Yukarıya koyduğum şarkıyı hikayemin bitişine yakın açarsanız, veya bölümü bitirdikten sonra aynı duyguları hissederiz. Şimdiden teşekkür ederim ☺️
Gözlerimi açtığımda burnumun dibinde bana bakan kapkara bir çift göz vardı. Beni öperek uyandırıyordu ancak öpücükleri hiç de masum değildi. Yatağın içinde gerneşmeye başladım.
—Napıyorsun sen?
—Seni uyandırıyorum.
—Daha çok durumdan faydalanıyormuşsun gibi?
—Tecrübelerim en iyi uyandırma yönteminin bu olduğunu söylüyor.
—Bak sen.. Saat kaç?
—On iki. Kahvaltıyı kaçırdık.
—Hadi ya o kadar uyuduk mu?
—Sen uyudun güzelim, bak ben ne yaptım.
Yatakta doğrulup oturdum ve kahvaltı tepsisini gördüm. Gözlerim ışıl ışıl oldu.
—Aaaa odaya kahvaltı getirtmişsin.
—Evet senin için.
—Hayatım altı üstü telefon edip kahvaltı istedin, kendin hazırlamışsın gibi davranıyorsun.
—Bir dakika, bir kere telefon açmadım uyanma diye, ayrıca odaya kahvaltı gelmesi parayla ve son paramı bu uğurda harcadım. Birdeee....
Tepsiden minik pembe gülü alıp yanıma getirdi.
—Yakın çevrede çiçekçi bulmak hiç de kolay değildi.
Elinden aldığım gülü direk burnuma yanaştırdım. Mis gibi kokusuyla derin bir soluk aldım. İçim yumuşacık, bakışlarım duygu yüklüydü.
—Desene bir kahvaltı hazırlamaktan daha çok emek harcamışsın.
Ayakta başucumda bekleyen Aslan'a ulaşabilmek için yatağın üzerinde çıktım. Kollarım boynunu sarmaladı.
—Teşekkür ederim, beni şımartıyorsun. Her sabah böyle uyanmak isterim.
—Kusura bakma güzelim param kalmadı, ayrıca çayın buz gibi oldu.
Yatağın ucuna emekleyerek gittim ve oturdum. Aslan da tam karşıma oturdu.
—Maddi şeylerden söz etmiyorum ki, öperek uyandırılmak da beni şımartır.
—Uyurken kendini bir görsen öyle çirkin ki, her sabah ağzın leş gibi kokuyor. Bebeğim bu dudaklar kıymetli öyle her sabah öpemem seni.
Ağzıma tıktığım lokmamla gözlerimi pörtleterek açtım. Yutmayı beklemeden
—Ay çok pisliksin.
Aslan kahkahalar atıyordu. Nefesiyle şişirdiği yanaklarıyla konuşarak taklidimi yapıyordu. Ağzımdakini yutunca dudaklarımı büzdüm kaşlarımı küçük emrah moduna getirdim.
—Gerçekten çok çirkin oluyorum sabahları.
Elimi ağzıma getirip hohlayarak nefesimin kokup kokmadığına bakmaya çalıştım. Her hareketimde Aslan daha çok gülüyordu.
—Gülmesene yaa..
Oturduğu yerden kalkıp yanıma geldi. Bacaklarını iki yana açarak tam arkama oturdu. Belime sıkıca sarıldı.
—Çok uyuyan kadın gördüm ama sen gibisini görmedim.
Dirseğimle karnına bir tane geçirdim.
—Çok kadın gördün öyle mi?
Aslan yine gülmeye başladı.
—Tamam tamam dur baştan alıyorum. Dünyanın en güzel manzarasını getir seni uyurken izlemenin keyfiyle yarışamaz bile. En masum haline karışmış duru güzelliğinle gözüne, burnuna, kulağına, dudaklarına, yastığa dağılmış saçlarına dokunmadan durmak ne kadar zor bilemezsin. Hele o usul usul nefes alışverişinin, ritmik kalp atışının çıkardığı huzur sesi hangi melodiyle kıyaslanabilir. Sağa sola dönerken sanki izlendiğini biliyormuşçasına hafif bir tebessüm oluyor dudaklarında. Bazen de üşüyorsun sanırım o kadar büzüşüyorsun ki, küçücük kalıyorsun yatakta. Tuvaletin geldiğinde çok kıpırdanıyorsun. En son kalkıp gidiyorsun ve döndüğünde uyuduğumu sanıp koynuma sığışıyorsun. Nasıl mest olduğumu bilemezsin. Haa bu arada hiç horlamıyorsun ve asla nefesinin koktuğuna şahit olmadım.
Yanağıma bir öpücük kondurdu. Onu dinlerken masal dinleyen çocuk gibi gülümseyerek ona bakıyordum.
—Sen bütün gece beni mi izliyorsun?
—İlk gece bir şey söyledin, döndüğümüzde uyuduğum her dakika için pişmanlık duyacağım diye, ben duymayacağım.
—Ne yani hiçbir gece uyumadın mı?
—Beni göğsüne yasladığın gece uyudum. Oda uykuya olan gereksinimden değil, geceye sığınma talebimden.
—O zaman Allah kurtarsın seni.
—O nedenmiş?
—Çünkü çok fena aşık olmuşsun.
Aslan güldü. Arkamdan uzanarak aldığı peyniri ağzıma tıktı.
—Hadi acele et daha ayağını göstereceğiz.
—Aaa yok yaa iyi o.
—Bu sabah baktın mı ayağına?
—Yooo...
—Ben baktım, çürüyor sanki.
—Ona ne ara baktın.
Derken ayağımı kucağıma almaya çalıştım. Gerçekten baya morarmıştı. Nasıl bir hareket yaptım da bu hale geldi hala şaşkınım. Ama sebebine içimden sövmeden edemiyordum. Ayağa kalktım. Bir ileri bir geri yürüdüm.
—Ama ağırmıyor, basabiliyorum üzerine. Hastaneye gidip son günümüzü ziyan etmeyelim.
—Eczaneye sorarız o zaman. Tamamen es geçemem bu durumu.
—Hımm o olur belki. Ben duş alıp geleyim o zaman.
—E kahvaltın bitmedi.
—Duyduklarımla fazlasıyla doydum sağol. Bu arada, seni çok seviyorum.
Banyoya girdim. Üzerimden çıkardığım her parçayı içeriye attım. Önce pijamalarım, ardından çamaşırım. Aslan kahkaha atıyordu.
—Hiç heveslenme o eczaneye gidilecek. Haydi acele et.
—İyi bee tamam.
Hazırlanıp aşağıya indik. Arabaya binmek üzereydik.
—Bizimkiler nerede hiç sesleri çıkmadı?
—Yürüyüşe çıktılar, akşama doğru sahile ineceğiz. Annemiz gitmeden marmara denizinde yüzmek istiyormuş.
—Ama ben mayo falan getirmedim ki.
—Biz kıyıda otururuz.
—Aaaa yok onu da yapamam, neyse çıplak yüzerim.
Aslan bir bakış attı sanıyorum dayak yedim.
—Tamam canım şaka yaptım. Ben bir Cansu'yla konuşayım.
Cansu yürüyüş ayağına Yaman'ı mayo almak için çamaşırcıya götürmüştü. Benim için de bir şeyler almasını söyledim. Ayrıntılı bir şekilde anlattım. Umarım elbise muhabbeti gibi yapıp dükkanın en sexy ürününü almaz. Kıyıda oturmak istemem. Eczaneye geldik. Eczacı adam oturduğum sandalyede önümde eğilip ayağıma baktı. Sağı solu bastırıp acı kontrolü yaptı. Her dokunuşunda Aslan'ın surat ifadesi değişiyordu. Adam ayağa kalktı
—İncinmiş sadece çok önemli bir şey yok. Size bir krem vereceğim sabah akşam sürersiniz. Ve yine de çok üzerine basmamaya çalışın.
Kremi alıp yanıma geldi yeniden önümde oturdu.
—Hatta şimdi bir kez sürelim dedi.
Aslan öne atıldı
—Ben sürerim.
Ben Aslan'a yok artık bakışları attım. Ama oldukça ciddiydi. Kremi adamın elinden alıp morarmış yere bastırmadan sürdü. Ücreti ödeyip çıktık. Aslan'a baktım:
—Neydi bu şimdi?
—Ben daha önce eczacıların ilacınızı yanımda için ben de göreyim dediğini hatırlamıyorum. Ne alaka krem sürecekmiş. Zaten sözde muayeneyide uzattı durdu.
—Ciddi misin?
—Evet Eylem, sen de farkında değilmişsin gibi sorular sorarak sinirlendirme beni.
—Sana bir şey diyim mi?
—Ne?
—O kadar yumuşak sürdün ki tahrik oldum.
Aslan'ın tüm siniri uçtu gülümsemişti.
—Kızım sen bela mısın başıma?
—Sen belayı birazdan görürsün. Cansu bana mayo alacak.
—Alsın, odada nerede giyeceğine karar veririz. Sahilde mi, banyoda mı?
—Ahahahha çok tatlısın canım.
—Sen de, sen de çok tatlısın!
Odaya geldiğimizde Cansu bizi bekliyordu. Kapımızı çalıp içeriye girdi.
—Eylem çok güzel bir mayo aldım sana. Çok yakışacak eminim.
—Cansu Eylem'i boşver bana göster bakayım.
—Sen bu kadar kıromuydun Aslan çok şaşırtıyorsun beni.
—Sen bu kadar rahat mıydın? Eylem elbise seçimlerini anlattı.
Cansu bana, ben de dudaklarımı yiyerek tavana bakıyordum.
—Ayyy nasıl bulmuşlar birbirini. Tencere kapak. Bikini aldım Eylem'e. Alt çamaşırı tanga. Üstü böyle üçgen. Ve kırmızı!
Cansu'nun Aslan'ı kızdırmaya çalıştığını anlamıştım. Güleceğim gülemiyorum. Öyle ballandıra ballandıra anlatıyor ki. Aslan gülmeye başladı.
—E güzelmiş Cansu. Sen onu bırak çık. Ben gerektiği şekilde kullanırım onu.
—Oooo.. sahilde veririm.
Aslan'ın sinirlenmesinden korkup olaya el attım.
—Tamam Cansum ver hadi. Teşekkür ederim.
—Eylem ben sana daha iyi birini bulurum. Bu hanzoyu bırak.
—O hanzonun kızdığı şeyler zaten benim yapmadığım şeyler, o yüzden halimden memnunum.
—Tamam kumrular ben çıkıyorum. 20 dakikaya lobide buluşalım. Bir halt yemeyin de, güneş batmadan gidelim lütfen.
—Cansu!
Cansu poşeti yatağa fırlatıp kaçtı. Biran gerçekten içinden söylediği gibi bir şey çıkacak sandım. Ama gayet sıradan mat bir turuncu rengi olan, göğsü fırfırlı bir mayo vardı. Hemen giyinip Aslan'ın karşısına çıktım. Gülümseyerek şirinlikler yapıyordum.
—Eylem biz gitmeyelim, sana yine banyo hazırlarım. Takılırız?
—Amaaaa...
—Offff tamam, yanımdan ayrılma!
—İltifatlarınız için yine gece 12 yi bekleyeceğiz anlaşılan.
—Aynen. Haydi giyin de gidelim.
Hazırlanıp Caddebostan sahiline gittik. O kadar kalabalıktı ki kulaç atarken birilerine çarpmaman içten bile değil. Kıyıda kalmakla denize girmek arasında tereddütte kalmadım değil. Cansu halinden baya memnundu. Koşa koşa suya daldı. Aslan bana ben ona bakıyordum. Tereddütümü anladı.
—Banyo hakkını da kaybettin.
—Hadi ya, üzüldüm şimdi. O zaman mecbur gireceğim.
Aslan'ın elinden tutup suya doğru ilerledim. Ayaklarımdan yavaş yavaş ıslanmaya başladık. Ilık ılık suyun hissi tüm bedenimize yayılıyordu. Boğazıma kadar denize girdiğimde hızla hareket ederek vucüdumun alışmasını bekledim. Sonrası zaten oldukça keyifli. Suyun içinde bacaklarımı ahtapot gibi Aslana sararak öpüşüyorduk. Birbirizi suya batırmaya çalışıyorduk. Bazen Aslan suyun altından yüzerek arsızca kadınlığıma dokunuyordu. Bazen yüzme yarışı yapıyor, bazen su sıçratıyorduk. Bazen de etraftaki çiftlerin suyun altında ne yaptıklarını düşünerek çirkinleşiyorduk. Sudan çıkıp akşam güneşinin bedenime girmesi için kıyıya serildim. Aslan'da yanımda uzanıyordu. Bütün bir gün bir an olsun beni yalnız bırakmamıştı. Barış da sağolsun defalarca aradı, her seferinde meşgule atıp mesajlarla oyaladım. Ama şuanda yine ısrarla arıyor ve belli ki açana kadar susmayacak. Fırsat bulamıyordum. Aslan'ın yanında konuşmak da istemiyordum. Düşün Eylem düşün...
—Aşkım?
—Efendim.
—Ben acıktım.
—Şaşırmadım, kahvaltını yapmadın ki.
Cevap vermek yerine gözlerimi devirdim. Aslan etrafa göz gezdirdi. İlerideki büfeyi gördü ve önündeki kuruğu.
—Otele kadar dayanamaz mısın?
Vicdanıyla oynayacak şekilde cevap verdim
—Dayanırım.
Omuzları düştü ve ayağa kalktı. Cüzdanını eline aldı ve büfeye doğru ilerlemeye başladı. Umarım cüzdanına yerleştirdiğim parayı görünce bana kızmaz. Arkamı ona dönerek Barış'ı aradım.
—Eylem neden benden kaçıyormuşsun gibi hissediyorum?
—Yanlış hissediyorsun.
—Bugün hiç konuşmadık farkında mısın? Gerçi gittiğinden beri yaptığımız konuşmalar toplasan 20 dakikayı geçmez. Hepsinde bir bahane, hepsinde kapatmak için bir sebep. Ne oluyor?
—Barış bunları böyle telefonda konuşmayalım. Çok geriliyorum ben. Gelince yüzyüze konuşuruz.
—Ne konuşacağız yüzyüze, ne var anlayamıyorum? Kaçta geliyorsun, söyle alayım seni?
—Eee şey, kaçtı biletin saati, eeee... Ben unuttum. Odaya gidince bakar söylerim sana.
—Nerdesin şimdi?
—Sahilde.
—Kimle?
—Kursta tanıştığım kızlarla.
—İki günlük tanıştığın insanlarla ne sahili bu?
—Ne yapmamı isterdin, eğitimden odaya, odadan eğitime. Tek başına geçireceğim bir İstanbul seyehati mi, Bu mu?
—Eylem çocuk gibi davranıyorsun, herkese çabuk güveniyorsun, dikkatli ol, üzülmeni istemiyorum.
—Senelerdir tanıdığım güvendiğim insanlar üzerimdeki üzülme limitini fazlasıyla doldurdu. O yüzden benim için endişelenme.
Arkamı döndüğümde Aslan'ın bana doğru yürüdüğünü gördüm. Haliyle oda telefonda konuştuğumu gördü. Panik hali oluştu bende.
—Neyse ben kapatıyorum. Sana bilet saatini atarım. Hoşçakal.
Cevap vermesine fırsat vermeden telefonu kapattım. Suratım bir suçlu gibi yanmaya başladı. Kalbim hızla atıyordu. Mahcup bakışlarla Aslan'a baktım. Aslan hiçbir şey söylemeden aldığı krakeri bana uzattı. Ne kiminle konuştuğumu sordu ne de parayı. Canım sıkıldı. Nefret ediyordum bu durumdan. Kelimenin tek anlamıyla nefret. Çünkü sürekli güzel olan anları mahvediyordu. Hiçbir zaman tam anlamıyla bir mutluluk yaşayamıyordum. Hep bir hesap verme hali, hep bir gerginlik. İçim sıkılıyor, stresim beni boğuyordu.
—Özür dilerim.
—Dileme Eylem.
—Dilemek istiyorum.
—Neyi değiştirecek, özür dediğin bir daha yapmam anlamındadır. Sen bunu ilk kez yapmıyorsun ki. Hep bir şekilde beni atlatıp telefona sarılıyorsun.
—Haklısın, böyle olmasını ben de istemiyorum. Ama göz göre göre seni üzmek de istemiyorum.
—İçinde bulunduğumuz durumu zaten biliyorum, her şeyin farkındayım. Böyle saçma sapan oyunlar oynaman sana olan inancımı zedeliyor.
Sustum. Sonuna kadar haklıydı. Kendimce iyi bir şey yaptığımı zannediyordum. Görmezse daha az üzülür sanıyordum. Ama daha çok Aslan'ı ikinci adam pozisyonuna düşürüyordum. Barış'ı Aslan'la aldatıyormuşum gibi. Oysa içimdeki tek kişi o. Nişanlandığım kişi Barış olsada aldatılan kişi Aslan'ı.
—Bir dahakine telefonda konuşmak istediğin de bunu açıkça söyle sana müsade ederim, ve cüzdanıma da gizlice para koyma. İhtiyaç duyarsam senden isterim, çekinmem.
Kıyafetlerini aldı ve soyunma kabinine doğru ilerlemeye başladı. Yine her şeyi bok ettim. En güzel anı zehir ettim. Yine Aslan'ı kırdım, parçaladım. Üstelik dönüşe bu kadar yaklaşmışken. Nasıl gönlünü alacağımı bilmiyorum. Özür dilemek o kadar basit kalıyor ki. Ki zaten üzerinde bir hükmü kalmamış. Haklı bir insanın nasıl gönlü alınır ki? Offf...
Ayağa kalkıp peşinden gittim. Girdiği kabinin önüne gelip içeriye daldım. Biranda kapının açılmasıyla "hoop" diye seslenecek oldu. Beni görünce sustu.
—Ne yapıyorsun Eylem? Burası erkek kabini.
—Biliyorum.
—Birazdan gelip atacaklar bizi.
—Umrumda değil, yanımdan ayrılma dedin.
—Eylem sen kendini idare edebilecek durumdasın.
—Değilim, değilim ki devamlı saçmalayıp seni kırıyorum.
—Eylem burası yeri değil çık hadi.
—Çıkamam çünkü seninle bir dakika bile böyle kalmak istemiyorum.
—Bırak biraz kafamı toparlayayım. Sen de üzerini değiştir. Gider bir yerde otururuz.
—Bana umutlanacağım bir şey söyle o zaman.
—Çık hadi.
Ağlamak üzereydim. Çaresiz ağır ağır arkamı döndüm kapıya yanaştım. Tam kapıyı açmak üzereydim kolumdan tutup sertçe kendine çevirdi ve dudaklarıma yapıştı. Hiç de yumuşak olmayan bir öpüşmeydi. Sert öpücüğüne karşılık vermekte zorlanıyordum. Kendi iç acısını mı dışarıya vuruyordu, benim canımı mı acıtmak istiyordu anlamadım. Sonunda iç çekerek Aslan'ı kendimden ittim. Elimi dudağıma götürdüm. Kanamıştı. Aslan da elini dudağıma götürdü ve bakışlarında acı çektiği belli oluyordu. Zorla konuşmaya çalıştı
—Eylem ben..
Gülümseyerek onu dağıtmaya çalıştım.
—Hiç önemli değil. Acımıyor bile. Gidip giyineyim. 5 dakikaya kapıda buluşalım.
Kapıya yöneldim ve arkamı döndüm
—Bu arada, seni çok seviyorum.
Cevap vermesine fırsat vermeden kabinden çıktım. Çünkü boğazımdaki düğüm önü alınamaz bir şekilde büyümüştü. Etraftaki erkeklerin çirkin bakışlarının yanında, bıyık altı gülmelerine maruz kaldım. Hızlı adımlarla bayan bölümüne gidip kabinde oturdum. Aslan'ı mutlu edebilmek için öncesinde rahatlamaya ihtiyacım vardı. Tutamadığım gözyaşlarımın akmasına izin verdim. Üzerimi giyip dışarıya çıktığımda Cansu'ya rastladım.
—Eylem, ne oldu sana?
—Cansu, ben çok kötü bir şey yaptım.
Sanki ağlamak için bu anı bekliyordum. Sarılmamla kendimi bırakmam bir oldu.
—Gitmem lazım Aslan bekliyor.
—Yaman'la konuşuyorlardı. Söylerim Yaman'a oyalar onu. Gel benimle.
Cansu lavaboya sokmuştu beni.
—Gayet mutlu gözüküyordunuz iki dakikada ne yaptınız Allah aşkına?
—Barış'la konuşmak için Aslan'ı uzaklaştırmam gerekiyordu. Ben de acıktım bahanesini kullandım. Tabi bunu anlayınca kötü oldu.
—Bu mu yani?
—Evet, küçük düşürdüm onu.
—Al şunları.
—Bunlar ne?
—Makyaj malzemesi. Yüzün gözün dağılmış, toparlan biraz.
—Cansu ben ne diyorum sen ne yapıyorsun, makyaj görecek halde değilim. Son akşamımı böyle kırgın geçirmek istemiyorum.
—Hah işte sorun da bu zaten.
Cansu beni kendine döndürdü.
—Yok Barış'ı aradım da onu uzaklaştırdığımı anladı da bilmem ne, bunlar işin bahanesi. Farkındaysan Aslan iki gündür bir garip. Çünkü dönmekten, dönünce kaldığınız yerden devam etmekten korkuyor. Belirsizlik onu perişan ediyor. Adam seni başka heriflerin bakışından kıskanırken şimdi Barış'ın kollarına teslim edecek. Bunu istemiyor ama buna engel olmak için de bir şey yapamıyor -ki bu kısmı ben pek anlayamıyorum-! Zoru bu yani güzelim. Gidin ne konuşacaksanız konuşun ama bu saçma konuyu değil. Bundan sonra ne olacak onu konuşun!
—Ne diyebilirim ona ki, al kaçır beni diyemiyorum. Terket bitsin bu iş de diyemiyorum.
—Neden kaçmıyorsunuz Eylem? Aklım almıyor. Sana bunları yaşatan aileni neden umursuyorsun?
—Cansu mesele benim ailem değil. Aslan'ın ailesi. Hiç bir sorunları yokken nişanlı bir kızı kaçırmaktan papaz olacaklar. Kalacak yeri yok, işi yok, askerlik gibi ayrı kalmamızı gerektirecek bir durum var, e benim işim orada onu ha diyince bırakamam. Sıkışıyoruz! Barış hayatımda olmasa şartların olması için beklerim. Ama hızla evliliğe gidiyorum, durduramıyorum.
—Tamam Eylem şimdi git, akşamınızı güzel geçirin. Yarından sonrasını ben halledeceğim.
—Nasıl olacak o iş?
—İstanbul'a da gelemiyordun ama hallettim, ben kanseri yendim kızım bunlar ne ki. Sen bak da düğün tarihini bir ay sonraya alma.
—Barış askere gidecek.
—E süpermiş, bunu neden daha önce söylemedin? Tamam al şunu çık.
—Bu ne?
—Islak mendil Eylem, bari akan makyajını temizle.
Dışarıya çıktığımda gülümsüyordum. Bu kız da şeytan tüyü vardı gerçekten. Mendille gözlerimi sile sile ve gülerek ilerliyordum. Yaman ve Aslan'ın yanına gittim.
—Birinin suratı sirke satıyor, diğeri gülümsüyor. Dengesiz misiniz?
—Cansu sağolsun.
—Aaa bak karım diye demiyorum, etrafında üzgün insan barındırmaz. İyi gidin bakalım.
Yaman kabinlere girerken. Biz de ilerlemeye başladık.
—Dudağın acıyor mu?
—Bilmem baksana şişmiş mi?
Aslan bana dönüp tüm dikkatini dudağıma verdi. Şişmiş olabilecek yere dokundu.
—Burası mı, acıyor mu dokununca?
—Bir daha öpersen geçer.
—Ne öpmesi Eylem, haşat etmişim dudağı.
—Abartma canım. Öp işte.
Aslan tüyü dudaklarıma sürer gibi eğilip öptü beni. İşleri toparlamak adına öpücük güzel bir başlangıç. Gülümsemeye başladım.
—İnanır mısın, geçti. Hiç acımıyor daha. Bak.
Ağzımı girebilecek her türlü şekle soktum. Girdiğim kılıklar Aslan'ı da gülümsetmişti. Beni koltuğunun altına aldı.
—Gel buraya tatlı belam benim.
Fırsatı değerlendirip kedi yavrusu gibi sıvıştım bende. İçime dolan o rahatlama hissi anlatılmaz derecede huzurluydu.
—Nereye gidiyoruz?
—Şu ilerideki ışıkları görüyor musun? Onlar kumsal kafesiymiş. Otururuz orada.
—Olur.
Sessizce yürüyorduk. Biraz yumuşamışken konuyu açıp gerilmek istemiyordum, ama yoksayıp bu çelişkiyle dönmek de istemiyorum.
—Aslan?
—Evet.
—Affettin mi beni?
—Gerçekte hiç kızmadım ki.
—Sahi mi, ama gerçekte hatalıydım.
—İkimiz de hatalıyız Eylem.
—Senin ne suçun var ki?
—Bilmiyorum, belki de şuan burada hiç olmamalıyım.
—Yok artık, o kadar büyük bir suç!
—Bunu konuşmak zorunda mıyız? Son akşamımız daha keyifli geçirebiliriz bence.
—Bunu da görmezden gelelim tamam, ne zaman konuşuruz?
—Piknikte.
—Piknik?
—Aynı yerde piknik yapmak istemiştin ya.
—Aaaa evet, tamam bir tarih olması kafamı rahatlatır. O zaman yarış?
—Ne yarışı?
—Koşu, kafeye ilk varan bu gece üstte olacak.
Cümlemi bitirmemle koşmam bir oldu. Olduğu yerde bir şeyler söyledi ama duymadım. Ara ara kontrol ettiğimde onun da koşmaya başladığını gördüm. Kafeye varmama az kala hem koşup hem kontrol edeyim derken kumsalda yere kapaklandım. Bir kaç saniye içinde yanıma gelmiş olan Aslan nefes nefese ve endişe içindeydi. Bense kahkahalarla kendime gülüyordum.
—Bir şey oldu mu Eylem?
—Olmadı, ama düşünce ayağım çok acıdı. Aynı yeri vurdum galiba sızlıyor.
—Ve sen hala gülüyorsun.
—Evet, sinirlerim bozuldu.
—Haydi atla sırtıma.
—Vallaha mı?
—Haydi.
Aslan yere çömelince bende sırtına çıktım. Ağır adımlarla ilerliyordu.
—Ben sana kazanan üstte olur demiştim.
—En sonunda hiç yürüyemeyeceksin.
—Olsun, beni taşıyabilecek bir erkek var yanımda.
—Şimdilik..
İkimizde sustuk. Evet şimdilik yanımdaydı. O yüzden şimdinin kıymetini bilmeliydim. Olur da yarın yanımda olamazsa şimdinin keşkesini yaşamak istemiyorum.
Bahsettiği kafelere geldik. Sırtından indim ve kumsaldaki armutlardan birine oturdum. Etrafta kimse yoktu. Böylesine kalabalık bir şehirde bu güzel mekanın ıssız kalması beni çok şaşırtmıştı.
—Ben bir şeyler alıp geleyim, sanırım hala açsın.
—Evet aşkım lütfen.
Aslan gidince ben de telefonumu tamamen kapattım. Çünkü aramamı bekleyecek, aramadığımı görünce arayacaktı. Aynı huzursuzluğu yaşayamazdım. Aslan elinde iki ekmek arası ve meyve sularıyla geldi.
—Neden bu kadar kimsesiz burası acaba?
—Bu hafta açılmış daha.
—Sordun mu?
—Evet. Çevre mimarisi hakkında bir kaç tüyo vermiş olabilirim.
—Yaaa.. Bir gün yine gelir miyiz buraya?
—Bilmem. Belki.
—Lezzetliymiş sandviç. Aslan?
—Evet
—Hayalin ne?
—Hayalim mi?
—Hiç hayal kurmuyorum deme. Tamam kurmuyor gibi görünüyorsun ama bence vardır aklında bir şeyler.
—Ben hayal kurmuyorum Eylem. Korkutuyor beni.
—Hayal kurmak neden korkutucu olsun ki?
—Çünkü ben hayal kurduğum zaman o hayalimi seviyorum, olmayınca da haliyle hayal kırıklığına düşüyorum. Ben öyle aman işler istediğim gibi gitmedi hayalimi böyle değiştireyim yapamıyorum. Tamamen vazgeçiyorum. O zaman da bir boşluğa düşüyorum.
—Hayal kurmadan nasıl yaşıyorsun ki, bir ileriye gidebilmek için onu hesaplarız şu olursa böyle yaparız, bu olursa böyle yaparız gibi kurarız.
—Evet ama bu söylediğin hayal değil, bu hayat planlaması, telefon kullanıyorum faturam gelecek ve ödeyeceğim. Oluru olmazı yok. Hayal dediğin daha uzaktadır ve ona ulaşılabilmek bir dizi engelden geçer. Ben yakın geleceği düşünüyorum, en ilerisi yok.
—O zaman ben sana çok hayalperest geliyorumdur.
—Ben senin hayalini çok kurdum Eylem, hayalime de onu kurdurana da aşık oldum. Ve sanırım en büyük hayal kırıklığını da yaşadım.
—Bitti yani.
—Ne bitti?
—Beni hayal ettin olmadı ve artık ben hayallerinde yokum. Bir dizi engeli de geçemeyeceğine göre, vazgeçtin?
—Henüz değil.
—Söylediklerin buraya çıkıyor.
—Büyük resme bakmıyorum. Sana bir yıl sonra şu konumda olacağız diyemiyorum. Ama şunu söyleyeyim yakın gelecek, benim bir işim olacak ve sen hala benimle olacaksın. Devamı bu engelden sonra.
—Adım adım ilerleyeceksin yani. Bu yolda kırılmamak için.
—Yani evet.
—Peki birinci engeli aşamazsan?
—Aşarım. Aksini düşünmeyeceğim Eylem.
—Tamam öyle olsun bakalım.
Boş vaadlere karnım tok ben temkinli ilerlerim demek istiyor. Evet çok güzel de. Atı alan üsküdarı geçerse ne olacak senin tedbirler diyemiyorum. Her şey istediği gibi olur inşallah.
—Sen söyle hayalini?
—Ben gezdiğimiz her yerde hayallerimi anlattım.
—Yapma Eylem Topkapı Sarayında yemek yaptın, çocuklarını oynattın. Daha gerçekçi daha ulaşılabilir bir şey söyle?
—Yakın gelecek yani?
—Olabilir.
—Peki, gerçekleşmesi için sana ihtiyaç varsa hayalimi yaşatır mısın?
—Tabi ki yaparım.
Gülümsedim. Oldukça kurnaz bir gülümsemeydi.
—O zaman hayalim şu: hemen burada, şimdi denizde seninle yüzmek istiyorum.
—Bu karanlıkta, mayoları Yaman'la gönderdik.
—Karanlık, kimse yok, mayoya ihtiyacımız da yok.
—Yapma Eylem, yakalanırsak karakolluk bile oluruz.
—Şuan hayalimi sabote ediyorsun. Yaparım demiştin?
—Ne bileyim senin böyle sapıkça bir şey düşüneceğini. Saraylarda çocuklarını oynatan mazmut bir tipsin.
—İki günde beni getirdiğin nokta işte. Eserinle gurur duymalısın. Hadi İstanbul'da bir maceramız daha olsun.
—Başımıza bir iş gelsin diyorsun.
—Anlaşıldı, yan çiziyosun.
—Tamam ama bir şartla.
—Tamam kabul ediyorum.
—Bir dinleseydin. Çamaşırlarını çıkarmayacaksın.
—O zaman denizden sonra onları giyemem, elbiselerimin içi boş olacak.
—Taksi çağırırız. Biner otele gideriz.
—Kabul edildi. Haydi.
Armutlardan kalkıp kafeden uzaklaştık. Görünmeyeceğimize kanaat getirdiğimiz yerde soyunmaya başladık. İçim içime sığmıyordu. Liseli kızlar gibi kıkır kıkırdım. Aslan ise daha şimdiden kabul etmişliğin pişmanlığını yaşıyordu.
—Çok açılmak yok haa ona göre.
—Dibinden ayrılmayacağım.
İkimizde çamaşırlarımızla kalınca elele tutuşup yavaş yavaş suya girdik. Suyun soğukluğu ürpermemize neden oluyordu. Boğazıma kadar suya girince baya üşüdüm ve Aslan'a sıkıca sarıldım.
—Bir hayal uğruna hasta olacağız.
—Çok güzel değil mi? Deniz siyah, gökyüzü siyah, sadece yıldızlar var.. Sanki uzaydaymışız gibi. Sonsuzluğu iliklerime kadar yaşıyorum.
—İliklerine kadar üşümüş olmayasın.
—Isıt o zaman. Kalabalıkta yaptığın arsızlıkları şimdide yapsana.
—Kaşınıyorsun.
Burnumu burnuna sürterken gülümsüyordum.
—İçim yanıyor.
Elleri direk çamaşırıma gitti. Suyun içerisinde çıkarttı. Sonra kaybolmasın diye koluna taktı.
—Çantana bayıldım, ama ben giymeyelim demiştim.
Boynumu öperken "sus" diye fısıldadı. Bende anın tadını çıkardım. Kendi çamaşırını da çıkarıp koluna taktı. Bacaklarımı belime dolayınca içime yerleşti. Kollarımla sardığım boynunda hiçbir hareketi hissetmiyordum. Giderek ısınmam gerekirken soğuk içime işlemişti. Ve titanik filminin son sahnesi gibi titremeye başladım. Aslan halimi anlamıştı
—Sikecem şimdi hayalini! Haydi çıkıyoruz.
Hiç itiraz etmedim. Bu kadarı da bana yetmişti. Kıyıya çıkıp hızla üzerimizi giydik. Kurulanmadan giydiğimiz için onlar da biraz ıslandı. Perişan halimize Aslan biraz daha saydırmaya devam etti. Telefonla hemen bir taksi çağırdı. Allahtan otel yakındı. Odaya girene kadar hiç sesimi çıkarmadım. Hemen üzerimdekilerden kurtulup sıcak bir duş aldım. Ve kendime geldim. Havluya sarılı halde yatağın üzerine uzandığımda hala olayın heyecanıyla sırıtıyordum.
—Aslan?
—Şimdide balkonda sevişelim demeyeceksin di mi?
—Aaaa hiç fena fikir değil.
Yan bakışlar atarak ciddi olup olmadığıma baktı, ben de bakışlarına kahkaha atıyordum.
—Gelsene yanıma.
—Neden?
—Bu geceyi düşünürken ikimiz de pişman olmayalım.
—Hımm uyumayalım diyorsun yani.
—Uyutma diyorum yani.
—Kremini süreyim ben en iyisi.
Yatağa çıkıp ayak dinimde oturdu. Morarmış ayağıma krem sürmeye başladı. Kucağına koyduğum ayağımın ilerisinde görünen hiçlik Aslan'ı azdırmıştı. Yanıma geldi ve havluya sarılı bedenime arkadan sarıldı. Birbirimizin boşluklarını dolduruyorduk. Kalçamı dayadığım yerde benim için uyanan erkekliğini hissediyordum. Omuzlarımda dilini gezdirirken hızla ısınmaya başladım. Havluyu yukarıya doğru kaydırıp açıkta kalan yerlerimde elleriyle gezindi. Arkamdaki pozisyonunu bozmadan içime yerleştiğinde tarifsiz bir zevk alıyordum. Elleri yön değiştirdi ve göğsüme geldi. Bende ellerimi üzerine koydum. Onunla beraber hareket ediyordum. Omzumun üzerinden söylediği "çok güzelsin" sözleri kulağımda yankılanıyordu. Tam boşalacağı zaman yine içimden çıkmıştı. Yarı yolda bırakılmış gibi hissettim.
—Ama ben?
Erkekliğinin yerine ustaca kullandığı parmaklarıyla beni orgazmın eşiğine getirdi ve sesimi kısmak zorunda kalmadan inledim. İşi bitip yanında uzanınca:
—Seni hiç yarı yolda bırakır mıyım...
Gözlerim kapalı gülümsedim. İçimden diyebildiğim "bırakma zaten, ne yatakta, ne hayatta!"
Sabaha karşı uyuduğumuz 1 saatlik uykuyla kahvaltımızı yapıp yola koyulduk. Gecenin sarhoşluğunda, dönmek istemeyişim üzüntüsüyleydim. Alana doğru giderken arabanın arka koltuğunda Aslan'ın elini sıkıca tutmuş, camdan İstanbul'u seyrediyordum. Şimdi tüm yaşanılanlar birer anı olacak. Birer fotoğraf karesi gibi ben hatırladıkça yaşayacak anılar. Burada plansız, gelişine yaşamak öyle güzeldi ki. Hiç bilmediğim duygularla tanıştım. Onları çok sevdim. Ama işte geldik, yaşadık ve bitti. Şimdi bizim için biçilmiş hayatımıza geri döneceğiz. Sayılı günmüş çabuk geçermiş. Bir saklambaç oyunu gibiydi burası bize. Duvara yaslandık saymaya başladık, şimdi arkamızı bir dönüyoruz ki kimse yok! Valiz dolusu anılarımla yalnızlığıma taşınıyorum. Bu şehirde gönlümü, aklımı, tüm sevinçlerimi bırakıyorum. Bundan sonra ne olacak, Aslan benimle olacak mı? Bu belirsiz sessizlik mi kalacak içimde, İstanbul'daki sevinçler gelmeyecek mi bir daha? Bilinmezliğe gidiyorum. Sessiz, sakin.. Aslan'da benimle aynıydı. Gözlerinde bunu çok net görebiliyordum. Hüzünlü bir gülüş sanki hala buradayız der gibi, masumca bir eliyle yüzümü okşaması beni hep hisset der gibi, sonra tuttuğu elimi sıkması her şey güzel olacak... kafamdan geçen anlamlara ne çok kapılmak istiyorum. Anlamlar da susuyor bizimle beraber. Uçağa bindik. Boğazımda yine kocaman bir düğüm. Ağlamamak için yoğun halde saçmalıyorum. Kabin görevlilerinden, en arkadaki kel adama kadar herkesle dalga geçtim. En çok ben güldüm. Uçakta geçen süre zarfında giderek boğulacağımı hissettim. Nefes alamadım. Kıpırdanıp durdum. Camlar açılsaydı o an hiç düşünmeden kendimi aşağı bırakırdım. Ama gülümsemeye çalıştım. İfade edemediğim yoğun bir his. Sanki indiğimiz de herkes yok olacak ve ben dünyada tek başıma kalacakmışım gibi. Bir saat sonra öleceğini bilen bir insanın buna engel olamadan giderek o sona yaklaşması gibi. Çaresiz...
Uçak inişe geçti, suratlarımız asık hazin sonu bekliyorduk. Aslan bana baktı:
—En çok neyi özleyeceksin?
—Seni.
Ve daha fazla kendimi tutamadım. Göğsüne gömdüğüm yüzümden gözyaşlarım akmaya başladı. Sessiz çığlıklarım gibi ardı arkasına akıyordu. Bırakma beni diye yalvarmak istiyordum. Her şeye katlanmaya hazır o savaşçı ruhumla bırak seninle kalayım demek. Başımı kaldırdığımda onun da benimle beraber ağladığını gördüm. Teselli edemedim, öylece kaldık. Kapıların açılmasını beklerken toparlandık. İkimizde yere bakıyorduk. Cansu ve Yaman da susuyordu. Sonunda Yaman konuştu:
—Eylem biz mi bırakacağız seni yoksa almaya gelecek mi?
—Kimse gelmeyecek, yanlış saat söyledim ona.
—İş aldın başına yani.
—Boşver, şuan bunu düşünecek durumda değilim.
—Tamam İşyerinden Ahmet bizi almaya geldi. Gidelim. Önce seni bırakırız.
—Tamam.
Arabaya bindik. Aynı sessizlikte ilerliyorduk. O tanıdık bildiğim sokaklardan geçiyorduk. Şimdi yüzüm sadece Aslan'a dönük. Eve yaklaştığımızda Aslan mahalleye girmeden durdurdu arabayı. Ve veda saati geldi. Önce Yaman'dan başladım.
—Eylem samimiyetine güvenerek biraz fazla konuştum, farkında olmadan kırdıysam kusuruma bakma.
—Yok canım kırılmadım. Çok keyifliydi sizinle takılmak. Ağız kaslarımın gülmekten ağırabildiğini öğrenmiş oldum. Teşekkür ederim.
—Bizim için de öyleydi. Dikkat et kendine. Arayıda açma, görüşelim.
—Tamam.
Yaman'a sarıldım. Sonra Cansu'ya döndüm. Ona direk sarıldım.
—Cansummm, her şey ama her şey için çok teşekkür ederim. İyi ki varsın.
—Dur daha çok minnet duyacaksın bana. Beni takipte kal.
—Boşver beni, sen bebişine yoğunlaş. Görüşürüz nasılsa.
—Aynen, ne zaman istersen ara.
Yaman ve Cansu arabaya bindi. Ayağıyla yerdeki taşlarla oynayarak sıranın kendisine gelmesini bekliyordu Aslan. Söylenecek çok şey vardı, ya da hiçbir şey yoktu. Yanına gelip ellerini tuttum gözlerinin içine baktım. En derine. Sonra anlaşmış gibi aynı anda sıkıca sarıldık. Duygularımızın yoğunluğu mu, sarılmanın güzelliği mi bilmiyorum ama taşıyordu içimdeki sevgi. Havai fişek gibi tepemizde patlıyordu. Ayrıldık ve hüzünlü tebessümlerimizi yerleştirdik yüzümüze. Valizimi elime aldım arkamı döndüm, bir kaç adım attım. Sonra seslendi:
—Haa bu arada, seni çok seviyorum.
Yoluma devam ederken hem gülümsüyor hem de ağlıyordum...Memleketin kasvetli havasına hoşgeldiniz. Güzel yorumlarınızı ve bir beğeninizi alırım. ⭐️
ŞİMDİ OKUDUĞUN
İPOTEKLİ HAYAT
RomanceGERÇEK BİR YAŞAM ÖYKÜSÜNDEN ESİNLENİLMİŞTİR... Bu kalabalık cadde içinde şıp diye tanıdım seni, belli ki sen de unutmamışsın beni Sahi ne kadar zaman geçti birbirimizi görmeyeli Aylaaar yıllar geçti duymayalı sesini Oysa ne güzeldi eski lise günleri...