54.BÖLÜM

325 47 32
                                    

            Huzur kokan sabahlar ve o sabahları takip eden günler vardır. Varlığının sıcaklığına sığındığın, ömrünü bir kuş gibi orada geçirebileceğin kalpten kafesler. Dışarıdan gelen hiçbir engelin seni yıkamayacağını bildiğin o çok naif görünen çelikten yuvalar. Aşkın kafesi, sevginin sıcaklığı, Aslan'ın kalbindeki yuvam. Gözümü açtığımda onun uyuyan masum yüzüne baktığımda hissettiğim huzur, günü bitirecek olan mutluluğum benimle...
            Çok erken uyanmıştım. Aslan derin bir uykuda. Belli ki ateş sönmesin diye sık sık uyanmak zorunda kalmış. Şimdi ise bedeni yorgun düşmüş. Şakaklarından bir öpücük kondurdum. Kalkıp ateşe ben odun attım. Pencereden dışarıya baktım. İncecikten tozutuyordu yine kar. Yerler saçlardaki kırlar gibi hafif hafif beyazlamıştı. Ağaçlar karpostaldan fırlamışçasına karşımda duruyordu. Recepsiyon yazan klübenin önünde birisi odun kırıyordu. Daha güzel bir sabah olamazdı herhalde. Bir yıl önce uyandığım bu sabahta hissettiklerim ne kadar korkunç duygularsa şimdi hissettiklerim o kadar yumuşak ve yoğun. Ortamdaki her şey bana tarifsiz zevk veriyordu. Odamızın köşesindeki örümcek ağları bile. Üzerime aldığım Aslan'ın hırkasıyla camın kenarında oturarak hem dışarının manzarasını hem de Aslan'ı izliyordum. Kafamda neler yaşayacağımızı bilmediğim huzursuzluk ve hayallerimin güzelliğinden oluşan hayatlar vardı. Ve Aslan yanımda olduğu için her sıkıntıya kafa tutacak o gücü içimde hissediyorum. İdare etmem gereken ailem ve Barış, yanındayken kendimi bile unuttuğum aşkım var. Sabrederek ikili bir hayattan aşka doğru gidiyorum. Bunu hissediyorum. Söz verdi bana. Ölüm bile ayıramayacak bizi. Aksi mümkün değil...
             Camdan dışarıya baktığım anlarda Aslan uyanmıştı.
—Günaydın Aşkım
Odada sesinin dağılmasıyla, bir yılda kaybetmediğim o heyecanım içimde taklalar attı, gülümsemem ağzımda dağıldı.
—Günaydın birtanem.
Aslan başını ateşe döndürdü.
—Merak etme nöbetini ben devraldım.
—Saat kaç, çok oldu mu sen uyanalı?
—Yani ben iki saat kadar önce uyandım. Saat 9.
—Neden beni uyandırmadın?
—Bugün nereden baksan 3 saatlik araba yolculuğun olacak, dinlenmeni istedim.
Aslan oflayarak başını yastığa koydu.
—Buradan hiç gidesim yok.
—Benim de yok, ama yarın okul var. Hadi kalk da yola çıkmadan biraz daha tadını çıkaralım doğanın.
—Bir günaydın öpücüğü vermeyecek misin?
—Yatağa gelirsem çıkamam diye korkuyorum.
Aslan kahkaha attı.
—O kadar mı sapık görünüyorum.
—Sapıklık değil de...
—Tamam sadece öpücük. Yoksa çıkmam yataktan.
—Öyle olsun.
Yatağa doğru ilerleyip yanında oturdum. Öpmek için yüzüne doğru eğilince Aslan beni durdurdu öylece bana baktı.
—Ne oldu, duramayacağını anlayınca öpmemden vaz mı geçtin?
—Hayır, sadece teşekkür etmek istedim.
—Ne için?
—Bugün için, hediyen için, bir yıldır benimle olduğun için, benim yüzümden katlanmak zorunda olduğun saçmalıklara sesini çıkarmadığın için, beni böylesine sevdiğin için. Her şey için işte...
—Sen hiçbir şey yapma, sadece bana böyle bak. Ben seni her durumda koşulsuz severim. Gerisi teferruat. Şimdi öpim mi?
—Öp.
Öperken gülümsüyorduk. Gülümsememiz arttıkça öpücük arada kayboluyordu. Öpmekle gülmek arasında değişik bir şey oldu. Sonunda ikimizde halimize kahkaha atıyorduk. İçim içime sığmayacak şekilde mutluydum. Enerjim bedenimden taşıyordu.
—Hadi hadi biran önce çıkalım. Ormana karışalım.
—Tamam hemen hazırlanıyorum.
Aslan kalkıp lavaboya girdi. Ben de eşyalarımızı toparladım. Montlarımızı giyindikten sonra birbirimizin başına berelerimizi geçirdik. Elele tutuşup dışarının soğuğuna kendimizi attık. Önce girişe giderek bir saat sonra kahvaltı için döneceğimizi söyledik. Ardından dünki yürüdüğümüz yolu bu kez minik kar yağışının eşlik etmesiyle tekrardan geçerek daha ileriye gittik. Etrafa bakınarak konuştum.
—Fazla sessiz ve sakin.
—Güzel olan da bu zaten. Burada bir gün kalmak mekana haksızlık.
—Evet, gönül isterdiki burada yaşlanalım. İşte...
—Beraber yaşlanalım da gerisi mühim değil. Tekrar geliriz.
—Olur. Bana uyar. Bu arada bir şey söylemem gerek, ama tadımız bozulsun istemiyorum.
—Ne oldu?
—Haftaya Barış'ın yemin töreni var ve evdekiler gitmem gerektiğini söylüyor.
—Tek başına mı?
—Hayır, Barış'ın ailesi de olacaktır.
—Kaytarma şansın yok mu?
—Elimden geleni yapacağım. Şuan aklımda bir numara yok.
—Gidersen ne kadar kalacaksın?
—Bir gece tabiki de. Okul var malum.
—Ailesi de olacaksa çok da problem değil. Sen zaten sınırını biliyorsun, o da yanaşamaz sana.
—Sen ciddi misin?
—Evet nedenki?
—Fazla olgunca bir davranış.
—Eylem bu konuda vereceğim son taviz benim. Sırf ailenle kötü olma diye. Sonra zaten ne olacaksa o dönmeden olacak.
—İnşallah. Hadi dönelim, acıktım.
Dönüş yolunda aklıma ormanda geçen korkunç filmler geldi.  Atlattıkça ürperdim, ürperdikçe sarıldım. Aslan'ın halimle dalga geçmesiyle gülerek rahatladım. Mis gibi köy kahvaltısını geniş geniş yaptık. Hiç acele etmeden sindire sindire yaşıyorduk her dakikayı. Yine de zaman su gibi akıyordu. Öğleden sonra yola çıktık, akşam uçağına İstanbul trafiğinde yetişmek için buna mecburduk. Bir de tabi arabanın teslimi vardı. Anıları heybemize doldurduk, güzel ortamı aklımızla beraber geri de bıraktık. Çalışanlar ortamı bir de yazın görün daha çok seveceksiniz demesine ikimizde kesin olmayan cevaplarla geçiştirdik. Bu yaz nasıl olacaktı kimse bilmiyordu?
—Hadi Eylem şu güzel sesini tak da dinleyelim yine.
—Sen onu ben yokken dinle, şimdi sana canlı canlı söylerim.
Yolculuk boyunca atışma yapar gibi birbirimize şarkılar söyledik. Arada söylediğimiz şarkının ilk çıktığı yıllardaki hayatımızı anlattık, arada hüzüne boğulup gözlerimizi doldurduk. Tabiki serçe parmaklarımızı birbirine dolayıp halay çeker gibi şarkılarla neşemizi de bulduk. Hayatımdaki en keyifli yolculuktu.
—Seninle karavan yolculuğu da ne keyifli olur biliyor musun? Şöyle yazın sıcağında, camdan esen ılık rüzgarla, radyomuzdaki nostaljik şarkılarla.
—Bence de olur, ama lütfen sen de şoförlüğünü ilerlet. Yan koltukta pencereye doğru ayaklarımı uzatmak istiyorum.
—Resmen yerimde gözün var. Sen öğretmedikçe öğrenemem. O da yaza kadar pek mümkün gözükmüyor.
—Demekki sonraki yaza kalır böyle bir yolculuk.
—Ya sen ne fenasın. Arada aracı durdururuz uzatırsın bacaklarını.
—Araba durduğunda bacaklarımı uzatamam. Arka tarafta yatakta uzanmış oluruz.
—Yok artık! Her molada mı?
—Fena fikir değil.
—Demekki bir sonraki yaza kalır böyle bir yolculuk.
—Hahaha Eylem yaa..
Aynı hayali sevdiğinle kurmanın tatlılığı hangi histe var? Hangi sevgi tek başına büyür? Gülmenin bulaşıcılığı en hızlı hangi kalpler arasındadır? Birbirimizin gözünün içine bakarak attığımız o şen kahkahaları ağır çekimlerle kaydediyordum hafızama. Bir gün adımı unutsam da unutmam bu anları. Gülüşünden çıkan o sesle sildim kulaklarımın pasını, bir daha pas tutar mı? Öyle bir sevmek ki içimden çıkan şey güneşin doğuşu gibi, öyle bir mutluluk ki varlığıyla etrafıma yaydığım o doğan güneşin tenini hafifçe ısıtması gibi. İçime doldurduğum o kokusu ormanda soluduğum tertemiz hava gibi. Kalbinin en mahrem yerinde bir an yaşamak mutluluktan alınacak en güzel pay değil mi? Aslan aşk gibi, aşktan öte onun varlığında kendimi bulmam gibi...
Arabamızı teslim ettik, hızlıca akşam yemeği için bir şeyler atıştırdık, şimdi el ele uçağa giden kapının açılmasını bekliyorduk. İkimizde iki saat sonra ayrılacak olmanın hüznündeydik. Ama birbirimize çaktırmamak için deli bir çaba harcıyorduk.
—Şimdi ne yapacaksın?
—Ne gibi?
—Murat abi olayını atlattık yani kısmen de olsa, İstanbul iş başvurularını da yaptın.
—Dönünce iş başvurularıma devam edeceğim, başka illere de internet üzerinden başvuru yaparım. Biran önce bir yerlere girmem gerek.
—İş olmazsa askerliğe başvuracak mısın?
—Bir sonraki alımlar nisan ayında. Eğer o güne kadar başvurularım olumlu sonuçlanmazsa giderim.
—Ben ne olacağım?
—Dua edeceğiz işlerden biri olsun diye. Aksi taktirde ne olacak ben de bilmiyorum.
—İşlerden birisinin olduğunu varsayarsak?
—O zaman çeker alırım seni rahatça. Düzenimizi kuracak kadar çalışırım. Sonra Askere giderim. Her türlü hasretlik çekeceğiz.
—Yoo, sen nereye gidersen ben o şehre yerleşirim. Hergün ziyarete gelirim, haftasonu da sen çıkarsın görüşürüz.
—Aferin çok güzel plan yaptın, okul ne olacak?
—Onu hiç düşünmedim. Amaaa neyseki haftasonu ders yok.
—Çok uzak şehirlerde olursak?
—Yaw ne olsun istiyorsun? Hep olumsuz olma. Belkide bulunduğum şehire düşersin belli mi olur?
—81 ilde 1 ihtimal.
—Biz öyle ihtimallerin peşinden koşuyoruz ki, bu bize vız gelir.
—Değil mi ama?
Uçaktayken erken kalkmanın verdiği yorgunlukla Aslan'ın omzunda uyuyakaldım. İnmeye yakın gözlerimi açıp gerneştim.
—Geldik mi?
—Sayılır.
—Ne acı.
—Bence de acı. Ama yine görüşeceğiz ve araya tatlılıklar katacağız değil mi?
—Tabi ki görüşeceğiz.
—Gitmeden koyduğun yasaklar kalktı mı?
—Onlar seni İstanbul'a getirtmek içindi. Yaptırmak istediğim başka şeyler olursa aktifleştiririm.
—Sen bilirsin hayatım ben erkeğim yasaklarını başka bir şekilde hallederim.
Yandan bir bakış attım. Onun sinsi gülüşleri ile ima ettiği şey içimdeki öfkeli kıskanç kadını uyandırdı.
—Yemin ederim keserim ✂️
Aslan cümlemi bitirmemle kahkaha atmaya başladı. Benim öfkeli halime nazaran o gözünden yaş gelene kadar güldü. Neye güldüğünü bile anladım, çünkü gerçekten kızmıştım.
—Neresi komik, blöf yaptığımı mı sanıyorsun?
—Hayır ama bu korkuyla asla böyle bir yasak koyamazsın daha.
—Ben olsam o kadar emin olmazdım. Şuan öyle kızdırdın beni ki sebebe gerek yok, evlenene kadar ancak rüyanda görürsün beni derim kalırsın öyle.
—Oooo tamam tamam sustum. Yemin ederim senden başkasına yan gözle bile bakmam.
—Bakma zaten, yoksa o gözleri de oyarım.
Aslan yine gülmeye başladı, bu kez ben de ona eşlik ettim.
Merkeze kadar birlikte gelip evlerimize giden araçlara binmek için ayrıldık. Sabretmeye kaldığımız yerden devam edecektik...
Dönüşümün ardından Aslan da ben de grip olduk. O kadar dikkat etmiş olmamıza rağmen temiz hava bünyemizi sarstı. Onunla aynı anda hasta olmak bile bana keyif vermişti ancak hastalığı birbirimizden ayrı evlerde atlatmaya çalışmak can sıkıcıydı. Aslan benden daha fazla yorulduğu için hastalığı daha ağırdı. Bir hafta boyunca evden çıkamadı. Bense çalışmaya devam ettim. İyileşemezsem Barış'ın yemin törenine de gitmem herhalde diye düşünmüştüm. Ancak annem akşamları ne kadar şifalı içecek varsa bana getiriyordu. Yani kaçamamıştım. Bir hafta boyunca göremediğim Aslan özlemimin üzerine Barış'ın yanına gitmek en ağır ceza gibiydi. Aslan bu duruma sesini çıkarmıyordu ama devamlı olarak dikkatli ol çağrısı yapıyordu. Yanımızda annesi babası varken tabiki de sorun çıkmayacaktı. Yani umarım bu kez her şey hayal ettiğim gibi olur.
Cumartesi sabahın çok erken saatlerinde kalktım. Barış'ın babası beni alacak ve birlikte alana gidecektik. Annem de benimle birlikte uyandı. Gelmelerini beklerken nasihat etmeye başladı:
—Hanımefendi bir kız ol, büyüklerin yanında Barış ile çok samimi hareketlerde bulunma, oturmana kalkmana, ağzından çıkan sözlere her zaman dikkat et. Saygılı ol. Ben sana güveniyorum. Tamam mı kızım?
Anneme imalı bakışlar atıyordum. Aksi bir davranış hiç göstermiş miydim ona? Ve sonunda söylediği güven meselesi, gerçekten inanarak mı söyledi? Eğer öyleyse neden bu güne kadar güvenmedi, öyle değilse neden şimdi böyle diyor? Gözümden uykunun aktığı, söylediklerini anlamlandırmakta zorlandığım şu anda olmak yerine her şeyi bir kenara itip yorganımla yumuşarak uykuda olmayı istiyordum. Onun yerine yaptığım şey
—Tamam anne, dikkat ederim.
Telefonuma çağrı gelince aşağı indim ve yolculuk başladı. Uçakta yine uyuyarak anlık kaçışımı yaptım. Uçak inerken gözlerimi açtım. Biraz kendime gelmiştim. Taksi ile şehir merkezine gelip birlikte kahvaltı yaptık. Benim tamamen aksime onlar fazlasıyla heyecanlıydı oğullarını görecekleri için. Gereksiz özlem gözyaşları, şükür nidaları, bundan sonraki ayları nasıl geçireceklerinin endişeleri. Yüzüme taktığım tatlı gelin imajıyla bende aynı duygulardaymışım gibi davranarak, onları teselli etmeye çalışıyordum. İnanmadığım bir şeyi yapmaya çalıştığım için kendime o kadar yapmacık geliyordum ki, on kilometre öteden anlaşılıyordur tavrım, neyse ki beni çok tanımıyorlar da yırtıyorum.
Törenin yapılacağı alana geldik. Kelimenin en somut haliyle ana baba günüydü orası. Herkes stadyumda oğlunu daha iyi görebileceği bir yer kapma telaşındaydı. Biz orta tarafta ilk bulduğumuz boşluğa oturup beklemeye başladık. Tören başlayıp tabur tabur askerler sahaya çıktığında hangisinin Barış olduğunu çıkarmaya çalıştık. Ancak birbirinin aynısı yüzlerce erkek arasından bunu yapmak gül bahçesindeki en güzel çiçeği aramaya benziyordu, yani imkansızdı. Yüzlerini göremeyeceğimiz kadar uzaktık. Ve hepsi kamuflaj giyiyordu. Ortaya hepsine birden bakarak yemin etmelerini dinledik. Ülkemdeki vatan millet aşkıyla yapılan bu uygulamalar insanın vatanseverlik duygularını kabartıyordu. Askerler hep bir ağızdan ant içerken yüreğimde bu uğurda bir çoşku oluşmuştu. Tören bittikten sonra çıkış yerinde Barış'ın gelmesini bekledik. Her geçen askere işte bu diyerek baktık, kısacık saçlarıyla, yeşil yeşil halleriyle klonlanmış bir düzine insan. Uzun süre orada bekleyip, sırayla çıkan tüm askerlerin yüzüne bakmaktan başım dönmüştü artık. En sonunda kapıdan Barış çıkınca acaba bu o mu diye tereddüte düştüm. Neyseki Barış o kadar insan içinde adımı haykırarak kendisini belli etti. Hızlı adımlarla yanıma geldi. Ve bir ay değil de bir asırdır görüşmüyormuşçasına sarıldı. Geri çekildiğinde gerçekten gözleri ışıldıyordu. Ve ben bir kez daha kendimden utanmıştım. Kalabalıkta birbirimizi kaybetmemek adına Barış'ın elini tutup annesiyle babasını beklemesi için bıraktığım yere götürdüm. Aralarında yaşanan yoğun sevgi şölenini izledim. Bir süre oturup geçen günlerde Barış'ın yaşadıklarını dinledik. Annesi de kendi ailesinde olan dedikodulardan bahsetti. Ben sessizce onları dinleyip, kendimi yabancı biri gibi hissettiğim bu ortamda ne işim olduğunu sorguladım. Ardından akşam yemeği için merkezi bir yerde rastgele bir restoranta girdik. Ve babasının yirmi yılda hiçbir şey değişmemiş diyerek geçirdiği askerlik anıları burada da devam etti. Yemek sonrası soğuyan hava ve herkesin yorgun olmasıyla kalacak olduğumuz kurum misafirhanesine geldik. Saat dokuz olmuştu anne ve babası sabah erken saatte kalkıp bunca yaşadıklarıyla çok yorulduklarını söyleyecek odalarına çekildiler. Aynı yorgunluk bende de vardı. Yorgunluğum hala tam atlatamadığım gribime eklenmişti. Kurumda oturmak için bir kafeterya yoktu, dışarısı da fazlasıyla soğuktu. Ben de biran önce odama gidip Aslan'a her şey yolunda mesajı çekmek istiyordum. Ancak Barış yatmamı istemiyor. Odada oturma konusunda ısrar etti. Bir türlü savuşturamadım Barış'ı uyuma numarasıyla kendi odasına yollarım diye düşündüm. Odaya geldimizde ben yatağa kurulup bağdaş kurdum. Barış da sandalye de oturdu. Uzunca bir süre ne konuşacağımızı bilmediğim bir sessizlik oluştu. Aramızda Barış'ın bir türlü göremediği derin bir boşluk vardı. Ben o boşluktan çoktan düşmüştüm ama Barış hala kapatmak için çırpınıyor. Nasıl göremiyor anlam veremiyorum. Aşk mı onu böylesine kör eden şey yoksa hastalıklı başka duyguları mı var? Ben psikolog değilim bunu anlayamıyorum. Objektif olarak da bakamıyorum, çünkü aşk olduğuna inanmak istemiyorum.
Hiç bitmeyecekmiş gibi süren bu sessizlikten sonra Barış konuşmaya başladı
—Eee hazırlıklar nasıl gidiyor?
—Bilmem annem hallediyor yerime. İncik boncuk saçma sapan çeyiz işleri. Benim yaptığım tek şey gelinliği seçmek oldu, dikime başlamışlardır.
—Bundan hiç bahsetmemiştin, nasıl bir gelinlik, çok merak ediyorum seni onun içinde.
—Kabarık beyaz gelinlik işte.
Sanıyorum bu soruya verilecek en basit, en geçiştirme cevabı verdim.
—Fotoğrafı yok mu?
—Var ama üzerimde değil, cansız manken üzerinde. Göstereyim dur.
Telefonumda gelinliğin resmini ararken Barış sandalyeden kalkıp yanıma geldi. Yatağın üzerine oturdu.
—Uğursuzluk olmaz değil mi?
Sorusu bana komik gelmişti.
—Varlığı başlı başına uğursuzluk bunun.
—Ne demek o?
—Aha buldum bak bu. Ama tabi bazı ufak değişiklikler olacak.
—Güzel, sana çok yakışacaktır eminim.
—Bakalım.
Umarım üzerimde onu hiç görmezsin. Umarım bu fotodan öteye gitmez. Umarım senin adına uğursuzluk getirmiş olurda biter gider aramızdaki bu iş.
Aynı ekrana bakmak için eğildiğimiz bu anda fazlasıyla yakındık. Başını kaldırdığı an burun buruna geldik. Öpmek için yeltenince geri çekildim.
—Barışcım gerçekten çok yorgunum, bir de gribim. Bulaşmasın sana burada atlatman zor olur sonra.
—Varsın senden gelsin hastalık. Çok özledim Eylem. Öyle bir özlemek ki tarifi mümkün değil. Burada başka bir şey düşünemez oldum. Varsa yoksa sen...
Fısıltı şeklinde konuşarak yüzünü giderek bana yaklaştırdı. Tam öpeceği sırada yine başımı çevirdim. Ve hızla yataktan kalktım.
—Çok sıkıştım ben bir tuvalete gideyim.
Arkasına yaslanan Barış olur anlamında başını salladı. Ve hiçbir temasta bulunmadığımız halde kabaran erkekliğini düzeltti. Tuvalete girip biraz bekledim. Benden başka bir şey düşünemez olmuşmuş. Oysaki yokluğumda bazı gerçekleri farkeder sanmıştım. Tabi bu Barış! Neden normal insan beklentilerine giriyorum ki. Ayrıca devamlı bu duruma düşüyor olmak çok sıkıcı. Sanki bir şeyler yaşamak zorundaymışız gibi.. Barış'ın bunu böyle aşikar istemesi normalken benim reddederken zorlanmam niye? Neden bahane bulmaya çalışıyorum ki. İstemiyorum. Evlenmeden olmaz. Neden bu ısrar? Aynada kendimle konuşarak savaşıyorum. Tuvaletten çıktığımda uyumuş olsa keşke. O sırada içeriden telefonumun sesini duydum. Gözlerim korkuyla büyüdü. Aslan?!
Hemen içeriye geçtim, Barış telefonumu almış açmaya çalışıyordu.
—Şifresini değiştirmişsin?
—Eee şey evet değiştirdim, annemler devamlı karıştırıyorlar diye.
—Ailenden gizleyecek bir şeyin mi var?
—Yok tabi de, bu demek değilki özgürce karıştırsınlar.
—Söylesene şifreni.
—Önce ben alıp mesajımı okuyabilir miyim?
—Benden de saklayacak değilsin herhalde?
—Şimdi kızlar ileri geri bir şey yazmışlardır. Önce ben okuyayım duruma göre sana derim.
—Lion yazıyor ekranda.
—Aaaa Cansu o. Birlikte kursa gittiğim kız. Bugün buraya geldiğim için kursa gidemedim kesin onun hakkında bir şey diyor. Alabilir miyim?
—Lion ne alaka?
—Bir keresinde bir satıcıya baya bağırmıştı. Bende ona aslan gibi kükredin dedim. O günden beri lion diye sesleniyorum ona. Öyle.
Bu saçma yalan nerden aklıma geldi bilmiyorum. Kızların böyle aptalca şeyleri olur ama, umarım Barış inanmıştır. Açıkçası ben söylerken hiç inanmadım. O yüzden de suratımda enşeli bir sırıtma var. Dikkat çekmeden telefonu almaya çalışıyorum ve başaramadım bir türlü.
—Anladım, telefonu istiyorsan seni öpmeme izin ver.
—Yuh! Ne alaka ya, iki farklı şeyi nasıl birleştirirsin.
—Sen bilirsin o zaman. Sabaha kadar vermem ben de.
—Saçmalıyorsun ve ben kızıyorum artık.
—Sen de benden kaçtıkça ben kızıyorum Eylem.
—Lütfen bunu yaşamak zorundaymışız gibi davranma. Korkutuyorsun beni.
—Bu güne kadar hep istekli olan sen olurdun, şimdi bu halin de beni korkutuyor.
—Doğru yer değil burası. Geriliyorum. Telefonu alabilir miyim?
—Al.
Oturduğu yerden bana uzattığı telefonu elinden almak için ileriye doğru bir hamle yaptım. Barış da aynı hızla bileğimden tutup beni yatağa çekti. Ve biranda üzerine doğru düştüm. Göğsüne denk gelen başımı kaldırıp sinirli bir şekilde yüzüne baktım. Ve toparlanmaya çalıştım. Barış ise kalkmamam için iyice sardı beni.
—Bıraksana Barış.
—Özledim Eylem, teninin her noktasını deli gibi özledim.
—İstemiyorum ama.
—Daha önceden de öyle demiştin ama çok ıslanmıştın.
Elini direk kotumdan içeriye sokarak kalçama ulaştı. O haliyle konuşmaya devam etti.
—Kesin yine beni istiyor bu beden.
Ben daha fazla kıpırdanmaya başladım.
—Çek elini. Saçmalıyorsun sen. O bedenin verdiği bir çeşit reflex. Aklım fikrim kalbim istemiyor.
Barış kalçamdaki elini deliğime doğru ilerletti. Bu kez bahsettiği o zamanın aksine korku ve endişeden kupkuru kalmış yerde parmaklarını oynatarak canımı acıttı. Can acısıyla daha sert kıpırdanınca elini çekti. Yatakta dönerek beni altına aldı. Yüzüme bakarak gülümsüyordu. Bense ağlamak üzereydim.
—Bedenin de haklı aşkım, ön sevişme olmadan ıslanmak olmaz.
—Barış..
Dememe kalmadan dudaklarıma kendi dudaklarını bastırdı. Ellerimi başımın iki yanında tutuyor, bacaklarımı kendi bacaklarıyla sıkıştırıyordu. Kabaran erkekliği üzerimde baskı uyguluyordu. Tek yapabildiğim başımı hareket ettirmekti ancak dudaklarını o kadar sert bastırıyordu ki onu da yapamıyordum. Gözümden süzülen tek bir damla yaş ile mücadele etmekten vazgeçtim. Bitsin diye beklemeye başladım. Dudaklarını üzerimden ayırınca konuştu.
—Ahh Eylem öyle güzelsin ki. Sana karşı koyamıyorum.
—Üzerimden kalkmazsan avazım çıktığı kadar bağırır herkesi buraya toplarım.
—Zor kadını mı oynuyorsun?
—Kendim olmaya çalışıyorum, ama sen şuan oldukça sapıkça yaklaşıyorsun. Bileklerim acıdı. Kalk artık üstümden.
Artık sesimin tonu yalvarmaya dönmüştü. Aklım gelen mesajda ve gönderemedim cevapta idi. Sen sınırını bilirsin dedi Aslan ama karşımdaki sınırlarımı ihlal ediyor. İçimde büyüyen öfke patlamak üzere ancak ben sakin kalmaya çalışıyorum. Barış boynuma öpücüklerini sıralarken ben sanki böcek geziniyormuş gibi tiksintiyle başımı omzuma yaslayarak silmeye, itmeye çalışıyorum.
—Barış lütfen şimdi olmaz.
—Ne zaman olur?
—5 ay sonra dönüyorsun ve 1 ay sonrasında evleniyoruz. Nedir bu acele? Kendinden soğutma beni.
Barış toparlanıp üzerimden kalktı. Ben de derin bir nefes aldım.
—Hadi odana git artık. Ben çok yorgunum. Uyumak istiyorum.
—En azından birlikte uyuyamaz mıyız?
—Yatak tek kişilik Barış.
—Olsun sığarız biz.
—Barış git artık uyuyamayız beraber. Sabah annen odana yanına gelir seni göremez. Hakkımda kötü düşünmelerine sebep olacaksın. Git be adam.
Artık ağlamaya başlamıştım. Sinirlerim harap oldu. Dışarıya çıkartamadığım öfkem içimde patlıyordu. Halime şaşıran Barış kaşlarını çatarak bana baktı.
—Başka bir sıkıntın mı var senin?
—Barış yalnız kalmaya ihtiyacım var. Yarın konuşalım.
—Tamam aşkım, sakinleş. Yarın sabah görüşürüz.
Kapıdan çıkıp gitti bende yatağa oturarak hüngür hüngür ağladım. Kendimi toparlayamayınca pencereyi açıp soğuk havanın yüzüme çarpmasını sağladım. Dışarının dumanla karışmış havasını derin derin soludum. Biraz olsun sakinleşince yüzümü yıkadım. Yeniden yatağıma geldiğimde telefonu elime aldım. Neredeyse bir saat olacak Aslan mesaj atalı.

"Güzelim hiç yazmadın, her şey yolunda mı, seni çok merak ediyorum? "

Yeniden gözlerim dolmaya başladı. Yutkunarak geçmesini bekledim. Daha sonra cevap yazdım

"Her şey yolunda hayatım, ailesiyle birlikte oturuyorduk şimdi odaya geldim. Çok yorgunum ve uyuyacağım. Sen nasılsın?"

Cevap çok geçmeden geldi.

"Meraklanmaya başlamıştım artık, iyi olmana sevindim. Ben de iyim toparladım baya. Yarın dışarıya çıkacağım. Seni çok özledim"

"Ahhh Aslaan. Ben de seni çok özledim. Şuan yanında olmak için neler vermezdim"

"Aynen ben de. Dönünce bir şekilde görüşelim hemen. Hadi şimdi uyu da dinlen. Seni seviyorum"

"Tamam hayatım. İyi geceler, seni seviyorum."

Ayağa kalkıp pijamalarımı giydim ve yorganı en tepeme kadar çekerek bu günün hızla bitmesi için gözlerimi kapattım.
Ertesi sabah kapımın çalınmasıyla uyandım. Yataktan çıkınca sıcak bedenime vuran soğukla ürperdim. Hemen yatağa geri dönüp aynı sıcaklığa sarılmak istedim ancak kapı ısrarla çalınıyordu. Yarı açık gözlerle kapıyı araladım.
—Barış?
—Günaydın aşkım. Annemler çoktan aşağı indi kahvaltı için seni bekliyoruz.
—Yaa, tamam hemen giyinip geliyorum.
—Yardım etmemi ister misin?
—6 yaşımdan beri tek başıma giyiniyorum. Sen git ailenle özlem gider.
—Hemen tersle zaten.
Kafasını aralık kapıdan içeriye soktu. Kendince sevimli bir yüz ifadesi takındı.
—Bir günaydın öpücüğü alsam?
—Barış daha kendime gelemedim. Gelince bana da gün ayacak. O zaman veririm. Hadi git oyalama beni.
—Öyle olsun.
Suratı asıldı ve gitti. Ama şuan bunu dert edemeyecektim. Hızla hazırlandım, odamdan çıkmadan yüzüme en güler yüzlüsünden maskemi de taktım o şekilde yanlarına gittim. Birlikte kahvaltı yaptık ardından şehrin en belirleyici turistik yerlerini gezdik. Ailesinin yanında Barış sırnaşamadığı için rahattım. Dün gecenin konusu aramızda hiç açılmamıştı ama ben bir kez daha Barış'a notunu vermiştim. İstekli oluşuna değil, ısrarcı oluşuna kızmıştım. Umarım bu Barış'la son yakınlaşmam olur. Aynı pozisyona tekrar gelmek istemiyorum.
Bütün gün gezdikten sonra akşam olmadan Barış'ı birliğine teslim ettik. Ardından eşyalarımızı alıp havaalanına geldik. Devamlı ağlayan anne babayla hareket etmek çok zordu. Kendimi güzin abla gibi hissediyordum. Sakinleşmeleri için her şeyi söyleyip, yapıyordum. Ancak ısrarla ağlamaları devam etti. Bende bıraktım artık. Uçağa binince kulaklığımı takıp gözümü kapattım. Yine kaçışımı yaptım. Bu ilişkide elimden bu kadarı geliyor. Aslında bu da gelmiyor da, işte. Dayanmaya çalışıyorum, inandığım hayallerime kavuşmak için sabrediyorum.
Bir kaç ay, sonrası özgürlük...
Biz kavuşacağız, sonrası mutluluk...
Sonrası Sonsuzluk...

Umarım beklediğinize değecek bir bölüm olmuştur. Beğenilerinizi ve yorumlarınızı bekliyorum.

İPOTEKLİ HAYATHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin