46. BÖLÜM

249 46 37
                                    

—Ben buraya nasıl geldim?
          Bir türlü kapatamadığım alarm sanki beynimin içinde çalışıyordu. Yatakta oturup şakaklarımı ovarken annem kapıdan girdi.
—Nasıl bir sorumsuzluk bu yaptığın? Kaçta geldin eve? O kadar bekledim seni, kötü yola düşmüş kadınlar gibi gecenin bir saatinde eve gelmek de neyin nesi?
          Hem söylenip hem de güneşliğimi çekince gözüme dolan ışıkla beynimde şimşekler çaktı. Direk kendimi yastığıma gömdüm.
—Öyle kurtulamazsın, hemen aşağı in konuşacağız bu konuyu.
          Yüzümü yastıktan hiç kaldırmadan cevap verdim.
—Gözümü açmamla orospu damgasını yedim daha neyi konuşacağız acaba? Duyanda her gece geç gelirim sanacak!
—Aşağı gel!
—Oooffff....
          Annemin odadan çıkışını duydum yavaşça kendimi yastıktan kaldırdım. Bu nasıl bir ağrı yaa, korkunç canım yanıyor. Yataktan çıkıp üzerime bakınca ikinci şoku yaşadım. "Bu kıyafetler ne alaka ya, ben yatarken bunları giymem ki! " Yataktan çıkıp kısa bir duş aldım. Ayılmıştım ama ağrım devam ediyordu. Bir şeyleri hatırlamaya çalıştıkça daha çok ağrıyordu. Anneme ne hesap verecektim? Eve kaçta geldiğimi bilmiyorum ki? Nasıl geldiğimi de bilmiyorum. Hatırladığım en son şey Cansu'nun masasında düğün aksaklıklarına delice gülmemiz. Sonrası uçurum. Annemin geldiğim saatten haberi olmadığına göre kapıyı çalmadım. Off hatırlamamak korkunç bir duygu. Cansu bilir ya, hemen onu arayayım. Telefonu elime aldım ama Barış'tan bir sürü mesaj gelmişti.
—Neden telefonu kapattın? Yaman ne alaka ben alayım seni?
—Off Eylem, sabah kalkar kalkmaz beni ara!
           Bu ne diyor ya? Mesajlarıma girince anneme de Barış'a da aynı mesajı atmışım. Nasıl da duyarlı bir bireyim. Şuan hatırlamasam da o sırada bunları akıl edebilecek kadar dinçmişim çok enteresan. Tam Cansu'yu arayacaklen Barış aramaya başladı. Ve yanlışlıkla direk aç tuşununa baktım. Gözlerimi devirerek telefonu kulağıma götürdüm. Ama Barış'ın sinirli sesiyle telefonu kulağımdan uzaklaştırdım.
—Sen ne yapıyorsun Eylem! Geç saatlerde elin herifleriyle mi eve geliyorsun?
—Sizin sorununuz ne? Sabah kalkınca ilk olarak günaydın denir.
—Onun için uyumuş olmak gerekir!
—Uyumadın mı neden?
—Eylem beni delirtme, bu kadar da sorumsuz olma.
          Bir gecelik bile kendimi kaybetmeme izin vermiyorlar. Bu ne saçma hayat Allah aşkına. Memur hayatı yaşayıp işten eve evden işe geldiğimde sorumluluk sahibi mi oluyorum? E bunca zaman öyleydim nerde plaketim? Bir gece altı üstü yaa bir gece..
—Barış tamam sana ayrıntılı açıklama yapacağım ama önce afyonumu patlatayım olur mu? Haa şunu söyleyeyim ama Yaman Cansu nun eşi. El adamı değil. Ve başbaşa gelmedim. Cansu yanımdaydı.
—Telefon neden kapandı?
—Eeee şarjı bitti.
—Sana harici batarya alacağım, başka türlü olmayacak.
—Çok düşüncelisin, görüşürüz kahvaltıya iniyorum.
—Bugün görüşelim zaten. Kurs çıkışına geleceğim.
—Peki.
          Barış'ı atlattım. Parçaları birleştirmeye çalıştım. Demek telefonu yüzüne kapatmışım. Şarja takmadığıma göre telefonu bilerek kapatmışım. Nasılda bana yakışan bir hareket. Cansu'yu arayacakken annemin aşağıdan adımı haykırışını duydum. Gözlerimi devirdim. Hadi bakalım Eylem bu işten de yırtabilecek misin?
Aşağı indim direk dolaptan bir ağrı kesici alıp içtim. Annem sorgulayan gözlerle bakıyordu.
—Az uyumaktan sanırım, başım ağrıyor.
—Sevmediğim şeyleri neden yapıyorsun! Sen neden böyle bir kız oldun? Benim iki kızım daha var hiç senin gibi bir sorumsuzluk yapmadılar, sanki seni ben yetiştirmedim. Geç kalma dediğim halde eve gecenin bir saati geliyorsun. Ne yaptın o saate kadar, nerdeydin, kimleydin? Seni takip etmekten yoruldum, biran önce evlensen de bende kurtulsam!
—Anne tüm sorularını aklımda tutamıyorum teker teker sorsan? Neyse dur vazgeçtim aklımdakileri cevaplayayım. Misafirler oturunca ben de oturmak zorunda kaldım malum eşi bizi bırakacaktı hadi beni bırak da gel misafirlerinle otur diyemezdim. O yüzden geç kaldım sana da haber verdim. Bu kadar. Haa bir de benim arkadaşıma gitmem bu kadar sorun olurken Ezgi'nin arkadaşıyla il dışı tatili yapması olmadı. Demekki sen her kızını aynı yetiştirmedin. Aynı olmamızı bekleme.
          Annem tam bir cevap verecekken konuşmaya devam ettim.
—Ayrıca beni kollamana gerek yok, aklımda var fikrim de kendimi kollarım. Sorumluluklarımı da bilirim.
           Çayımı doldurup masaya oturdum. Hiçbir şey yiyecek halim yoktu. Midem alt üst durumdaydı. Ama yeni bir sorguyu kaldıramayacağım için kendimi zorladım.
—Taksi çağıramadın mı, ya da Barış'ı?
           Off mantıklı sorular bunlar.
—Taksiye verecek kadar nakit param yoktu yanımda, saat geç olunca Barış'a gel beni al demek geldiğim saatten daha geçe kalmam demek olacaktı.
—O çocuk iyi seni çekiyor, sen de devamlı yaka silk ondan. Barış gibisini zor bulursun. Azacık kıymetini bil çocuğun.
          Ağzıma attığım son lokmalar resmen boğazıma dizilmişti. Yutmakla geri çıkarmak arasında orada öylece bekliyordu. Yutmak için direndim, çay içtim ama olmadı. Bedenim bana aykırı davrandı. Ağzımı tutarak tuvalete koştum ve ilaç da dahil midemde ne varsa çıkardım. Biraz rahatlamıştım. Elimi yüzümü yıkayıp yeniden mutfağa girdim. Yeniden bir ağrı kesici alıp içtim.
—Ben kursa gidiyorum. Çıkışta pek kıymetli nişanlım ile buluşup değerli zamanlar geçireceğim. Haberin olsun !
          Annem söyleyeceklerini yutup dişlerini sıkarak başını 'senden bir halt olmaz' dercesine sağa sola sallıyordu.
          Odama çıkıp ceketimi almak için dolaba yöneldim. Karışmış çekmeceye bakındım. Bir anda aklıma gelenle gözlerim parladı ve Aslan'ın tişörtünü aradım. Ama yoktu. Geç kalma pahasına tüm dolaba bakındım. Yatağımın her yerine, banyoya, kirli sepetine, olabilecek heryere ama yoktu. İçimi bir panik dalgası sardı. Annem mi aldı acaba? Nasıl bileceğim bunu anneme dolabımdaki erkek tişörtünü sen mi aldın mı diyeceğim? Almadıysa öğrenmiş olacak. Aldıysa zaten biliyor demek. Of off oooofff!!!
          Çantamı alıp evden çıktım. Hızlı bir şekilde kursa gittim. Cansu sınıfta oturuyordu.
—Cansum günaydın
—Oooo ben gelemezsin sanıyordum?
—Evdeki cehennem hayatının sadece toplu iğne ucu kadarını yaşasan değil kursa gelmek, ülkeyi terkedersin.
—Sabah sert geçti anlaşılan?
Cansu'ya eğildim
—Cansu ben hiçbir şey hatırlamıyorum. Annem de Barış da beni sorguya tuttu. Ve başım inanılmaz ağrıyo. Ne olur beni bir aydınlatıver.
—Akşam biraz fazla kaçırdın kutlamayı canım. Geç olunca eve sarhoş gitme o halini görmesinler diye annene ve Barış'a gecikeceğinin mesajını attım ama Barış arayınca telefonu kapattım. Sonra Yaman seni eve bıraktı.
—Yaman da içmişti. Nasıl araç kullandı.
—Yok güzelim o sen kadar içmedi, kahve falan yaptım ona gayet iyiydi. Bir sıkıntı olmadı yani. Zaten ben de geldim sizinle. Ne olur ne olmaz diye.
—Hıımm, eve kaçta döndüm?
—Eee 1 i geçiyordu sanırım. Haa bir de eve varmadan telefonunu açıp saati kurdum. Kursa gelebilesin diye.
—Anladım sağol yaa hakkını ödeyemem iyi idare ettin beni.
          Masaya kollarımı koyup üzerine yattım. Yüzüm Cansu'ya dönük
—Sana bir şey diyim mi?
—Söyle canım?
—Rüyamda Aslan'ı gördüm. Böyle denize karşı oturmuşuz omzuna yatmışım, sonra beni öpüyordu. Sonra bir anda odamda olduğunu gördüm. Bir şeyler daha oluyordu ama karmakarışık rüya işte hepsini hatırlayamıyorum. Yine de çok güzeldi, her gece rüyama geleceğini bilsem akşam 6 da uyurdum herhalde.
—Seni öptü öyle mi?
—Evet.
—Allah allah, bundan bahsetmedi.
Cansu mırıldanır gibi konuştu,
—Ne? Rüya kızım ne sinirleniyorsun?
—Rüya hıhııı rüya.
—Tamam ben de kızgınım ona, ben içimdeki açık yarasıyla başetmeye çalışırken onun başka kızla görüşmesiyle o yaraya tuz basıldı resmen.
          Cansu sustu ben de sustum. Düşünmemeye çalışıyordum. Yoksa yeniden kendimi kaybedecektim üstelik bu sefer içmeden!
          Hoca derse girince doğruldum. 15-20 dakika geçmişti ki bir anda aklıma geldi. Cansu'ya doğru eğildim.
—Cansu çok garip bir şey daha var.
Cansu endişeli gözlerle bana baktı. Fısıltı şeklinde konuştum
—Ben de Aslan'ın tişörtü vardı. Sabah onu bulamadım bir türlü. Annem aldı galiba ne diyeceğim ona?
           Cansu derinden bir of çekti. Başını kaşını.
—Düşüneyim Eylem.
—Hee tamam.
           Derse döndüm. Cansu elinde telefon mesaj çekiyordu. Ben de ağıran başımla anladığım kadarıyla dersi dinlemeye çalıştım. Öğle arası geldiğinde kantine çıkıp oturduk.
—Off Cansu ağrı kesicin var mı?
—Durumumdan dolayı ilaç taşımıyorum.
—Doğru.
—Eylem, tişört meselesinde annene bir şey deme. Eğer o almışsa sana mutlaka bir şey diyecektir. O zaman cevap verirsin.
—Ansızın söyleyip hazırlıksız yakalarsa beni.
—Yaa Barış'a almıştım dersin.
—Kullanılmış tişört?
—Ben giydim kendi kokumla beraber ona hediye edecektim dersin.
—Fena fikir değil. Ama?
—Ama?
—Ama ben o tişörtle yatıyordum.
—Ona bir şey diyemem.
          Başımı yeniden masaya koydum çünkü ayakta tutamayacak kadar ağrım vardı.
—Çıkışta Barış'la görüşeceğim. Bu kafayla nasıl olacak bilmem.
—Bir eczaneye uğrarsın.
—Nöbetçi eczane aramam gerekecek. Sen ne yapacaksın?
—Eve geçerim, Yaman da ancak toparlamış olur zaten.
—Benim kadar içmediyse o çoktan toparlanmıştır. Zaten bünyesi daha alışık onun.
—Haa evet doğru diyorsun.
          Cansu'nun tutarsız konuşmaları olsa da anlattıklarıyla kafamdaki soru işaretleri biraz olsun hafiflemişti. Saçma sapan bir şey yapıp kimseyi kırmadığıma sevindim. Kurs sonrası Cansu ile ayrıldım, Barış geldi ve birlikte bir kafeye gittik.
—Anlat bakalım Eylem hanım?
—Ne anlatayım?
—Dün akşamını? Nasıl geçti?
—İyi güzel, keyifli.
—Bir daha bunu yapma olur mu? Bir aya gideceğim zaten aklım sende kalmasın. Uslu bir kız ol.
—Olmazsam?
—Anladın sen canım, işi yokuşa sürme.
—Anlamadım bir şey?
—Sana bir şey soracağım ama dürüst olmanı istiyorum.
—Senin bu soruların hep beni korkutmuştur, acaba sormasan mı?
—Kafamda oturtamadığım şeyler de beni korkutuyor.
—Tamam sor madem. Bu ilişkide önemli olan sensin!
—Ne ilgisi varsa. Neyse daha onunla görüşmüyorsun değil mi?
—O?
—Şu bir ara beni aldatıp görüştüğün kişi.
—Aldatmak?
—Soruma cevap versen de aralara takılmasan?
—Ben seni aldatmadım sadece sen ayrılmayı kabullenemediğin için hala beraber olduğumuzu sandın! Soruna gelirsek kimseyle görüştüğüm falan yok.
—Tamam o zaman ispatlayalım.
          Kahve bardağımın yanında duran telefonumu eline aldı.
—Şifresi ne?
          Soruyu sormasıyla aklımda bir şimşek çaktı. Cansu akşam telefonumu kapatmıştı, sonra açtım dedi. Nasıl açtı? Şifresini bilmiyor ki? Şifremi kimse bilmiyor, sadece....Yok artık saçmalama Eylem yüksek ihtimalle sarhoş kafa ne sorsa söyledin. Elimi Barış'a uzattım.
—Telefonu alabilir miyim?
—Neden, benden gizlediğin bir şey mi var?
—Hayır yok, ama arkadaşlarımla olan konuşmalarımı okumana izin vermeyeceğim.
—Neden?
—Ne demek neden? Daha saçma bir soru yok şuan dünyada.
—Ben senin eşin olacağım aramızda en küçük şeyler bile gizli olmamalı. Şifreni söyle lütfen?
—Yani kız arkadaşlarımın adet günlerini, kanama miktarlarını, depresif hallerini, iş hayatlarını, hatta bazen gereksiz fotoğraflarını, bilmek ve görmek istiyorsun öyle mi?
—Sürekli bunları mı konuşuyorsunuz?
—Hayır ama konuşma aralarında görmen muhtemel. Lütfen Barış hiç hoşlanmıyorum böyle şeylerden.
—Ben de bu durumdan hoşlanmıyorum. Şifreni bilmiyor olmak bile yeterince can sıkıcı.
—Hayatta kafaya takılacak daha ciddi meseleler var ama sen en olmazlara meğillisin. Taktirlik bir yetenek. Şimdi telefonumu alabilir miyim?
          Barış amacına ulaşamadığı için sinirlendi ve sert bir şekilde masaya telefonu bıraktı.
—Senin 'olmaz' dediğin o ayrıntılara gizleniyor ilişkiler. Ben o olmazları istemiyorum. Kafam her anlamda rahat olmalı. Şimdilik bir şey demeyeceğim ama bir dahakine bu telefon elime geçince açılacak anladın mı?
—Hıhııı Pandoranın kutusu o. Açılınca bir aydınlanma gelecek sana. Aslında sana delice aşık olduğumu ama bunu gösteremeyecek kadar utangaç olduğumu anlayacaksın! Ya da yoook aslında hala birileriyle görüştüğümü ve seni aldattığımı göreceksin. Çünkü bunları anlamanın tek adresi bu lanet telefon değil mi?
—Tek adres olmasada önemli bir adres olduğu kesin.
—Biraz içimi gör! Beni duy, anla, hisset. İnsani anlayışlar geliştir olmaz mı!
—Onu hala seviyor musun?
          Biranda gelen bu soru ile öylece kalakaldım. Ne cevap vereceğimi bilemedim. Kahvemden bir yudum aldım. Ağrının bıçak gibi yeniden saplandığı bu soru ile gözlerimi kapatıp derin nefes aldım.
—Bugün neden ısrarla ondan söz ediyorsun?
—Rahatsız mı oldun?
—Şaşırdım sadece, aklını çözmeye çalışıyorım ama olmuyoru.
—Sen soruma yanıt ver.
—Hayır.
—İnanayım mı?
—Telefona mı bakman gerekiyor?
—Duymam gerekiyor.
—Hayır dediğim şeye inanma dememi mi bekliyorsun?
—Beni sevdiğini duymak istiyorum.
—Bunu duymak istediğin için söylersem mutlu olacak mısın?
—Yalan konuşmayan bir insan olduğuna göre ne için olduğunun bir önemi yok, ağzından çıkan doğrudur, inanır mutlu olurum.
—Seni seviyorum
          En lakayık bir şekilde söylediğim halde Barış'ın yüzüne bir gülümseme yayıldı, benim yüzüme en ağırından bir mutsuzluk. Hangisine üzüleceğimi şaşırdım, onu sevdiğim halde hayır dediğime mi, barış'ı sevmediğim halde seviyorum dediğime mi, bu kadar rahat yalan konuşabildiğime mi? Yoksa hepsini kenara itip Aslan'ı özlediğime mi? Sanırım bir tek buna üzüleceğim. Ne Barış'ın aklındaki karmaşa umrumda, ne ağzımdan çıkanlar. İçime dolan o eksikliğin acısını yaşıyorum. Bir haftayı geçti artık. Aklım bana bitti mi yani diyor? Bitti mi? İnsan görmezse, duymazsa, dokunmazsa sevmekten vazgeçer mi? Vazgeçebilir miyim, onun yerine gerçekten Barış'ı sevebilir miyim? İçimden kopan bir şeyler var, parça parça eksildiğimi hissediyorum. Ama umutlarım gidiyor, hayallerim gidiyor, inancım gidiyor, sevdam kalıyor, aşkım beni hiç terk etmiyor. Eskiyorum artık, iyice huysuz bir kadın oluyorum. Kendimi bile çekemiyorum. İyice yalnızlaşıyorum. Ama biliyorum ki şimdi gelse, sıkıca sarılsa bana bütün yalnızlığım kırılıverir. Yine kalabalıklaşırım. Ama böyle kalmak, beklemek, en zor geçen mevsim benim için.
           Barış'dan ayrıldım, onunla olan tüm görüşmelerim bir savaş gibi geçiyor. Sürekli denetlenmek, sürekli bir kalıba girmek zorunda kalıyorum. Bu durum beni fazlasıyla yoruyor. Ağrıyan başım, acıyan kalbim eve gidecekken ayaklarım beni sahile götürdü. Aslan'ın yüzünü elleri arasına aldığı o taşın üzerine oturdum. Rüzgar soğuk soğuk esiyor, üşüyen yanaklarımı sıcak gözyaşlarım ısıtıyordu. Ağlıyordum çünkü elimden başkası gelmiyordu. Şimdi arasam onu gel desem... Diyemem ki dün akşam benim yanıma gelmedi ki, o lanet kızı görmeye gitti. Kendine bensiz bir yol çiziyor. Haklı da aslında, benimleyken o kadar çok sorun var ki başetmesi zor. Sıradan çiftler gibi lay lay lom bir ilişki yaşamak varken her şeyimiz kaçak göçek. Belki de böyle daha mutlu olur. Düşündükçe hıçkırıklarım artıyor. Ama biliyorum ki onun mutluluğu için ben onsuzluğun acısını çekmeye razıyım. Keşke Barış'da benim gibi sevebilseydi beni. Mutluluğum için gidebilseydi benden.
          Omuzlarıma sıcacık iki el değdi. Başımı kaldırdığımda görmeyi en son dahi istemeyeceğim kişi burdaydı.
—Uzaktan uçusan saçlarını, yalnızlığını izlemek çok keyifli, ama denize bakıp da gelmeyecek gemileri beklemen hüzün veriyor bana.
          Elimle gözlerimi sildim. Gelip yanıma oturdu. Ben kalkmak için toparlanınca elimi tutup yerime oturttu.
—Gitme lütfen!
         Sertçe elimi çektim.
—Dokunma bana, seninle konuşmak istemiyorum.
—Neden?
—Doğru değil!
—Sana evlenme teklif ettim diye mi?
—Beni mi takip ediyorsun sen?
—Sayılmaz, geçerken gördüm.
—Kötü bir yalan! Eve gitmem gerek.
—Eylem, bak dakikalardır burada ağlıyorsun. Gerçekten bu kadar acı çekmene üzülüyorum, gel işte. Kurtarayım seni bu mutsuz yaşantından. Sevmediğin bir insanla bir ömür geçirme.
—Seni sevdiğimi falan mı sanıyorsun? Nasıl kendini seninle olursam mutlu olacağıma inandırdın?
—Aradığın her şey bende var.
—Mesela saygı var mı?
—Tabi ki.
—O zaman Aslan'a duyduğum aşka saygı göster. Ve bir daha karşıma çıkma!
—Hala mı Aslan?
          Hayret dolu gözlerle bana bakıyordu. Bu kez ayağa kalktım. Tepeden aşağı ona baktım.
—Ben Aslan'ı seviyorum. Hayatıma kim girerse girsin onu sevmeye devam edeceğim. Duymadıysan daha sesli söyleyeyim Aslan'ı seviyorum.
          Alabildiğince bağırmıştım. Bir şey söylemesine fırsat bırakmadan arkamı döndüm ve ilerlemeye başladım. Kendimi ferahlamış, rahatlamış hissediyordum. Barış'a söylediğim yalanlara inat böyle gerçekleri bağırmak kendimi iyi hissettirmişti. Bir kaç adım attıktan sonra arkamdan intikam alır gibi seslendi
—Aslan dün gece o kızın koynundaydı. Geç saatte yanıma gelip ballandıra balandıra gecelerini anlattı. Sen onu sevmeye devam et. Onun için sen de bir et parçasıydın. Ama benim için öyle değilsin!
          Kulaklarımı tıkamak, yalanlarını duymamayı istedim. Dişerimi sıka sıka en hızlı adımlarımla ondan uzaklaştım. Boğazıma bir yumru, içime taş oturmuştu. Her adımda aynı şeyi tekrar ettim. Yapmaz, Aslan yapmaz, bunu yapmaz, bana yapmaz, bize yapmaz. Beni unutmuş olamaz. Onun için ben söylediği şey olamam. Ben biliyorum. Ben Aslan'ı içimde hissettim hep. Hayır hayır, yalan konuşuyor. Canımı yakmak için yapıyor. Lanet olsun! Lanet olsun!
Canım çok yanıyor...
          Eve vardığımda yerimde duramıyordum. Odamda bir ileri bir geri gidiyordum. Tüm benliğim söylediği şeylerin yalan olduğunu biliyor ama beynimde minicik bir nokta, bir toz zerresi acaba diyor ve tüm benliğim ona yenik düşüyor!
          Nişanlandığım gece az kalsın Gaye ile de beraber olmuyor muydu? Üzgün ve mutsuz oluşunu böyle atlatmaya çalışmadı mı? Peki ben, buluştuğumuz ilk gün yatağa girmedik mi? Düşüncelerimin hepsi beni tek bir gerçeğe götürdü ve sinirle bağırarak komidine tekme attım, üzerindekiler yere saçıldı. Ezgi koşarak yukarıya çıktı.
—Ne oldu?
—Bir şey yok ayağımı komidine çarptım.
—Ağlıyorsun.
—Çünkü canım yandı Ezgi!
—Ne kızıyorsun be, sana yardım etmeye çalışıyorım!
—Etme yardım, git odana yat uyu!
—Gelmişler sana yine. Ama kabahat bende. Ne halin varsa gör.
—Görüyorum zaten! Boktan bir halim var.
          Yatağa yattım ve her gece yaptığım şeyi yaptım. Üstelik bu kez sarılacağım bir tişörtü bile yoktu. Geçen bir kaç saatin sonunda anladım ki onun gibi olmalıyım. Ben de ona veda etmeli ve önüme bakmalıyım. Telefonu elime aldım. Yazmaya başladım.
—Hiç beklemediğim bir anda hayatıma girdin ve bana yaşıyorum dedirttin. Yaşıyor olmak başka, yaşadığını hissetmek başkadır. Sen bana yaşadığımı hissettirdin. Bana kendimi bu kadar özel hissettirdiğin için teşekkür ederim. Hayal ettiğimden çok daha fazlasını verdiğin için, anılarımda çok güzel yer aldığın için sana minnettarım. Aynı güzel hislerimi geleceğime de taşımak isterdim. Düşüncesine dahi tahammül edemediğim bu ayrılığı yaşıyor olmayı istemezdim. Gel gör ki ömrümün son gününde bile yüzünü görmek isteyeceğim adam benim çok uzağımda. Ve ben o adamı severek öleceğim. Bu gece sevgimi kalbime hapsedip, aşkımı serbest bırakıyorum. Sen hoşça kal, ben artık yaşadığımı hissetmiyorum.
          Gönder tuşuna bastım. Başımı yastığa koydum. İşte şimdi aklım kalbime sesleniyor: gerçekten bitti!


Sevgili okuyucular basın alttaki yıldıza eliniz eskimez 😅
Yorum ve beğenilerinizi esirgemeyin. Valla mutlu oluyorum ☺️
Şimdiden Teşekkür ederim ❤️

İPOTEKLİ HAYATHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin