58.BÖLÜM

377 46 125
                                    

          Ben sadece seninle uyumak istiyorum. Ağlayacak olursam da omzunda ağlamak istiyorum. Her sabah gözlerimi açtığımda seni yanımda görmek istiyorum. Hep beni sev istiyorum. Sonra sesinin sesime karıştığı şarkılar olsun istiyorum. Her gece uyumadan bana dokun istiyorum. Ben bir tek sana sarılmak istiyorum. Üstüm başım sevda koksun daha çok sarılayım. Şimdi açsam pencereyi beklesem, sen gelsen. Olmaz ya hani geliversen, hiçbir şey sormasan, hiçbir şey söylemesen sussan, sussam, sussak. Sustuklarımızın anlattıklarını dinlesek, sırt sırta otursak ve katılasıya ağlasak. Sormasak birbirimize sebebini. Sarılsan, sarılsam, sarılsak. Biz bizi biliriz, aynı yolda eskimişiz. Çünkü bilirim ki Aslan bana sarılınca canım yanıyorsa artık yanmıyor, korkuyorsam artık korkmuyorum. Onda her şeyi unuturum, ve bütün hüzünlerimiz birlikteyken yok olup gider.
          Ben bu hayattan bir tek Aslan'ı istedim. Güneşin doğuşunu onunla birlikte izlemek istedim. Sabahın tatlı ayazında battaniyeyi üzerimize çekip hayatın ne kadar anlamlı olduğunu hissetmek istedim. Yarı uykulu gözlerinin içine bakıp onu sevdiğimi söylemek istedim. Üşüdüğünü söylediğinde kocaman sarılıp ısıtmak istedim. Yüzünde beliren gülümsemeye tekrar aşık olmak istedim. Yanındayken dünyanın en mutlu insanı olmaya devam etmek istedim. Keşke her şey bu kadar basit olabilse. Sadece sarılsak ve hayat bizi birbirimize bağlasa. Ama olmuyor. Hiçbir sabahımın anlamı kalmadı. Yeni yatak odamın şifonyerini düzenlerken aynada gördüğüm o süslü yatağa bakarak, gözlerim dolarak bunları düşünüyordum. Ağlamamak için kendimi sıkıyorum ama duramıyorum. Hele de kıkırdayarak yatağa serilen beyaz çarşafla akıllardan geçenler midemin kasılmasına neden oldu. Kendimi attığım banyoda boş boş öğürerek ağladım. Çıktığımda suratlarda oluşan soru işaretlerine strestendir dedi herkes.. Ve sözde o stresli hal bütün evi yerleştirirken benimleydi. O kadar kalabalık ki ev yalnız kalmam imkansız ve ben bağıra çağıra ağlamak istiyorum. İstemsizce girdiğim, çıkamadığım bu yolda çaresizliğime ağlamak istiyorum. Herkesin gözleri ışıldayarak temizlediği, yerleştirdiği tüm eşyalardan tiksindim. Hepsini yerlebir etmek, kırıp parçalamak istiyorum. Ama yapamadım, kimseden de kaçamadım. İçime attım, içime attım, içime attım... Yüzüme bakan herkesin 'neyin var' sorusuna zoraki bir gülümseme ile 'iyiiiimmm' dedim. Ama değildim. Bunu kim anlar ki, gerçek beni kim görür ki? Sadece Aslan! Peki nerede o?
          Bütün günü baş etmeye çalıştığım bu ağır duygularla ve yoğun işle geçirdim. Akşam yatağıma girdiğimde beni en çok neyin yorduğunu bilmiyordum. Sadece gün boyu tuttuğum kendimi yastığıma sarılarak boşaltıyordum. Rahatlıyor muydum? Aslaa... Ölene kadar ağlasam doymuyor, duramıyordum. Ertesi gün kına gecem vardı. İki gün sonra da...
           Ruh gibi bir güne daha uyandım. Esma ablam, Ezgi ve annem ile sessiz sakin bir kahvaltı yaptık. Sonra günün planlaması yapıldı. Öğleden sonra merkeze geçip elbisemi terziden alacak, ardından kuaföre gidecektim. Akşama da Barış bizi kuaförden alıp mekana getirecekti. Çok mutluymuşum gibi gülüp çalıp eğlenecek, sözde bekarlığıma veda edeceğim. Kalan eşyalarımı da toparladım. Evden çıktım. Bir saat sonra Ezgi ve Esma ablam ile kuaförde buluşacaktık. Terziye giderken Cansu aradı.
—Eylem ne yapıyorsun?
—Ağır çekimde intihar ediyorum.
—Nerede?
—Terziye gidiyorum. Sonra kuaföre geçeceğim. Sen nasılsın hala tık yok mu?
—Yok canım ya bizim kız baya sabırlı çıktı. Hiç bana benzememiş. Ne dicem sana, bana bir beş dakikanı ayırabilir misin? Kınaya gelemeyeceğim, öncesinde göreyim seni.
—Olabilir. Kuaförden önce görüşelim.
—Tamam kursun karşısındaki kafeye gelirim.
—Tamam canım görüşürüz, dikkatli ol.
—Hahah merak etme yolda doğurmam. Görüşürüz.
Terziden aldığım elbisem ile Cansu'nun söylediği kafeye ilerliyordum. Barış aradı.
—Aşkım ne yapıyorsun?
—Kuaföre geçeceğim de, öncesinde Cansu ile beş dakika görüşeceğim.
—Kararsız kaldığım bir nokta var sana sormam gerek. Bana da iki dakikanı ayırsana.
—Gel sende. Kursun karşısındaki kafe. Sorar gidersin.
—Süper, iki dakikaya oradayım.
—Tamam.
Kafeye geldiğimde Cansu hala gelmemişti. Oturdum beklemeye başladım. Birazdan Barış içeriye girdi.
—Hoş geldin.
—Gelmedi mi arkadaşın?
—Eli kulağındadır. Senin konun ne?
Elindeki bir deste fotoğrafı masaya serdi.
—Hangisi?
—Araba süsleme mi?
—Evet sence hangisi güzel?
—Ne farkeder Barış herhangi birini yaptır.
—Senin de seveceğin bir şey olsun istedim.
—Arabanın süsünü hep sevsem kaç yazar Allah aşkına. Gereksiz bir iş!
—Sen iyi misin?
—Evet. Her şeye ben karar veriyorum. Bunu da sen seçiver Barış. Bir şeyi de sorma!
—Elli fotoğraf arasından bu on tanesi kaldı elimde. Yardım et işte.
          Elimi hiç bakmadan bir fotoğrafın üzerine koydum.
—Al bu olsun.
          Barış dikkatli bir şekilde kağıda baktı. Gülümsedi.
—Bence de o. Güzel bir seçim oldu. Ben gideyim. Ama gelmedi arkadaşın.
—Ararım şimdi onu.
—Tamam ben bu kağıtları iade edip seçtiğimizi göstereyim. Görüşürüz bir iki saate.
—Tamam.
          Barış uzanıp dudaklarıma uzunca bir öpücük kondurdu. Ben ne olduğunu anlayamayıp tam itecekken geri çekilip gülümsedi.
—Bu biraz da olda stresini alır.
          Arkasını döndü ve kapıya doğru ilerledi. Tam o sırada kapıdan çıkmakta olan Aslan'ı gördüm. O muydu değil miydi telaşesine kapılıp heyecanlandım. Karşı masadaki cama koştum, gerçekten Aslan'dı kalbim deli gibi çarpmaya başladı, elim istemsizce üstüne gitti ama çok üzgün görünüyordu. Etrafıma bakındım acaba kiminle görüşmek için gelmişti. Ama şu diyebileceğim kimseyi göremedim. Yerime geçip oturdum ve Cansu'yu beklemeye başladım. Ancak gelmedi. Kuaför saatim geldiği için kalkıp gittim. Kuaförde Cansu'yu arar ne olduğunu öğrenirim diye düşündüm. Ancak aklımdan Aslan'ı ve yüz ifadesini bir türlü çıkaramadım. Aynı üzgün ifadeyle kuaförde saçlarımı yaptırdım. Gülümsemeyen bir yüze ne kadar makyaj yaparsan yap güzel görünmez. Ben de hiç güzel değildim. Nasıl gülecek, bu geceyi nasıl atlatacaktım bilmiyorum. Ezgi ve Esma Ablam devamlı şakalaşıp gülüşüyorlardı. Sanki inadıma yapar gibiydiler. Boğuluyordum gerçekten. İçim sıkışıyordu. Ben beş dakika hava alıp geliyorum dedim ve kendimi dışarıya attım. Derin derin solumaya çalıştım. Hızlı adımlarla ilerledim ve kendimi büfeciler sokağında buldum. Herhangi birinin önünde durdum ve satıcıya baktım.
—Buyrun ne istemiştiniz?
—Unutmak istiyorum, bir de mutlu olmak. Ve bunu çok hızlı yapmak istiyorum. Var mı elinizde?
—Viski vereyim size?
—Ver.
          Ödemesini yaptığım siyah torbayı çantama koydum ve yeniden kuaföre doğru yol aldım. Çantama milyarlar taşıyormuş gibi sarılıyordum. Şişenin varlığından güç alıyordum. Kuaföre geldiğimde. Ezgi ve Ablamın işlerinin bittiğini gördüm. En son koltuğa tekrar oturdum ve rötuşlar tamamlandı. Birazdan Barış gelip bizi götürecekti. O gelene kadar lavaboya gitmek istedim ve çantamı da alarak gittim. Siyah torbayı ve içindeki şişenin kapağını açtım. Kirli aynada görünen yapılı bir kafaya, üzgün gözlere baktım. "Hiç bakma bana öyle Eylem, bu gece başka türlü bitmez." Şişeyi dudaklarıma götürdüm. Birinci yudumu almıştım ki bütün ağzım, boğazım yanmaya başladı. Aynı anda Ezgi kapıma vurmaya başladı.
—Eyleeemm, Barış geldi geç kalıyoruz hadi.
Buruşturduğum suratla cevap verdim:
—Tamam.
Şişeyi hızla kapatıp çantama attım ve tuvaletten çıktım. Koşturarak arabaya bindim. Kına gecesinin yapılacağı mekana geldik. İçerideki milleti uzun süredir beklettiğimiz için elime tutuşturdukları davul ile apar topar sahneye attılar beni. Kulakları sağır edecek sesteki şarkıya eşlik ederek tokmağı davula vurdum. O davulu çalmak nedense bana kendimi çok iyi hissettirdi. Etrafımdaki kalabalıktan kimseyi gözüm görmüyordu. Aynalı bir topun içine sıkıltırılmış dönüp duruyordum. Yüzüme vuran sahne ışıkları, insanlardan gelen seslerin uğultusu, o sesleri susturmak için vurduğum davulun sesi. Stresimi biraz olsun atmıştım. Yine de aklım gelin odasındaki çantamdaydı. Bir ara yine kaçıp onu içmeliyim. Oryantel şarkılarıyla kendinden geçen milleti izlerken şaşırıp kalmıştım. Ne çok seviniyorlar benim evlenecek olmama. Öyle garip, öyle saçma geliyor ki ortam bana. Size ne yahu diye bağırasım geliyor, benim olması gereken mutluluk nasıl sizi oynatır...
          Sıra kına yakılma faslına gelmişti. Yine o ışıltılı topun ortasında buluverdim kendimi. Başıma attıkları kırmızı tülden etrafımda dönen mumları izliyordum. Hayata dair yapamadığım asiliği yapasım gelmişti, herkes ağlamamı beklerken ben etraftaki gülünecek şeylere sırıtıyordum. Şarkıyı dinliyorum her cümlesine bir kulp takıyordum. Diyor ki : Annesinin bir tanesini hor görmesinler... Köşede ağlayan anneme bakıyorum, kalbim halime acıyor sonra da konuşuyor: dünyada beni daha hor görecek birisi yoktur be anne, ağlama boşuna. En çok senin gecen bu gece. En çok senin başarın... Ağlamıyorum, biliyorum ki bir başlarsam hiç susamam, öyle biter gece. Benim yerim burası değil, yadırgar gözyaşlarım. Onlar aşık yastığıma, ayıramam onları. Gelip kaldırıyorlar tülü gülümsüyorum.
—Amaaan insan sevdiğini alıyor diye ağlar mı, ağlamaz, yeni nesil hep böyle deniyor.
          Barış'ın annesi geliyor avucuma altını yerleştiriyor, Esma Ablam da kınayı sürüyor. Sonra etrafta bir kına telaşesi, bir kısım da fotoğraf çektirme gayretinde. Ağzıma takılmış bir yay varmış gibi hiç kıpırdamadan her karede aynı pozu veriyorum. Yaşadıkça uzuyormuş gibi gelen bu gece de iyice salaklaşıyorum. En son biz bize kaldığımızda ayakkabılarım pistin ortasında bedenim sandalyede ceset gibi oturuyorum. En çok ruhum mu yorgun bedenim mi? Cevabını veremediğim bu soruyla göz yaşlarımı buluşturduğum yastığımda sızıveriyorum...
Ertesi günü evde geçirip dinlendim. Odamda bir sağa bir sola döndüm durdum. Gelen giden hiç bitmedi. Annem her on beş dakikada bir kontrol ediyordu beni.
—Sakın bir saçmalık yapma! Diyor bana.
          Ne yapmamdan korkuyor acaba diye düşünüyorum. Aklıma çantam geliyor? Sahi nerede o? Akşam salondan gelen çantanın içini karıştıp buluyorum çantamı. Kesin gördüler içindekini. Kahretsin! Ya da görsünler ya. Öff anlasınlar halimi. Yarın düğün öncesi içeyim ben bunu. Ancak atlatırım. Zaten biran önce her şey bitsin gitsin kurtulayım artık diye düşünüyorum, biraz da dursun zaman yaşanmasın bu düğün diyorum. Aylarca belirsizliğin verdiği stresle yaşadım, şimdi bu çelişkinin getirdiği sorunla günü bitiriyorum. Birazdan annemin aksine Esma Ablam giriyor odaya.
—Ne yapıyorsun gelin hanım?
—Hiçbir şey.
—Eve gidecektim de gitmeden göreyim seni dedim.
          Yanıma gelip yatağın üzerine oturdu.
—Yarın uzun bir gün olacak, bütün bu hazırlıklar, tatlı telaşlar bitti. Bu evdeki düzeninin finali, yeni hayatının ilk günü. Yoğun bir gün olacak, hiçbir şey anlamayacaksın. En son herkes gidip eşinle başbaşa kaldığında üzerinden bir tır geçmiş gibi hissedeceksin. Özleyecek olduklarının hasretiyle yeni hayatının heyecanı karışıp içine yerleşecek. Belki biraz ağlayacaksın. Barış omuz olacaktır sana. Sakın korkma olur mu? Eş demek senden bir tane daha demek, ona yaslanmaktan korkma. Ama hiçbir zaman da unutma biz hep burada olacağız. Seni çok sevdiğimizi unutma. Hadi şimdi uyu. İyi geceler.
         Başımı önüme eğdim, ne diyebilirdim ki.
—İyi geceler...
          İçimde büyüyen bir volkan var. Söylediği duygular uzun zamandır içimde zaten. Tek bir duygunun beni sarmaladığı günlerim çok uzakta kaldı. Yatağımda tavana bakarken aklımla kalbim bir kavgaya tutuşuyor.
'Yarın gece Barış'ın koynunda, aynı yatakta olacaksın' diyor aklım.
Kalbim duyduğu şeyle donup kalıyor. Keşke çalışmasa tekrar. Ama otomatiğe bağlamış atıyor yine de.
'Ne oldu, sanki bilmiyordun. Bu gece ızdırabı olduğun hayatın son akşamı. Yarından sonra başka bir hayatın olacak'
kalbim tıkıyor kulaklarını.
'Sus ne olursun!'
Aklım kıs kıs gülüyor.
'Susmak senin karakterin ben konuşurum, çok biliyorsan durdur kendini!'
'Yapamam' diyor kalp, 'hala onun için atıyor, ama çok yoruldum'
'Arasana onu'
'Yapamam'
'Ara ve veda et!'
Doğruldum yatağımda aldım elime telefonu. Tıkladım tuşları, Lion yazısı karşımda. İzledim öylece. Gözümden akan bir damla yaş ismin üzerine damladı, kilitledim telefonu.
'Yapamam'
'Öyleyse atma kalp, onun için atma!'
Tekrar elime alıp yazmaya başladım
"Affet, bu gece seni sevmekten vazgeçtim. Çünkü seni özlemeye artık tahammülüm yok. Üstelik bir gün her şeyin düzeleceğine olan inancımı da yitirdim. Ne küçük bir ihtimal kaldı sana dair, ne de azıcık da olsa hayalim. Ben yalnızca seni değil umudumu da kaybettim. Az önce sesini duymak istedim. Cesaretimi toplayıp numaranı çevirdim. Ama arama tuşuna basmaya gitmedi elim. Yalnızca 'alo' demen bile yeterliydi iyi olduğunu bilmem için. Hala oralarda bir yerde nefes aldığını bilmek iyi gelecekti. Ama olmadı... Yapamadım... Sesini bile duyamadığım birini sevmek her geçen gün biraz daha yormaya başladı beni. Bu yüzden unutmayı seçiyorum seni. Affet, bu gece seni sevmekten vazgeçiyorum. İsterdim ki şuan seni bu kadar anmışken kulakların çınlasın ve hatırla beni. Ara.. Seni içimde tam öldürmek üzereyken suçüstü yap bana, yalandan da olsa halimi hatırımı sor. İstersen sus, hiç konuşma. Ama orada bir yerlerde olduğunu, arada da olsa aklına geldiğimi belli et. En çok şuan ihtiyacım var sana, en çok şuan sarılmanı istiyorum. Sevme beni, inan bana bunun da hiç önemi yok. Ama bir zamanlar hiç sevmemişsin gibi davranman üzüyor beni. Buna tahammül edemiyorum. Çünkü bunu hak etmedim. Affet bu gece seni sevmekten vazgeçtim. Çünkü seni sevmeyi bırakmazsam korkarım ki öleceğim. Çünkü katlanamıyorum artık yokluğuna, çünkü öyle işlemişsin ki iliklerime sen yetmezliğinden öleceğim. Affet bu gece seni sevmekten vazgeçtim..."
Deli gibi ağlıyordum artık. Gönlümden kopan duygular aklımın itiklemesiyle telefona kadar geldi ama istenilen o yere gitmedi. Yine benimle kaldı. Her geceden daha çok ağladım bu gece. Yarın gözlerim kan çanağı olacaktı kesin ama umurumda değildi çünkü durduramıyordum kendimi. Sıkıca sarıldığım yastığımla vedalaşıyordum. Hıçkırıklarım duyulmasın diye ağzımı yastığıma bastırıyordum. Tüm hücrelerimle kırılıp dökülüyordum. Döküle döküle uyumuşum...
Ertesi gün Ezgi'nin perdeleri sonuna kadar açmasıyla araladım gözlerimi. Sabaha çıkmış olduğuma üzülüyordum. Ne olurdu ağlaya ağlaya ölseydim.
—Kalk uykucu, yarına uyursun bol bol. Tabi uyutursa..
—Ne bu şimdi espiri mi?
—Aman sende ha, son yüzyılın en suratsız gelini olarak tarihe geçeceksin.
—Sen de sıranın sana geldiğini fazlaca belli eden bir sevinç içindesin.
—Ne alakası var?
—Bilemiyorum artık.
—Hazırlan da öyle in aşağı, uzun bir sofra, kalabalık bir kitle var. Bu evde bekar son kahvaltın.
           Kendi kendime mırıldandım
—Aman saniye unutturmayın.
—Ne dedin?
—Yok bir şey, tamam hazırlanıp gelirim.
           Ezgi yanağımdan makas alıp öyle çıktı odadan. Bir kelebek gibi uçuş uçuştu. Benden kurtuluyordu işte. Rahatça keyfini sürebilir saltanatının. Ben de şöyle bir etrafıma bakındım. İki senedir aktif olarak kullandığım odama, eşyalarıma. Ayağa kalkıp balkona çıktım. Minik masam ve sandalyelerim. Azacık ucundan görünen canım denizim. Anılarımız hep hüzünlü olsa da en iyi arkadaşım oldular bana. Bu sokak... Aslan'ın bir yılbaşı akşamı gelişi, birlikte göğe bakışımız. Aslan'ın aklıma gelmesiyle Hemen içeriye girdim. Çünkü onu düşününce dik duramıyorum. Kendimi duşa attım. Ellerimi duvara dayayıp soğuk suyun bedenimden kayışını hissettim. Yine aklıma geldi, Aslan'la ilk buluşmamın ardından banyodaki gözyaşlarım. Bizim bir geleceğimiz olamaz demişti, olmadı da.. Off düşünme tamam. Duştan çıkıp üzerimi giyindim. Saçlarımı hafifçe kurutup derin nefes alarak, yapay gülüşümü taktım suratıma. Aşağıya indim. Tüm akrabalar evdeydi. Ne alakaysa! Herkesin sorduğu tek soru:
—Nasıl heyecan var mı?
           Aldıkları tek cevap
—Yooooo...
          Annemden gelen açıklama
—Siz ona bakmayın, heyecanını çok iyi gizler. Bunca yıl bir kez olsun görmedim.
           İçimden verdiğim cevap
"Sen beni bir de Aslan'layken gör."
          Neyse düşünmek yok! Yaptığımız kahvaltıdan sonra. Barış geldi ve yine bizi kuaföre götürdü. Gelinlik benden önce gelmiş giyinme odasında asılıyordu. Bakıştık bir süre.
'Seni bugün giymeyeceğimi düşünmüştüm hep, sana harcanan emeğe ve zamana acımıştım. Şimdi sıra sende, sen acı bana!'
Bir gelinlikle konuşmamıştım zaten, tam anlamıyla delirmiştim. Biraz sonra telefonum çaldı. Arayan Onur'du.
—Hey dost, yola mı çıktın?
—Çıkmadım, çıkamayacağım da. Bir takım sıkıntılar oldu, sonra anlatırım. Anlayacağın gelemeyeceğim.
—Hayır ama yaa, ne sıkıntısı bu, off üzüldüm şimdi.
—Beni boşver, nasılsın?
—Sen de beni boşver, bu soruyu pas geçiyorum.
—Eylem, cevap ver.
—Bilmiyorum ki. Hatırlar mısın, bir sınavda üst sınıftan birisi yüzünden kağıdımıza el koymuştu hoca ve sınavdan atılmıştık. Hakkımı aramak için çıkışacaktım ve beni zorla susturup dışarı çıkartmıştın. Sonra bana Eylem hoca sana değil gördüğüne inanacak, bütte dersi verelim sonra beraber konuşuruz. Yoksa senelerce bu dersi vermek zorunda kalırız demiştin.
—Evet hatırlıyorum.
—Şimdi de öyle susuyorum bu sınavı verebilmek için. Seneler boyunca o evde kalmamak için.
—Ama bütlerden sonra hocayla konuştuk biz ve notumuz AA gelmişti. Sen bu sınavından sonra konuşacak mısın?
—Bilemiyorum, sesime hasret bırakabilirim.
—Bana bırakma olur mu, istediğin zaman seni dinlerim.
—Teşekkür ederim.
—Benim için kıymetli olduğunu da unutma, dilerim çok mutlu olursun.
—Onur böyle konuşma ağlamak istemiyorum, durduramam kendimi.
—Tamam tamam, ilk fırsatta geleceğim ve düğünün kritiğini yapacağız.
—Anlaştık. İçeriden çağırıyorlar görüşürüz.
—Dikkat et kendine, görüşürüz.
Makyajım yapılırken aklıma Cansu geldi. Geçen gün buluşacaktık gelmedi. Sonra da aklımdan çıktı, kızı ne aradım en sordum. Onun da hiç sesi çıkmadı acaba bir şey mi oldu? Doğumu bugün yarın olmalı. Belki de çoktan doğurdu. Ne hayırsız arkadaşım, o kadar destekçim oldu ama ben kızı resmen unuttum. Makyajım tamamlanınca saçımın yapılması için diğer odaya girdim. Başlamadan telefonu elime alıp Cansu'yu aradım. Telefona Yaman çıktı.
—Yaman, selam, nasılsınız?
—İyiyiz Eylem sağol, hastanedeyiz işte.
—Yaa doğum oldu mu?
—Henüz değil, iki gün önce hafif sancılandı doktor yatırdı. Sancısı geçti ama doktor beklemenin daha iyi olacağını söyledi. Öyle işte.
—Demek o yüzden gelemedi yanıma. Cansu nasıl konuşabilecek durumda değil mi?
—Lavaboda şuan, o kadar sık tuvalete gidiyor ki. Hah çıktı vereyim ona.
—Eylem, nasılsınız?
—Eee iyim canım asıl sen nasılsın?
—Mükemmel, sabırsızlıkla sabırlı kızımı bekliyorum. Siz ne yapıyorsunuz?
—Siz? Kuafördeyim işte saç makyaj olayı. Sonra fotoğraf çekimi var. Sonra da düğün işte. Gelebilmeni çok isterdim. Yarın akşam balayına gitmeden ziyaret ederim seni.
—Evleniyor musun?
—Cansu iyi misin? Evet.
—Nasıl evet ya, neyse canım, doktor geldi ben seni arayacağım. Öptüm.
          Çat diye telefon kapandı. Ne olduğunu anlayamadım ama sesi oldukça iyiydi. İçim rahatladı.
           Saçımı da yaptırdıktan sonra aylak aylak Ezgi ve Esma Ablamın işlerinin bitmesini bekledim. Boy aynasının karşısına geçip gelin olmuş Eylem'e bakındım. Bambaşka birisi gibiydi, gerçek Eylem nerede acaba diye dönüp arkama bakındım. Gözümün önünden gitmeyen Aslan'ın silüyetini koluma taktım. Gülümsemeye başladım. Öyle tatlıydı ki. Mutlu mutlu bakan o kara gözleri, hafif çıkmış siyah sakalları, bembeyaz gömleğin içinde gülümsüyor. Kendimi bu hayale o kadar kaptırmıştım ki Ezgi arkamdan gelip gülümseyen halime baktı ve
—Bence de çok güzel oldun.
          Hayalimden uyanınca yüzüm ekşidi, kalbim sıkıştı, ağlamamak için dişlerimi sıktım. Ahh Eylem, sana düşünme demiştim. Derin bir nefes aldım. Çantamdaki içecek aklıma geldi. Çıkmadan içmeliyim onu.
—Bitti mi işiniz?
—Sayılır. Ara Barış'ı da hazırsa gelsin.
—Tamam.
          Barış'ı aradım. Sonra kuaför bir kaç düzeltme için tekrar koltuğa çağırdı beni. İşini tamamlamadan Barış geldi.
—Ben bir lavaboya gidecektim. Ezgi çantam nerede?
—Ben eşyaları arabaya götürdüm.
—Offf!!!
—Ne yapacaksın çantanı?
—Hiç! Hadi gidelim madem.
          Barış geldi. İlk kez gelinlikle beni gördü. Ama bir yorum yapmak yerine kuaförün ücretini ödeme işine girişti. Ne kadar da Barış'sal bir hareket. Ben hala bir yorum yapmasını beklerken
—Tamamsanız çıkalım mı, fotoğrafçı ağaç oldu?
          Bu sözü üzerine gülümsedim. Ne bekliyordum ki, bana çok güzel olmuşsun dese sanki tatmin olacaktım. Aman Eylem. Barış işte! Ama As... neyse düşünme, düşünme...
İki saat süren fotoğraf çekimleri insanların bakışları arasında oldukça sıkıcı ve gergin geçti. Aşk dolu ne bir bakış, ne bir dokunuş vardı pozlardı. Yoldan geçen herhangi iki insan gibiydik. Fotoğrafçı da bizi yaklaştırmaya çalışmaktan yoruldu. En sonunda pes etti. Gitmemiz gereken bir kaç mekan daha varken başka şeyler bahane ederek gitmedi. İşime geldi açıkçası. Düğün saatine daha vardı ve açlıktan ölüyorduk. Eve geldik. Evde çılgın bir kalabalık vardı, sanki düğün burada olacakmış gibi. Kapıdan girerken beni gelinliğimle gören annem gözyaşlarına hakim olamadı. Boynuma sıkıca sarıldı. Çok güzel olmuşsun kızım sözcükleri arasında hıçkırıyordu. Annemin o haline üzülemiyordum, o kadar soğumuşum ki. Etrafta bize bakan insanlar olmasa sarılmak bile istemeyeceğim ama işte desinlercilik... Kendime şaşıracak şekilde rahattım. Mutfağa geçip bir kaç bir şey yedik. Saat yaklaştıkça rahatlığım gerginliğe geçti. "Hadi vakit geldi çıkalım artık" dediklerinde nedense hiç gitmek istemedim. Doğup büyüdüğüm ev biranda dünyanın en değerli eşyasıymış gibi oldu ve kopmak istemedim. Birlikte yediğimiz yemekler, sofra toplamamak için ettiğimiz kavgalar. Oturma odasında Ezgi ile izlediğimiz korku filmleri, sonra yalnız yatmaktan korkup aynı yatakta uyumamız. Sobanın etrafında yaptığımız ödevler. Babamın bizimle alay etmeleri. Ezgiyle bir olup ablamın eşyalarını karıştırmamız, kızacağı zaman aynı yere saklanıp kıkır kıkır gülüşmelerimiz. Çocukluğum, gençliğim, mutluluğum ve tüm hüzünlerim hepsi buradaki dört duvar arasında. Her adımında bir anı gizli. Sanki ölüme gidiyorum, sanki bir daha göremeyeceğim... Gün boyu ağlamamak için attığım taklalar daha işe yaramıyordu. Babanla vedalaş dediler ve bizi bir odaya kapattılar. Babam bana baktı, ben babama. Ağlıyordu. Benim ömrümde 1 yada 2 kez ağladığına şahit olduğum adam karşımda gözyaşı döküyordu. Üstelikte benim için. Bu evde ve hayatımdaki en masum adam. Konuşamıyordu. Ağzından çıkan tek şey:
"Ne diyeyim kızım sana, çok mutlu ol" oldu. Ben eğilip elini öptüm ve sarıldık. Orada tüm film koptu işte. Artık duramıyordum. İkimizde ağlıyorduk. Odadan çıktığımda Esma ablam sakinleşmem için çırpındı. Makyajımı bahane etti, bunlar güzel duygular dedi ve duyamadığım bir sürü şey. Kendimi bir türlü susturamıyordum. Çok mutlu ol cümlesinde takılıp kalmıştım. Mutluluk neydi baba?
          Kornalarla, konvoylarla salona doğru gittik. Şenlikli havaya kapılacak içsel neşem yoktu. O içkiye şuan o kadar ihtiyacım var ki. Bu gece ve bundan sonraki gelecek tüm geceler onu içsem ancak yaşarım herhalde!
          Düğün salonuna geldik. Barış ile gelin odasında oturmuş herkesin gelip salonu doldurmasını bekliyorduk. Devamlı içeriye birileri girip çıkıyordu. Biraz sonra Cansu geldi.  Onu elindeki serum kelebeği ile görünce çok duygulandım. Bu haliyle beni görmek için gelmesi hayatımda güzel insanların da var olduğunu bana hatırlattı.
—Cansu, hoş geldin.
—Hoş buldum, canım benim çok güzel görünüyorsun.
—Teşekkür ederim.
          Kaş göz işareti yaptı. Barış'ı işaret etti.
—Eee Barış, beş dakika dışarıya çıkabilir misin?
—Tabi ben babamlara bakınayım.
         Barış çıktıktan sonra Cansu ile başbaşa kaldık, heyecanla bana döndü.
—Eylem şimdi beni hiç kesmeden dinle. Geçenlerde bizdeyken Aslan gelmişti ya.
—Cansu boşver artık ondan bahsetme.
—Bir dakika.
         Demeye kalmadan Cansu'num yüz ifadesi değişti.
—Kahretsin kızım geliyor.
—Ciddi misin? Ben hemen Yaman'ı çağırayım.
Ayağa kalktım ve Cansu koluma yapıştı.
—Otur Eylem. O kadar nefes egzersizi izledim baş ederim. Beni dinlemen gerek.
—Cansu bu halinle hala...
—Eylem sus canım yanıyor zaten.
          Cansu'nun can havliyle bağırmasıyla sustum, derin derin nefes alarak anlatmaya başladı.
—Aslan o gün bir şeyler ima etti bana 'anlatmaya ihtiyacım var' dedi. Bende bunun üzerine onunla buluştum. Eylem, ablan İstanbul da Aslan ile birlikte olduğunu biliyor. Murat nasıl olduysa öğrenmiş ve bunu ablana anlatmış. Ablan da araştırmış tabi, anlamış. Sizin Aslan ile ilk kavga ettiğiniz günün ertesi ablan Aslan ile buluşmuş. Ona her şeyi bildiğini ama susacağını, karşılığında senden ayrılmasını söylemiş. Elinde bir evrak varmış ve annenin kanser hastası olduğunu söylemiş. Senin düğün öncesi üzülmemen için söylememişler sana. Eğer bu durumu annem öğrenirse fenalaşır, siz beraber olursanız kadın ölür ve sebebi siz olursunuz vicdan azabı sizi mutlu etmez demiş. Ağlamış baya duygu sömürüsü yapmış. Akıllı Aslan ablana inanmış, hastalık konusunda yalan söylenmeyeceğini düşünmüş, nedense kağıda bakmamış, baksam da anlamam zaten dedi. Bu konuda biraz kızdım tabi! Neyse ben bu yollardan geçtiğim için doktorumu aradım ve annenin adını söyleyerek bakması için ricada bulundum. Sağolsun baktı ve böyle bir şey olmadığını söyledi. Eylem o gün Aslan bize geldiğinde referans mektubu gibi bir şey istedi çünkü İstanbul başvurularından birine kabul edilmiş. Bunu da öğrenince ikinize bilet aldım. İstanbul'daki otelinizi ayarladım. Geçen gün seninle olan buluşmaya benim yerime Aslan gelecekti ve sana her şeyi anlatıp seni götürecekti. Ben o gün fenalaşınca seni aramak aklıma gelmedi. Sen de aramayınca her şey yolunda zannettim. Bugün arayınca şok geçirdim. Hemen Aslan'ı aradım. Seni Barış'la görmüş ve öpüşüyormuşsunuz. Oda senin ona aşık olduğunu düşünmüş. Offf canım çok yanıyor. Eylem, 2 saat sonra uçağınız kalkıyor. Aslan gidiyor. Bu sizin son şansınız, senin de son fırsatın. Eylem git. Evlenme...
Duyduklarım karşısında dumura uğramıştım. İnanmakta, idrak etmekte zorlanıyordum. O gün Aslan'ı görmüştüm ama bana gelmiş olabileceğini hiç düşünmemiştim. Benden bizden vazgeçti diye hep kızdım, sevgisinden şüphe ettim. Ailemi kırmamak adına hep sustum. Mutlu olsunlar diye sevmediğim bir adamla nikah masasına oturacak kadar kendimden vazgeçtim. Bana bu kötülüğü yapmış olamazlar. Bu kadar büyük bir oyun oynamış olamazlar. Resmen mutluluğumu baltaladılar. Nasıl yaparlar aklım almıyor, ben onlara kıyamayıp susarken onlar nasıl bana kıyabilirler?
—Cansu, annem bu oyunu biliyor mu?
—Bilmiyorum. Ama şuan ne önemi var. Aslan senden hiç vazgeçmedi. Sadece böyle bir vicdan yükünü almanı istemedi. Zaman kaybetme git uçağa yetiş.
—Ama bu halde nasıl?
          Cansu karşımda kıvranıp duruyor, derin nefes almaya çalışsa da arada küçük çığlıklar atıyor.
—Eylem ben bu halimle buraya geldim, zorla izin aldım da geldim, bir dizi evrak imzaladım. Eğer şimdi gitmezsen sana çok kızarım!
—Seni böyle bırakamam.
—Yaman kapıda biz iyi olacağız, sen git çabuk ol. Aaaahhhh, off Melek'im annem az daha sabret.
—Melek mi?
—Evet, sen öyle istedin. Bence harika bir isim buldun. Sizinkinin isim annesi de ben olurum. Hadiii zaman geçiyor git. 
İçime dolan heyecan dalgası ile ayağa kalktım. O sırada kapı çaldı ve Ezgi geldi.
—Özür dilerim, Eylem herkes geldi birazdan sizi çağıracaklar.
           Başımı hayır anlamında sallayarak bir Cansu'ya bir Ezgi ye baktım. Ezgi bir şeyler sezmiş gibi korku dolu gözlerle odaya girip kapıyı kapattı.
—Ne oluyor?
—Ezgi ben gidiyorum. Aslan beni bekliyor. Yani umarım bekliyordur, umarım da yetişirim.
—Ciddi misin?
—Evet..
—Ohh be sonunda. Tamam hadi sana çantanı vereyim kimliklerin içinde.
          Ezgi biranda dışarıya koştu. Ben Cansu'ya bakıp gülümsedim. Ailemden birisinden aldığım destek daha da heyecanlanmama sebep oldu. Cansu'yu öptüm.
—Sen dünyanın en iyi arkadaşısın, seni çok seviyorum.
          Kapıyı açtım ve eteğimi iyice havaya kaldırarak salonun dışına doğru hızlı adımlarla ilerledim. Ezgi elinde çantam ile kapıda beni bekliyordu. Sıkıca sarıldık.
—Sen benim hiç ablam olmadın, sen benim çocukluğumsun, varlığından güç aldığım en iyi arkadaşım. Yaptıklarım için özür dilerim. İnşallah çok mutlu olursun.
—Canım kardeşim, seni affettim, aslında sana hiç kırılmamıştım. İnsan canından bir parçaya nasıl kırılabilir ki. Seni seviyorum.
—Hadi bu kez geç kalma git.
          Üzerimde gelinliğimle yola çıktım. Geçen her arabaya el atıyordum ama bu kılığımla kimse önümde durmuyordu. Aslan'a gitme heyecanı ile yetişemeyeceğim korkusu yüzünden zangır zangır titriyordum. Sonun da hayat bana da gülmüştü. Evet geç kalmıştı ama gülmüştü. Arkamdan gelen "Eylem" seslenmesiyle geriye baktım. Gözlerim büyüdü. Ve heyecanım uçarak sadece korku bütün bedenimi sardı. Kurumuş dudaklarımdan mırıldanır gibi tek kelime çıktı:
—Barış!

Ben yazarken çoğu yerde ağlayarak yazdım. Biraz duygularımın yoğunluğu, biraz da hikayem bitiyor üzüntüsü. 😢
Çünküüüü bir sonraki bölüm final olacak. 🥺
Sizce nasıl bir final olacak düşüncelerinizi merak ediyorum
Ve tabi bu bölüm hakkındaki yorumlarınızı da
Dilerim aynı duygu yoğunluğunu verebilmişimdir. 🤲🏼
Final de görüşmek üzere. 😉
Beğene bir tık ⭐️

İPOTEKLİ HAYATHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin