olabildiğince ağırdan alıyorduk. Sanki bir daha görüşmeyecekmişiz gibi son kez sevişiyor gibi, ömrümüze yayıyorduk. Dudaklarıyla kabarttığı göğüs uçlarımı, parmaklarıyla giriş çıkış yaparak iyice sulandırdığı kuytum takip ediyordu. Onun altında terleyip inlerken dünyanın en doğal hissine can veriyorduk. Bacaklarıma değen kabaran organını elime aldım. Okşarken gözlerinde okuduğum zevkte yüzmeye başlıyordum. Benim olanı istemek, benim olana teslim olmak ne kolay. Birbirini tanımak, sevdiği noktalara dokunmak, acıtmadan hep dahasını isteyerek ilerlemek... iki yana açılmış bacaklarımın arasına yerleşirken boğazımda bir düğüm oluştu. Her gidip gelişinde düğüm büyüdü. Bacaklarımı kalçasına, kollarımı boynuna sardım. Sertçe içimde oluşturduğu vurgunda daha da inliyordum. Terlemiştik. O kadar uzun süre aynı pozisyonda kaldık ki. Ama boşalmak üzereydim. İçimde yükselen his gözlerimde yaş olarak yanaklarımdan kulaklarıma doğru sessizce aktı. Benimle aynı anda boşalan Aslan yüzüme bakıp gözyaşlarımdan öptü beni. Oluşan duygu yoğunluğumla konuştum,
—Aslan, sen benim başıma gelen en güzel şeysin.
—Sen beni başına sardığında böyle güzelleştim. Sensiz kocaman bir hiçim.
Gögsünde yatarak Aslan'a sarıldım. Sessizce anlaşıyorduk. Konuşursak birileri bizi duyacak da ayıracakmış gibi ağzımızı açmıyorduk. Ama işin gerçeği söylenecek sözümüz yoktu. Birbirimize verecek vaadlerimiz yoktu. Bir saat sonra ne olacağını bilmeden sadece sevgimize teslim oluyorduk. İçinde bulunduğumuz anı yaşıyorduk. Onun sıcağında onun koynundaydım gerisi fasa fiso.
Başımı kaldırıp telefondan saate baktım. 15.35 gösteriyordu. Demek ki daha zamanım vardı. Aslan'a baktım. Gözleri kapalıydı.
—Aşkım?
—Hııı
—Yine yapalım mı?
Gözlerini açtı, sırıtmaya başladı.
—Hayırdır? Zaman bol mu geldi?
—Burdan eve 15 dakikada giderim. Şu durumda 40 dakikam daha var. Yetmez mi?
Cümlem biter bitmez beni koltuğa devirip üzerime çıktı.
—Sen ne diyorsun, 40 dakika da uçururum seni.
Göğsünden itip koltuğa oturttum ve bende bacaklarımı iki yana açarak kucağına yerleştim. Dudağına küçük küçük öpücükler kondurarak, aralarında konuştum.
—Kanatlarım kırılalı çok oldu bayım, uçmayı benim aklıma sokma...
—Birlikte uçacaktık ama olsun ben seni kırık kanatlarınla taşırım.
—Ama sen kuş değilsin ki, sen benim uçsuz bucaksız gökyüzümsün. Ben orda özgürce uçuyordum. Şimdi ise...
—Ne oldu şimdi?
—Çakıldım...
Aslan durup gözlerimin içine baktı.
—Eylem ben hala buradayım, bana yalandan onunla görüşmüyorum demiş olmana rağmen seninleyim. Çünkü seni seviyorum, çünkü sevgine inanıyorum. Elimden gelen bu kadarı. Senin kanatlarını kıran durum her neyse onunla başedecek olan da sensin. Benim inancımı boşa çıkarma. Beni hayal kırıklığına uğratma. Lütfen...
—Haklısın. Sadece aileme karşı gelmekte zorlanıyorum.
Yüzüm asılmıştı, çünkü gerçekten haklıydı. Yaptıklarıma rağmen yanımdaydı, aşkını bana her durumda ispat etti. Sıra bendeydi.. Bu akşam göstereceğim bende...
—Güzelim zaman ilerliyor, hadiiiii
Öyle söyleyince ben de beklemedim dizlerim üzerinde doğrulup organını içime yerleştirerek tekrar kucağına oturdum. Biranda yaşadığım hazla başımı geri doğru attım. Ve öne çıkan göğüslerim Aslan'a davet çıkardı. Dudakları arasına aldığı göğüs uçlarımla beni daha fazla inletiyordu. Ufak ufak oturup kalkıyordum. Başını kaldırıp dudaklarını dudaklarıma dayadım. Az evvelki sevişmemizde duygusal olarak çok yoğundum, şimdi daha arzulu daha şehvetliyim. Aslan kollarını belime sarıp ayağa kalktı. Ben de bacaklarımı beline dolamak zorunda kaldım.
—Ne yapıyorsun?
—Şşşşş bunu hep yapmak istemişimdir.
Bedenimi kapının yanındaki duvara dayadı. Ve benimle sevişmeye öyle devam etti.
—Ama beni taşımak zorunda kalıyorsun. Yorulursun.
—Aşkım, sessiz ol..
Sırtımı yasladığım duvarı, Boynuma dayadığı dudaklarını, kalçalarımdan beni tutan ellerini, içimdeki git gelleri hissediyordum. Bedeninden yayılan kokusu üzerime sindikçe mutlu oluyordum. Aslan hızlanmıştı. Ben de düşmemek için daha sıkı sarılmıştım. Adımı söyleyerek boşalması beni mest etmişti. Nefes nefese kalmıştı. Ayaklarım yere bastıktan sonra konuştu.
—Eylem, korunmamışız..
istemsiz başımı eğip aşağı baktım. Bacaklarımdan akıyordu. Hemen tuvalete gidip kendimi yıkadım. Ben kendimle uğraşırken Aslan'da kapıy yaslanmış beni izliyordu. Hiç iğrenmeden bu hallerime tanıklık ediyor olması saçma bir şekilde hoşuma gidiyordu.
—İlaç alman gerekecek.
—Yine mi? Ama bedensel düzenimi çok bozuyor.
—Hayatımızın düzenini bozmasından iyidir. Bir ay daha düzenin bozuk olsun ne olacak.
—Tamam. Alırım.
—Unutma ama!
—Yarın bu saatlerde ancak. Okuldan çıktıktan sonra.
—Şimdi neden almıyorsun?
—Yol üstünde ezcane yok, yolumu uzatmaya da zamanım yok. Arabayla mı geldin?
—Kahretsin hayır. Böyle şeyleri bekletmeyi sevmiyorum. Aklım kalıyor.
—72 saat demiştin. 4 gün ediyor. Ben sana yarın diyorum. Aklın kalmasın.
Apar topar Üzerimizi giydik. Evden çıkmadan tekrar sıkıca sarıldık. Ve koşar adım eve doğru yol aldım. Karanlık bir girdaba giriyor gibiydim. Kapıya geldim saat 16.40 idi. 10 dakikalık gecikmem vardı ama herhalde bişi demezdi. Derin nefes aldım beni bekleyen sorunlara kapıyı çaldım.
Annem kapıyı açtı. Hiçbir şey demedi. Ben de sessizce içeriye girdim. Odama doğru bir basamak çıkmıştım ki seslendi,
—Oyalanma,üzerini çıkar gel.
Cevap vermedim. Bir üst değişme ne kadar uzatılabilirse o kadar uzatmaya çalıştım. Sonra ağır ağır basamaklardan indim. Mutfağa girdim üçlü koalisyon toplanmış, bütün gün konuşarak hakkımda aldıkları kararları açıklayacaklardı. Yaptığı disiplinsizlik suçuyla kuruldan çıkacak kararı bekleyen suçlu gibi duruyordum karşılarında. Annem açılışı yaptı
—Eylem sen dün söylediklerimi anlamadın mı? Ne etmeye o orospu çocuğunu düğüne getirtiyorsun?
Anneme yakıştıramadığım, Aslan'a söylemesine dayanamadığım küfrü içime oturdu. Kulaklarımı tıkamaya, susmaya çalıştım. Ama annem devam etti.
—Ne yapmaya çalışıyorsun? İstemiyorum dedim duymuyor musun? Barış ile evleneceksin. O çocukla görüşmeyeceksin. Ben ölürüm de seni ona vermem! Boşa hayal kurma.
Başımı kaldırdım anneme baktım.
—Neden?
—Ne demek neden? Bir de soruyor musun? Nişanlanmak üzere olan bir kız ile görüşen adamın niyeti hiç de iyi değildir. Öyle birine verecek kızım yok benim.
—Ama...?
—Ama falan yok Eylem!
Ses tonu her geçen dakika artıyordu. Ablam mutfak camlarını kapatarak sesin dışarıya çıkmasına engel olmaya çalışıyordu. Ama annemi susturmaya yanaşmıyordu.
—Ben ölürüm de seni ona vermem! Barış'ı da mı istemiyorsun? Tamaammm oturursun benimle evde. Evden işe, işten eve bir hayatın olur. Çıkar başka bir talibin anında veririm seni ona. Asla ama aaaassslllaaa seni o piçe vermem.
Ağlamak üzereydim, yine de cevap vermek istedim:
—Anne
—Cevap verme, sesini bile duymak istemiyorum. Eğer ki o çocukla devam etmeye kalkarsan gidip ailesiyle konuşurum! Sana yemin ederim bunu yaparım.
Gayet ciddi, üstüne basa basa ve bağırarak söylüyordu. Bedenimden Aslan'ın kokusu yayılıyor, bana aşkımı ispat etmem gerektiğini hatırlatıyor ama ben ağzımı her açtığımda susturuluyordum. Gözlerim dolu dolu ablama baktım ama yüzünde annemle aynı ciddiyet vardı. Ezgiye baktım ama başını masaya eğmiş elimdeki saçma sapan bir şeyle oyalanıyordu.
—En yakın zamanda Barış ailesiyle gelecek. Bu işin uzamasına gerek yok. Sen de dikkatli olacaksın. Artık zamanında evde olacaksın. O bok telefonun gözümün önünde duracak. Azacık aklın varsa saçma sapan bir şey yapmazsın.
Gözlerimden yaşlar akmaya başladı. Kulaklarım duyduklarını reddediyordu.
—Duydun di mi Eylem! Ya Barış ya da ben ölene kadar bekar kalırsın. Sonra ne bok yersen yersin! Hakkımı asla sana helal etmem.
—Anne bir beni dinlesen?
Annem üzerime doğru yürüdü. Omuzlarımdan tutup beni silkelemeye başladı.
Ablam sonunda araya girmeye karar vermişti. Onun tutmasıyla benden uzaklaşmıştı. Ben de ağlayarak odama doğru ilerlemeye başladım. Arkamdan hala bağırıyordu
—Ölürümde onunla olmana izin vermem. ASLAAAA...
Yatağıma uzandım, ağladım ağladım ağladım... dakikalar, saatlerce.. Bir zaman sonra Esma Ablam yanıma geldi. Büyük ihtimalle kontrole gelmişti. Ama gözlerim onu görmüyordu. Yanımda oturmuş bir şeyler anlatıyordu. Ama kulaklarım duymuyordu. Bağdaş kurarak oturduğum yatağımda gözlerimi karşıya dikmiş boş bakışlarla sallanıyordum. Tepki vermediğimi anlayınca gözlerimin baktığı yöne geçip dikkat dağıtmaya, seslenmeye çalıştı ama olmadı. En sonunda suratıma tokatı yerleştirdi. Başım eğildi ve ağlamaya kaldığım yerden devam ettim.
—Kendine gel artık Eylem. Tamam ağla, içindekini at ama yarından itibaren eski Eylem ol. Uzatma artık.
Ne kolay çıkıyordu ağzından. Eski Eylem ol. Eski Eylem! Nasıl biriydi acaba. Gelse karşıma da konuşsam onunla. Eski halime yeni halimi tanıtsam. Ve muhtemelen bundan sonraki olacak halimi. İnanabilir miydi düşeceği bu duruma? Ne çok önlem alırdı kim bilir.. Eski Eylem bana akıl verebilir miydi? Keşke konuşabilsem onunla. İç çeke çeke ağlıyordum.
Ablam yatağın kenarına oturdu, sessizce tane tane konuşuyordu. Duyanda bana destek oluyor sanırdı:
—Eylem, söyle o çocuğa daha fazla gelmesin peşinden. Yoluna gitsin. Senin yönün belli. Annem çok ciddi, karşına alma annemi. Babama bile anlatmayı düşünüyor. Zor tutuyorum onu. Lütfen daha fazla huzursuzluk çıkarma.
Huzursuzluk? Ben mi çıkardım? Ben sadece sevmiştim. Güzel bir şey yaptığımı sanıyordum. Ağzımı açıp kimseye bir şey söylemedim, nedir ki sizin çok önem verdiğiniz o huzur ortamı bozulmasın diye. Saçma sapan davranıp uygun zamanı bekledim. Ama yine de huzursuzluğun sebebi oldum.
Ablam konuşmaya devam etti.
—Hadi Eylem ara onu.
Başımı kaldırıp yüzüne baktım.
—Ne?
—Ara onu,ve bir daha aramaması gerektiğini söyle.
—Gerek yok.
—Dün gerekli olduğunu gözlerimle gördüm. Hadi ara.
—Abla?
—Hadi...
—Tamam söyleyeceğim ama şimdi değil. Şimdi yapamam.
—Sana güvenmiyorum, o yüzden şimdi ara. Hadi çabuk.
—Abla lütfen?
Artık yalvarıyordum. Saatler önce beni kaybetmekten korktuğunu söyleyen, gözleri dolan adamı arayacağım ve ona bitti diyeceğim. Kırık kanatlarımla beni taşımaya razı olan adamı. Sevgime inandığını söyleyen adamı. Ait olduğum adamı.
Can çekişiyordum. Böyle bir his olmalı ölüm de. Azrailim başımda bekliyordu. Onu durduracak sözcüğüm de gözyaşımda yoktu. Elime telefonumu tutuşturdu. Beni izliyordu. Ben gözyaşımdan önümü göremeyerek tuşlarını 3 seferde açtığım telefonda Aslan'ıM ismine geldim. Arama tuşuna basmaya elim gitmiyordu. Bir kez daha yalvaran gözlerle baktım. Ablam gayet ciddi
—Ara!
Arama tuşuna bastım. Kulağıma koydum.
—Hoparlörü aç!
—Al sen konuş oldu olacak. Alışkınsın!
Telefonu açmasın diye dualar ediyordum. Ama duam tabi ki kabul edilmedi.
—Efendim aşkım
İç çektim..
—Aslan
—Ağlıyor musun sen?
—Beni bir daha arama.
—Nasıl anlayamadım?
—Öyle işte, bitti artık. Beni bir daha arama. Bundan sonra ben yokum. Sen de kendi yoluna git. Hoşçakal
—Eylem ne oluyor?
Yüzüne kapattım. Kendimi durduramaz bir şekilde ağlıyordum artık.
—Mutlu oldun mu? Heh oldu mu söyle.
—Şimdi Barış'ı ara. Haftasonu gelsinler.
—Yok artık!
Beş dakika kadar bir ölünün arkasından ağlar gibi ağladım. Daha doyamamıştım ama susturuldum.
—Hadi Eylem zamanımdan çalma, ara bekliyorum.
Telefonu elime aldım. Barış'ı aradım.
—Eylem?
—Barış?
—Ağlıyor musun?
—Ailene söyle, istemeye gelin. Bu haftasonu.
—Ciddi misin?
—Evet.
—Tamam söylerim de, sen iyi misin?
—Görüşürüz
Telefonu yüzüne kapattım. Ablam görevini layıkıyla yerine getirmiş olmanın gururuyla sırıtıyordu. Ayağa kalktı. Telefonumu da eline aldı.
—Bu bir süre bende kalacak. İyi geceler Eylem
Kapıdan çıktı. Yorganı tepeme kadar çektim, yüzümü yastığa gömdüm ve yapabildiğim tek şeyi yaptım ağladım... Saatler sonra sızmıştım. Okul saatimde annem gelip beni uyandırdı. Gözlerimi açtığımda kan çanağı haline gelmiş gözlerimi gördü. Acınaklı yüz ifadesiyle başını sağa sola sallayarak yanımdan ayrıldı. Kalkıp banyoya girdim. Gerçekten içim dışıma yansıyordu, berbat bir haldeydim. Kendime gelebilmek için kısa bir duş aldım. Sonra hazırlandım. Kapıdan çıkmak üzereydim ki telefonumu uzattı.
—Akıllı ol!
Telefonu cebime atıp cevap vermeden devam ettim. Aklımda tek şey vardı: bu eve geri dönmeyecektim.
Evin görüş alanından çıkar çıkmaz telefonu elime aldım. Ne arama ne mesaj vardı. Hepsini silmişlerdi. Düşman olsa yapmazdı bunu!
Servisi beklerken Aslan'ı aradım. Uzun süren çalıştan sonra açtı.
—Alo, Aslan?
—Ne var Eylem, daha niye arıyorsun?
—Sana anlatmam gerekenler var.
—Söyleyeceklerinin hepsini dün akşam söyledin. Haftasonu sözleniyorsun işte. Daha bana ne anlatacaksın?
—Aslan ben değildim. Sana ne söylediler bilmiyorum ama ben değildim. Telefonumu aldılar.
—Arayan sendin ama?
—Evet ama başımda bekliyordu ablam, mecbur kaldım. Sonra da telefonumu aldı.
—Eylem bu kadar oyun beni aşıyor. Ben senden bir şey istedim ve sen yapamadın. Benden daha ne bekliyorsun.
—Aslan gidelim burdan. Hemen bugün kaçalım.
—Neden Eylem? Sen ailene karşı dimdik duramıyorsun diye ben kendi ailemi neden karşıma alayım? Ayrıca işim mi var benim, evim mi var? Nereye kaçacağız?
—Okuluma yakın bir ilçeye gidelim, sen işe girene kadar benim maaşım bize yeter.
—Haa bu şehirden de çıkmıyoruz, iki dakkada yakalanacağız. Saçmalıyorsun Eylem. Tamam seni çok seviyorum ama seninle bir geleceği böyle derme çatma kurmak istemiyorum. Her şey usulünce, düzeninde olsun.
—Elimden başka bir şey gelmiyor.
—Benim de. Ama lütfen kendini benim yerime koy, bir kez daha düşün olur mu?
—Ne söylediler sana da bu hale geldin?
—Görüşürüz Eylem
—Görüşürüz aşkım.
Yani en azından görüşme umudu bıraktı. Haricin de geride hiçbir umudum kalmamıştı. Bu şehirdeki sorumluluklarım kaçıp gitmeme engel oluyordu. Gemileri yakamıyordum, gün günden beter olarak geliyordu. Etrafımda beni anlayıp destekleyen insanların varlığına ihtiyaç duyuyordum ama kimsem yoktu. Ne ailem, ne arkadaşlarım, ne sevdiğim... Neden yaşadığımı sorguluyorum. Herhangi bir sonuç alamıyorum. Ama yaşamıma son verecek cesareti de kendimde bulamıyorum. Alabildiğine boş, alabildiğine bağımlı bir hayat benimki. Bir deli gibi karakterime sahip çıkılmış, mühürle ipotek konulmuş bir hayat. Santranç tahtasında ortaya yem olarak konulmuş piyonlar gibi. Ben ne dersem o olacak, o yaşanacak sözleriyle ilerliyorum. Ne zaman kendi hayatımın iplerini elime alacağım. Gittiğim yöne ne zaman ben karar vereceğim. İş işten geçtikten sonra mı?
Okula gidiyorum, eve geliyorum. Yemek yiyorum, yürüyorum, konuşuyorum, bir şeyler yapıyorum, yani her zamanki işlerimi görüyorum. Ama günlerdir Aslan aramıyor, ben de onu arayıp her şey yolunda diyemiyorum. Birazdan istemeye gelecekler. Evde alarm verilmiş bir hazırlık hali. İyi yanı ağlamıyorum artık, kapılmıyorum ne anılara ne aşk dolu duyguya. Kapattım kendimi herkese her şeye kendime bile. İçimde bir boşluk duygusu var, en derinimde kocaman bir hiçlik. Kolaymış aslında böyle yaşamak, ruh gibi ama herkesin istediği gibi. Kimse bir şey demiyor, laf sokmuyor, hiçbir şey olmamış gibi Aslan diye birisi hiç var olmamış gibi beni delirtmeye çalışıyorlar. Sahi gerçek miydi? Gerçekse şimdi nerede sesini duymayalı 4 gün oldu. 72 saat..
Düşünürken duraksadım, bu saat rakamı? Gözlerimi devirdim: İLAÇ!
Ben ilacı almayı tamamen unuttum. Bu iyi bir şeye sebep olabilir mi? Bu soru aklıma Barış'ın sözlerini getirdi. "Eylem istersen hamile ol umrumda değil, ben seni istiyorum."
Olmazdı. Ama ümit etmek dünyanın en güzel şeyi değil mi? Kendime sarıldım. Sebebe ihtiyacım vardı. Şimdi yine sıra zamanda. Bu kez güzel bir şey olsun. Çünkü ne demiş Nazım Hikmet: Seni düsünmek güzel şey, ümitli şey,
Dünyanin en güzel sesinden
En güzel şarkıyı dinlemek gibi bir şey...
Fakat artık ümit yetmiyor bana,
Ben artık şarkı dinlemek değil,
Şarkı söylemek istiyorum...Ne olacak şimden sonra? Ümitler yeniden yeşerecek mi, yoksa hiçliğe doğru sürüklenecek mi Eylem?
Beğenilerinizi ve yorumlarınızı paylaşın lütfen.
Keyifli okumalar 😉
ŞİMDİ OKUDUĞUN
İPOTEKLİ HAYAT
RomanceGERÇEK BİR YAŞAM ÖYKÜSÜNDEN ESİNLENİLMİŞTİR... Bu kalabalık cadde içinde şıp diye tanıdım seni, belli ki sen de unutmamışsın beni Sahi ne kadar zaman geçti birbirimizi görmeyeli Aylaaar yıllar geçti duymayalı sesini Oysa ne güzeldi eski lise günleri...