20.BÖLÜM

369 56 6
                                    

Bu gece yılbaşı gecesiydi. Tabi ki evimde pijamamla ve televizyon karşısında en sıkıcı dakikalarımı geçiriyordum. Yılbaşı akşamlarını oldum olası sevmem. Çünkü toplumun dayattığı saçma sapan eğleneceğim moduna girebilmek için çabalıyor her akşamdan daha çok sıkılıyorum. Öyle gece klüplerine, barlara gönderecek bir ailem yok, şu saatten sonra olsa da böyle bir geceyi öyle bir yerde geçirecek zihniyetim yok. Ama sevdiğimle, ama yakın arkadaşlarımla birlikte geçirmek isterdim. Keyifli olabilirdi. Bir batıl inanış olan 'yeni yıla nasıl girersen tüm yılın öyle geçer' mantığıyla belki keyifli bir yıl geçirirdim. Çünkü insan inanmak istiyor. Daha doğrusu bilmek istiyor. Geleceğini, gelecekte mutlu olacağını... Ben geleceğimi göremiyorum, ancak elimdeki telefonda Barış diye kayıtlı olan Aslan ile mesajlaşarak ne derece doğru bir yol izlediğimi sorguluyorum. Kendimce mantıklı cevaplar buluyorum. Ancak yine de emin olamıyorum. Çünkü çok insanı kandırıyorum. Annem, ablam, kardeşim, babam, Barış, ve ailesi... Barış ile olan ciddi ilerleyişimde onlar da sorumlu. Her biri tek tek girdi bu ilişkiye. İlişkimiz bir ciddiyet kazansın istemedim, bir ilişkimiz olsun da istemedim. Ama engel de olamadım. Şimdi Barış'ı çıkartırsam hayatımdan hepsi tek tek çıkacak. Böylece ben daha fazla kimseyi kandırmamış olacağım. Böylece ben sadece istediğimle kalacağım. Böylece ben içimde oluşan bu vicdan muhasebesinden kurtulacağım. Şimdi kurduğum planın tıkır tıkır gitmesini istiyorum. Kafayı benimle bozmuş olan Barış'ı başka bir ilde memur yapmak. Sonra peşinden el sallamak. Olacak inanıyorum. Aslan bu iş hemen bitsin dedi ama öyle kolay değil, iki ay sadece. İki ay sonra bitmiş olacak. Aslan'dan gizleyebilirim sanırım. Çünkü onu Barış yüzünden kaybedemem. Öyle bir şey olursa tüm ömrüm Barış'a kin kusmakla geçer herhalde. Düşünmek bile istemiyorum.
Annem elinde dikiş nakışı habire işliyor, evlenmeye yakın kızı var, çeyiz yapma derdinde. Ezgi elinde kumanda her kanaldan bir kuple izleyerek beni buhrana sokuyor. Babam koltukta sızmış yarı açık ağzıyla horluyor. Ben de elimde telefon kah mesaj çekiyor kah Ezgi ile takışıyorum. Saatin 12 olmasına yakın açtığı saçma bir magazin programını bize izletiyordu. Hangi ünlü bilmem kimi aldatmış diye şok haber veriyordu. Olay üzerinden Ezgi saydırıyor, aldatanlara belalar okuyordu. Benim de şu halimi görse içimde ne yaşadığımı bilmeden aldatıyor konumuna sokardı. Gerçi içimi görmeye bu evdeki kimsenin gücü yetmez. O yüzden aldatıyor konumuna gelmeden Barış'ın beni terketmesini sağlamalıyım. Kendimden ve ne yaptığımdan emin olduğum için Ezgi'nin söylediği sözleri aldırmamaya çalıştım. Ancak bazı cümleleri söylerken gözümün içine bakıyordu.
"İnsan hayatında biri varken nasıl başkasına yeşil ışık yakar, yaptığı şey iki insanı idare etmekten ziyade kendini kandırmaktır. İkisi de tert edecek onu en güzel darbe öyle olur. Allah bildiği gibi yapsın böylelerini, gün yüzü görmesinler inşallah... " vs vs. Ne biliyor da ne konuşuyor diye düşünmekten kendimi alamadım. Ben dikkat çekmemek için bir şey söylemedim. Annem konuştu "tamam kızım abartma, erkek milleti işte. Hem televizyonda izlediklerinin çoğu da show, böyle para kazanıyorlar. Değiş şu kanalı." Ezgi kanalı değiştirdi ancak yerine açtığı başka bir magazin programı oldu. Ben bu saçma şeye daha fazla katlanamayıp ayağa kalktım.
—Odama gidiyorum ben size iyi geceler dedim.
Ezgi,
—Ne oldu rahatsız mı oldun?
—Hayır sadece sıkıldım.
—Ben de üstüne alındın sandım.
—Ben üzerime alınacak bir durum yaşamadım! Ama sen hayatında bir kez biriyle beraber oldun onda da itinayla aldatıldın. Bunca laf da ondan!  Yarandan!
          Ezgi sadece baktı, herhangi bir cevap veremedi. Sanırım beklemediği yerden vurdum onu. Pişman da olmadım değil. Gerek yoktu bel altından vurmaya. Ancak o da laf sokup durmasaydı. Hoş şuan yaşadığım ikili durumda onun da payı vardı. Söylediğim şey yüzünden vicdanımı rahatlatacak yeterince sebebim var. Annem
—Yaw susun bakayım, ne biçim konuşuyorsunuz birbirinizle.
         Ben daha fazla bir şey söylemedim arkamı dönüp odama çıktım. Annem arkadan kardeşliğe dair bir takım sözler söylüyordu. Gel de mutlu mesut geceyi bağla. Yatağa uzandım, saate baktım. 10 dakika kalmıştı. Mesaj attım
—Keşke yanında olabilseydim, burası çok sıkıcı.
—Yanımda olmanı ben de çok isterdim. Ama yanımdaymışsın gibi yapabiliriz.
—Nasıl?
—İkimizde gökyüzüne bakalım. Aynı şeyi görelim. Belli mi olur bakarsın seneye aynı tavana bakarız.
—Bu da gecenin duası olsun. Tamam balkona çıkıyorum. Gökyüzüne bakalım.
        Balkona çıktım. Bana gökyüzüne bakmamı söyledi ama ben gözlerimi yeryüzünden ayıramadım. Oradaydı. Köşede durmuş bana bakıyordu.
—Yaaa buraya gelmişsin. Delisin sen.
—Farklı açılardaki yıldızlara bakalım demedim. Aynı şeyi görelim.
—Sen var ya sen.. Sen ne güzelsin. Sen nasıl bir nefessin bana. Sen bambaşka bir şeysin. Sen, sen İyikimsin.
—Son dakikaya girdik birtanem göğe bakalım.
         Başımı kaldırıp gökyüzüne baktım. Aslan'ın baktığı yöne. Aynı yıldızın altındaydık. Aynı umutlarla, aynı sevdayla... Yeni bir yıla değil de yeni bir hayata giriyor gibiydik. İçinde sadece ikimizin olduğu özel bir hayata. Biranda uzaklarda bir yerde havai fişekler patladı. Kendilerini göremiyordum ancak ışıkları diğer evlerin camlarına yansıyordu. Mesaj geldi
—Senin bu ellerinde ne var bilmiyorum göğe bakalım
Tuttukça güçleniyorum kalabalık oluyorum...
Bir ellerin bir ellerim yeter belliyelim yetsin
Seni aldım bana ayırdım durma kendini hatırlat (turgut uyar)
         Gülümsedim, Şiiri ben de biliyordum. O bana şiirin sonunu atmıştı ben de ona başını.
—İkimiz birden sevinebiliriz göğe bakalım...
Durmadan harcadığım şu gözlerimi al kurtar
Şu aranıp duran korkak ellerimi tut
Bu evleri atla bu evleri de bunları da
Göğe bakalım!
— Seni seviyorum güzel kadın.
—Seni seviyorum şair yüklü adam.
—Üşüdüm ama gidiyorum ben.
—Tenini teninle ısıtmak isterdim ama işte mesafeler...
—Tenimi giysiğim montta ısıtıyor, sen ruhumu üşütme yeter.
—Ruhun ruhuma eş. Ben de bir ateş. Yakarız ikisini de. Sen hep benden kal yeter.
—Anlaştık. Yarın görüşür müyüz?
—Zannetmiyorum. Evden çıkmam zor.
—Hafta sonu?
—Sınav var sonrasında seninim.
—Tamam, biraz daha sabredebilirim. Yarın ki tatilin tadını çıkar bol bol uyu.
—Hahaha tamamdır. Bu arada Yeni yılın kutlu olsun, sağlıklı, mutlu ve benimle olsun. İyi geceler
—Teşekkür ederim güzelim, senin de yeni yılın kutlu olsun. Bir sonraki yıla Eylem Çakır olarak katılırsın.
—Bunu evlenme teklifi olarak kabul edebiliyor muyuz?
—Olabilir bence, daha ne diyeyim sana aynı tavana bakalım dedim, şiir yazdım, soyadım soyadın olsun dedim. Söylesene daha ne diyeyim?
—Hakikaten öyle, tamam bir şey söyleme daha ben Evet diyorum.
—Cevabını yüzüme karşı söyle, böyle seni öpemiyorum.
—Haha tabi ki sen nasıl istersen BEY :)
—Aaa bak bu güzeldi, iyi uykular
—Sana da aşkım.
           Gerçek, samimi, sıcak bir sohbet. İkimizin de kendini rahat hissettiği bir konuşma şekli. Şaka şamata ama iyi hissettiren sözler. Ağzımı gülümsemekten toparlayamadığım, konuşma bitince derin nefes alıp iç organlarımı normale döndürmeye çalıştığım bir insan bu. Yanındayken heyecanımı doruklarda yaşıyorum. Öyle ki çok seviyorum. Aynı derece de korkuyorum. Benim için sevmek ve korkmak aynı kesede iki duygu. Bir şeyi kaybetmekten korktuğumu anladığımda onu sevdiğimi anlıyorum. Bu bazen bir eşya, bazen bir dost, bazen bir aşk olabiliyor... Öyle olunca korkunun gölgesinde seviyorum, yüreğim ağzımda yaşıyorum. Öte yandan öyle çok seviyorum ki çok da inanıyorum. Bitmeyeceğine, gitmeyeceğine, kaybolmayacağına...Onu düşünmek ümitli şey, ümidimi yitirmeyeceğim.
Ertesi sabah bağrış çağrış ile uyandım. Uyku sersemliği ne olduğunu anlamaya çalışıyordum. Saate baktım 11 e geliyordu. Bu kadar uyumuş olabileceğime inanamadım. Ama kendimi uzun zaman üstüne iyi hissediyordum. Yataktan çıkıp odanın kapısını açtım ve merdivenin ilk basamağına oturdum. Sessizce Ezgi ile annemin tartışmasını dinledim. Ezgi
—Ama neden? Bunda ne kötülük var ki? Sonuçta bütün arkadaşlarımı tanıyorsun.
—Hayır dedim Ezgi! Nerden çıktı tatil? Otur oturduğun yerde.
—Hani izin verecektin, burada okursam her istediğimi yapabilecektim hani?
        Hah güzelim yaaa o sözler bana da verildi buraya atanırsam diye. Sonuç ortada. Yanlış atı oynadın. Ama cevabı ben de merak ettim.
—Her istedğini dediysek arkadaşlarınla tatile çıkabilirsin demedik. O kadar gelişmiş bir aile değiliz!
—Olsanız ne olur? Arkadaşlarımın aileleri buna izin veriyor, sen de versen ne olur?
         Oooo mevzu büyük. Esas kızımız arkadaşlarıyla tatile gitmek istiyor. Ah yavrum yaa. Bana 1 saatlik yolu çok gören annem sana ne etmez.. Hayal dünyasında yaşıyor resmen.
—Başkalarıyla kendimi yarıştıramam. Sana bir şey olursa kime hesap vereceğim ben?
—Neden bana bir şey olsun ki. Hep en kötüsünü dişünüyorsun.
—Bu evde kimse bekarken tatile gitmedi, sana nerden geliyor bu saçma düşünceler?
          Bak burda annem haklı. Ezgi Nasıl düşünmüş izin vereceğini de yeltenmiş bu işe hayret. Ben olsam direk arkadaşlarıma hayır derdim. Çünkü belli olan bir şey. Asla böyle konuda izin çıkmaz evden.
—Niye Eylem il dışında okudu, hiç gezmedi mi zannediyorsun sen?
       Veee konu bana bağlanır. Sağ ol Ezgi!
—İkisi farklı şeyler, sen de geziyorsun burda.
—Öyle mi dur ben sana söyleyeyim o zaman. Eylem gittiği şehrin bütün çevre illerini gezdi. Ama senin hiçbirinden haberin yok. Ben de onun gibi gizli gizli mi yapayım her şeyi.
Kıskançlık ettiği şeye bak. Benim günübirlik yaptığım turları tatil diye anneme yutturacak. Ayrıca anlattığım sırlar şuan gün yüzüne çıkıyor. Teşekkürler kardeşim!
—Ne istiyorsun benden Ezgi, ben evet desem baban izin vermez. Boşa kürek çekiyorsun.
—Sen izin verirsen Babam da ikna olur.
—Bilmiyorum.
       Annemin ses tonu gibi düşüncesi de yumuşamış belli. Sırf okulun bahçesinde ki konsere gittim diye telefonı yüzüme kapatan, yurt bahçesinde kızlarla oturuyorum diye bana trip atan annem, Ezgi nin arkadaşları ile tatile gitme...
— Ne olur anne sıkıldım bu evin kasvetli havasından. Ben insan değil miyim?
—Ne kasveti var evin? Kestane kabuğundan çıkmış da kabuğunu beğenmemiş.
—Evde hep bir gergin hava var, birileri heran patlayacak, tartışma çıkacak diye bekliyorum. Eylem hep suskun, ağzını bıçak açmıyor. Geçen gün beni odasına yolladınız ama kovaladı beni resmen. Okuduğum kitabı okumamış gibi alıp geldim. Bunaldım artık Eylem'in peşinde koşturmaktan, ablalık yapmaktan.
        Gözlerim duyduklarım karşısında açıldı. Sadece sıkıldım diye yanıma gelen kardeşim, aslında ağzımdan laf almak için mi gönderildi yani. Aman ne samimi! Az evvel sırlarımı ifşa etmesinden bana karşı olan hislerini belli etti zaten. Üzüldüm açıkçası. Sonuçta kardeşimdi, kanımdı, canımdı.. Her türlü imdat çağrısına düşünmeden koşabileceğim tek kişiydi. Ama belli ki artık sahteydi. Yanımda değil karşımdaydı. Şuan hayatımdan birini daha kaybetmiş gibi hissediyordum. İçime ağır bir yük binmişti.
Annem sesinin tonunu düşürerek cevap verdi. —Biraz sessiz ol. Duyacak şimdi!
—O bugün kolayına uyanamaz. Sen onu bunu bırak da izin veriyor musun?
—Babana sor.
—Of anne ooooofff!
        Ezgi odasına girdi, kapının çarpma sesi binayı ayağa kaldıracak güçteydi. Ve söylenmeye başladı. Bende merdivenden kalkıp odama, banyoya doğru yürüdüm. Kendi kendime mırıldandım "Aman ne güzel bir sabah, yeni bir yıla ne güzel bir başlangıç." Yüzümü yıkamak için musluğu açtığımda akan suya şöyle bir baktım, suyla konuştum. "Ayılmak için seni yüzüme çarpmaya gerek yok, duyduklarım yeterince ayılttı beni."
İnsanın ailesini seçememesi hayatına dair verilmiş en büyük karar. Ya şanstır sana ailen, ya da ceza. Bu güne kadar şansım diye tanımladığım insanlar şimdi bana ceza gibiydi. Ama ben kimseye bir şey yapmamışken neden bu ceza? Koşulsuz sevdiğim insanların bu anlayışsızlığı neden? Bu evde neden üvey evlat muamelesi görüyorum? Kafamdaki soruların cevapları yok, soracak cesaretim de yok. Sorsam beni tatmin edecek cevapları da yoktur. Kendi kendime kurup kaldırıyorum işte. Yatağımı topladım. Kahvaltı için mutfağa girdim. Hiçbir şey olmamış gibi davranıyorlardı ben de hiçbir şey duymamış gibi davrandım. Kahvaltımı yapıp tv karşısına kuruldum. Bir zaman sonra Ezgi yanıma geldi. Başka bir koltuğa oturdu.
—Eylem?
—Efendim.
        Yüzüne bakamıyordum, yüzüm tv ye dönük dinliyordum.
—Ben arkadaşlarımla 3 günlüğe tatile gitmek istiyorum.
—Eee?
—Babamdan izin alsam verir mi sence?
—Bilmiyorum.
—Ben de bilmiyorum. Tahminen anneme atacaktır topu. Annem de kabul etmiyor.
Kafamı çevirip yüzüne baktım, en somurtkan halimle.
—Benden ne istiyorsun?
        O bana baktı, ben ona baktım. Biliyordu, ne istese umrumda olmayacaktı. Yardım için koşmam gerekirken, şimdi parmağımı bile kaldırmak istemiyordum. Bu hale geldiğimiz için onun adına ben utanıyordum. O ne kadar umursuyordu bilemem.
—Hiçbir şey.
        Kalkıp gitti. Onunkini bilmem ama benim kalbim çok kırıldı. Burnumun direği sızladı. Göz pınarlarım doldu. Derin nefes alıp yine tavanı izledim. Annem telefonum elinde bana geliyordu. Ne oluyor diye korkuyla bakınırken
—Sabahtan beri Barış arıyor, duymuyor musun?
Afallamıştım.
—Yooo...
         Telefonu elime aldım. Gerçekten Barış arıyordu. Derin bir nefes aldım.
—Efendim.
—Aşkım nerelerdesin, sana ulaşamadım bir türlü?
—Telefon odamdaydı, ben alttaydım. Bir şey mi oldu?
       Annem karşımda gözünü bana dikmiş dinliyordu. Nasıl konuşmam gerektiğini bilemedim.
—İşin yoksa dışarıya çıkalım mı?
—Yok çıkmayayım ben, evde kalsam daha iyi.
Annemin de beni onaylayacağını düşünüyordum ama bana
—Çık çık sorun değil, baban gelmeden eve dönersin dedi.
        Üstelik bunu Barış'ın da duyabileceği şekilde söyledi. Bana itiraz etme, bahane türetme şansı bırakmadı.
—Yaa hiç canım istemiyor ama. Dışarıya çıkmayı. Hergün okul dolayısıyla çıkıyorum. Bugün de evde vakit geçirmek istemiştim.
         Sanki telefonda Barış'la değil de annemle konuşuyormuşum gibi annem cevap verdi.
— Canım 2 saatliğine git gel ne olacak.
          Barış da telefondan ısrar ediyordu.
Aklımda Aslan'a verdiğim söz vardı. Bir daha görmeyecektim Barış'ı. İçim içimi yiyordu.
—Tamam madem. Yarım saate çıkarım.
—Tamam aşkım her zamanki yerde görüşürüz. Hadi öptüm seni
—Görüşürüz
         Annem bir şey söylemeden mutfağa geri döndü. Bende odama çıktım ve hazırlanmaya başladım. Giyimimi, makyajımı elimden geldiğince abarttım. Barış'ın beni beğenmemesi için çabaladım. Sonra ben çıkıyorum deyip evden çıktım. Yol boyunca aklımda Aslan vardı. Ansızın ararsa ne diyecektim ona. Yalan konuşmak istemiyordum. Ama Barış'la görüştüğümü söylersem de sorun olurdu. Ben sorun yaşamak istemiyorum. Ooff anne yaa. Başka zaman olsa gitmemem için kırk takla atarsın. Buluşma noktasına gelmiştim ama ayaklarım geri geri gidiyordu. Aslan'a bir şey yazmadım. İçimden aramasın die dua ediyordum. Böylece yalan konuşmak zorunda kalmazdım. Kafeden içeriye girdim. Yüzümde zoraki bir gülümseme.
—Selam Barış.
        Yine ayağa kalktı, sarıldı, yanağımdan öpmek için yeltenince başımı kaçırdım. Soru soran gözlerle bana baktı. Ancak ne o soru sordu ne ben bir açıklama yaptım.
—Ne güzel olmuşsun.
—Gerçekten mi? Beğendin mi?
—Evet, yakışmış.
         Ayy Allahım yemin ederim hastalıklı bir kişiliği var. Ne sevdiğini bile bilmiyor.
—Teşekkür ederim. Daha yeni görüşmüştük nerden esti buluşma?
—5-6 gün oldu görüşeli. Sevgilimi özledim. Bugün de tatil günü, değerlendirelim dedim.
       Ne diyeyim, ne cevap vereyim. Başımı salladım sadece.
—Ee anlat bakalım.
—Ne anlatayım Barış?
—Bilmem bu aralar pek bir şey anlatmıyorsun.
—Anlatacak bir şey olmadığından. Okul ev arası mekik dokuyorum işte.
—Alıştın mı bari işine?
        Yok desem ne değişecek yine aynı nutukları atacaksın.
—Alıştım.
—Bak ben söylemiştim. Bunlar gelip geçici diye. Boşu boşuna dertlendin o kadar.
Nerde söyledi ya? Off çok sıkılıyorum. Allahım bana bir kaçış yolu.
—Sinemaya mı gitsek?
—Sinema mı? Yok yok.. Annem erken gel dedi. Sen film izlemek istiyorsan ben seni tutmayayım. Sen git sinemaya ben de eve gideyim.
        Direk ayağa kaltım. Toparlanmaya başladım. Barış uzanıp elimi tuttu.
—Eylem dur yaa. Birlikte gitmeyeceksek ben de gitmem. Daha yeni geldin zaten.
         Elimi çaktırmadan elinin altından çektim.
—Barış dinlenecektim ben bugün. İzin ver bana işte.
—O kadar mı yorgunsun?
—Yani, evde duramıyorum pek biliyorsun.
Suratını astı. Sanırım ona acımamı falan bekledi.
—Tamam o zaman. Git eve.
—Gerçekten mi?
—Ne çok sevindin Eylem. Eve bu kadar hasret olduğunu bilmiyordum.
—Eve değil dinlenmeye! Dikkatli dinlesen beni.
—Tamam hadi o zaman gidelim.
            Ayağa kalktık. Beni durağa bırakmak için yeltendi. Ama ben dışarda yanyana gezmek istemiyordum. Bir bahane de bulamadım.
—Barış beni bırakmana gerek yok, sen git kendi durağına ben giderim.
—Olsun az daha görmüş olurum seni.
—Barış gerek yok lütfen.
—Şurdan şurası zaten ne olacak Eylem. Hadi.
—İstemiyorum. Bırak kendim gideyim.
Sesim biraz sert çıktı.
—Seni anlayamıyorum. Garip davranıyorsun. Nasıl istersen öyle olsun. Görüşürüz
—Görüşürüz
          Yine suratı düştü. Hergün parça parça üzmektense bir seferde bıraksa beni ne olur sanki. Bana da bu vicdan azabını yaşatmasa. Yeni yılın ilk günü iğrenç olmaya devam ediyordu. Durağa doğru yürürken neden günümü güzelleştirmiyorum ki vaktim var diye düşündüm. Aslan'a mesaj attım.
—Aşkım ne yapıyorsun?
—Aşkım işten ayrılacağım demiştim. Onun için uğraşıyorum. Depodayım.
—Anladım hayatım, kolay gelsin.
—Sağ ol aşkım, işim bitince seninle ilgileneceğim. Az kaldı zaten.
—Sorun yok, işine bak.
            O an kararımı verdim ve durağımı değiştirdim. Dolmuşa bindiğimde kendimi iyi bir şey yaptığıma ikna ettim. Yine tekerlekler dönüyor, dertlerim geri de kalıyordu. Hafifliyordum. Dolmuştan indim depoya doğru ilerliyordum. İlk kez iş yerine gelmiştim. O da son gününde. Ne tepki vereceğini bilemiyordum. Ama kızsa da bir şekilde gönlünü alırdım. Depodan içeriye doğru başımı uzattım, içerisi oldukça kalabalıktı. Ve tüm çalışanlar erkek. İçeriye girmek kahvahaneye girmekle eş değerde idi. Kıskanç bir erkek için bu riski göze alamazdım. Yaman'ı aradım.
—Yaman naber?
—İyidir Eylem. Çalışıyoruz. Yoğunum biraz. Önemli bişey yoksa sonra konuşalım mı?
—Önemli bir şey var. Ben depoya geldim. Aslan'ın haberi yok. Dışarıdayım.
—Eylem bu işe Aslan hiç olumlu bakmayacak. Bekle orda geliyorum.
        Telefonu kapattı. İçim sıkılmıştı. Neden öyle söyledi ki. Çok geçmeden Yaman geldi.
—Eylem?
— Yaman. Lütfen bana güzel bir şey söyle.
—Hoşgeldin.
—Gerçekten hoş oldu mu gelişim?
—Oldu oldu. Sadece işler yoğundu. Ama Aslan olmadan da halledebiliriz. Çağırayım onu.
—Yaman, ben çok vaktini almayacağım. Bir saat onu görüp gideceğim. Boktan bir gün geçiriyorum. Kokusuna ihtiyacım var.
       Konuşurken en acıklı bakışlarımı Yaman'a fırlatıyordum.
—Sen ne güzel aşıksın böyle. Kazağını çıkarmıştı terliyorum diye. Ben onu getireyim sana.
—Ya Yaman. Çok fenasın.
—Şaka şaka bekle burda.
İki adım atıp arkaya döndü.
—Cansu'ya da anlatsana bunları. Oda böyle sürprizler yapsın.
—Yaman, zamanımdan çalma.
—Sen bizim işimizden çalıyorsun ama.
—Yamaan!!
—Tamam tamam gittim.
          10 dakika sonra Aslan kapıda belirdi. Suratı asıktı. Hah dedim bugün sen de bana vurursan dönüşte intihar sebebi.
Yanıma geldi. Ben ağzımı açıp bir şey söyleyemedim. Ters tepmesinden korktum. İyice yaklaşınca kollarını açıp kocaman sarıldı. İşte ben o an nefes almaya başladım. Aynı şekilde bende sarıldım. Uçup giden sıkıntıların peşinden gülümseyerek baktım. Kapıdan Yaman bizi izliyordu ağzı kulaklarında. Onu farkettiğimi anlayınca göz kırptı ve içeriye girdi. Deponun arka tarafındaki çardağa doğru yürüdük.
—Hoşgeldin birtanem.
—Aslan habersiz geldim özür dilerim, ama seni görmeye ihtiyacım vardı. Bugün yılın ilk günü. Ömrüme yayılmalı.
—Özre gerek yok, iyi oldu gelmen. Daha iyi bir dinlenme şekli düşünemezdim. Otursana.
          Ben çardağa oturdum Aslan direk uzanıp dizime koydu başını. Alttan yukarı bana bakıyordu.
—Eylem?
—Efendim Canım.
—Gelmene çok sevindim de, bari bu kadar makyaj yapmasaydın. Bir de giyimin pek buraya göre değil. Çok erkek var burada.
Bu sözleri Barış'ın söylemesini beklemiştim. Tamamen ters tepti.
—Haklısın, düşünemedim.
—Kıskançlığımı böyle yenemezsin, daha kötü olur bak.
—Hiç öyle bir niyetim yoktu valla ama mantıksız da değil.
        Gülümsedim. Ne güzeldi gerçekten gülümsemek. Numara yapmadan, içten, yürekten gelerek gülümsemek.
—Aşkım burda seni öpsem, sıkıntı olur mu?
         Aslan başını dizimden kaldırıp sağa sola bakındı. Kimsenin olmadığını görümce cevap verdi.
—Olmaz.
        Duyar duymaz eğilip dudaklarına öpücük kondurdum.
—Nerden esti buraya gelmek. Evde kalırsın sanıyordum.
—Seni özledim geldim.
—Merak etme hergün göreceksin artık beni.
—Vallaha mı? Benim okula mı kayıt yaptırdın yoksa?
—Evet tatlım ya, sıfırdan almaya karar verdim. Ohh miss.. Hem bir de öğretmenim ol bakalım nasıl oluyor.
        Dudaklarında yamuk bir gülümseme. Bakışları bambaşka alemlerde.
—Yalnız etik kurallar var. Meslek icabı yıkamam onları.
—Biz de yok mu? Kalktın geldin buraya. Ne etik bıraktın ne kural.
—Sen işten ayrıldın ama.
—Evet doğru.
          Saatime baktım çoktan bir saat dolmuştu. Dikkat çekmemek adına eve dönmeliydim. Sonra annem Barış'ı falan arar, mazallah toparlayamam.
—Aşkım ben gideyim artık. Sen de işlerini hallet.
—Hafta sonu beraberiz di mi?
—Evet evet, sınavda iyi geçer inşallah.
— Eve gidince çalışırsın.
—Aynen. O zaman Eylem kaçar
—İyi ki geldin, gerçekten enerji verdin bana.
—Sen de enerji verdin bana, hayat enerjisi..
          Sarıldık sıkıca. Güven veren, iç ısıtan bir sarılma.
—Dikkatli ol, haber et mutlaka, görüşürüz.
—Sen de yorma kendini, seni seviyorum görüşürüz.
—Ben de seni seviyorum. Güle güle
          Korktuğum gibi olmamıştı. Yaman'ın göz kırpmasından Aslan ile konuştuğunu anlamıştım. Konuşmasa da bana kızmazdı ya. Yani herhalde. Neyse sonuç olarak seke seke eve gidiyordum. Bu mutluluğumun Barış'tan geldiğini sanacaklardı ama umrumda değildi. Anı yaşıyordum ve şuan Aslan vardı, ben vardım, bir de içimde oluşturduğu mutluluk...

Beğenileriniz, yorumlarınızı, eleştirilerinizi yazın. Kendimi geliştirmem için önemli. Okuyan herkese teşekkürler 😘

İPOTEKLİ HAYATHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin